Forseps. Doğuma müdahale aracı. Rahimden bebeği çekip alma yöntemi. Sezaryen ve vakumla “eskide kaldığı” düşünülse de, doku ve damar stabilizasyonunda türevlerinin kullanılabilmesiyle halen geçerli aygıt.

Tıptan sosyolojiye geçersek: Lenin ve Leninist devrim teorisi.

Doğan bebeğe değil de, kaçınılmaz doğum lekelerine takılıp kalanların, bir vazgeçişin üzerine örttüğü “günahkâr” şal: Devrim cüreti!

22 Nisan 1870’te Simbirsk’te doğan Vladimir İlyiç Ulyanov, bir tek şeyi anlamıştı. Marks ve Engels’in Feuerbach üzerine tezlerinin ünlü 11’incisini. Aslolanın, dünyayı değiştirmek olduğunu. Yorumlamakla yetinilmeyeceğini. Buradaki “yetinmemek” kelimesi çok önemlidir. “Yorumlamak” zorunluluğunu içerir. Lenin, buradan hareket ettiği için, dünyayı değiştirmeyi başarmıştır. Marks’ı yorumlamıştır, dünyayı yorumlamıştır. Yetinmemiş, yorumlardan çıkan sonucu hayata geçirmeye yönelmiştir. Değiştirmek için yorumlamak.

Neden, sağlı sollu bütün liberaller, bir felsefeci, bir ekonomist, bir sosyolog, bir analist olarak kalmasında pek sakınca görmedikleri Marks’ın devrimci özünü, yaşadığı zaman diliminin somut verilerine uyarlayarak ete kemiğe büründüren bu adamdan ve kavramlarından öfkeyle söz ederler? Bu yüzden işte. 11’inci tezin hükmünü yerine getirdiği için.

Lenin pratiği, Marks teorisinin gelişimidir. Habire söylenerek klişeleştiği için, geçerliliğini ve değerini kaybettiği düşünülen, “dogma değil, eylem kılavuzu” ilkesinin cisimleşmesidir. Goethe’nin “gri teori” karşısına koyduğu yeşil hayat ağacı.

“Marks’ı çarpıttı!” derler ya, “devrim yaptı!” şikâyetidir özü. Tamam, Marks, “benim ortaya koyduğum tek yeni şey, sınıflar arasındaki mücadelenin, proletarya diktatörlüğünün kaçınılmazlığına varacağı ve yalnızca bunun sınıfları ortadan kaldıracağıdır” diyordu ama, Lenin bunu “öngörülenin” dışında bir yol izleyerek yapmaya kalktı! Haklılar.

Marks’ın Hegel’e temel reddiyesinin, onun diyalektiğini idealist özünden arındırmak olduğu, bildik deyişle “ayakları üzerine oturttuğu” söylenir durur. Daha temel bir şey vardır oysa Hegel’i geride bırakmasını sağlayan: Hegel’in, başı sonu belli, dolayısıyla ucu kapalı bir sistem oluşturmaya yönelerek, ölüm fermanını imzalaması. Bu yüzden Marks, bir dünya görüşünün temel önermelerinin, farklı koşullara uyarlanmasına elveren yöntemle, hâlâ dünyayı değiştirmenin manivelası olarak kalmayı başarmıştı. Ve Lenin’in “suçu”, bu manivelayı 1917’nin dünyasında kullanmasıydı.

Ekim Devrimi, yalnızca işçi sınıfının iktidarı aldığı ve sosyalizmi kurmaya giriştiği bir “pratik ânı” değildi. Marksizm, bu eylemin kılavuzu olan, bu eylemi mümkün kılan bir teorik gelişime de uğruyordu, bir Leninizm tamlamasıyla ilerliyordu.

Tek ülkede olmuştu devrim. En gelişmiş kapitalist ülkede olmamıştı üstelik. Asya, Avrupa’nın önüne geçmişti. Feodal yapı orta yerde duruyordu. Kitaplıklarına gömülenler için, “somut koşulları olmayan” devrim, olmuştu gene de işte.

Bunu mümkün kılan, bazılarının sandığının aksine, Marks’ta ve Engels’te de rastlanan “emperyalizm” kavramının, “yeni, modern” niteliklerle, yeryüzünde bir “çağ” olacak düzeydeki hâkimiyetini analiz edebilmekti. Leninizme, “emperyalizm ve proleter devrimleri çağının Marksizmi” denilmesine yol açan temel faktör buydu.

Bu “yeni dünya”da, emek ile sermaye; kendi aralarında emperyalistler ve emperyalizmle sömürülen bağımlı ülke halkları arasındaki çelişmeler, devrim dinamikleri değişkenlerinin ve olanaklarının tanımlanmasında öne çıkıyordu.

Kuşkusuz, bunların arkasını doldurmak da, bir devrim analizi yapmak da, Lenin’i, Leninizmi anlatmak da bu sayfada mümkün değil. Bu nedenle, Lenin’in üç karakteristiği seçildi.

Tekrarlarsak, birincisi, Marks’ın “temel önermesi” ekseninde, her an yenilenebilir özünü kavramak. İkincisi, gerektiğinde eline forseps alıp, bunu pratiğe dökmekte tereddüt etmemek. Üçüncüsü, “emperyalizm çağı”nın bilimsel analizi.

Böyle bakınca, “emperyalizm” sözcüğünden tüyleri diken diken olanların asıl korkusunun ne olduğu netleşiyor. Bu sadece, “Yeni Dünya Düzeni”, “Globalleşme”, “AB potasında ergime” dolayımıyla “Pax-Amerikana” savunuculuğundan ibaret bir “olguyu tarihten silme” çabası değil. Marks’ı emperyalizmin yokluğuna tanık gösterme uğraşı, bunu Lenin’in uydurması olarak tanımlama eğilimi, bir analizin mümkün kıldığı sonuçtan korunma dürtüsünün ifadesidir. Emperyalizme karşı mücadele, emek-sermaye çelişmesinin bir tezahürü olarak, Lenin’i, devrimi anımsattığı için, sınıfsal bir refleksle gözlerini kapatmayı yeğlemeleri, son derece anlaşılır bir şeydir.

Hayat, bazen böyledir. Lenin’in olağanüstü renkli yaşamını, birikimini, edebiyat tadı veren polemiklerini, pratik sorunlardan teorileştirmelere varma yetkinliğini, sunduğu lider portresini, sosyalizmin haznesini zenginleştiren teorilerini, entelektüelle eylem adamının yekvücutlaşmasını, varsayalım, bisikletle kırda gezinme maceralarını, ille de “felsefe defterleri”ni anlatmak istersiniz. Ama bu adam, hep verili bir anda, o anın gerektirdiği halkayı tutmanızı öğütlemiştir. Buna uyarsınız.

Bir olgu, onu kullanabildiğiniz zaman, “sizin için şey”e dönüşür.

Lenin dedi ki: Emperyalizm vardır. Lenin dedi ki: Devrim mümkündür.

Bunlar, “kendinde şey” olarak kalamazlar...

* * *
Bir gece yatacaksınız, ertesi sabaha uyandığınızda, aradan 13 gün geçmiş olduğunu göreceksiniz. Jülyen takvimden Gregoryen takvime geçilmiştir ve tarihten 13 gün, buharlaşmıştır. Mesela, 1918 yılı itibariyle, Rusya'da 1917 Ekim Devrimi'ni yaşadığınız zaman dilimi, artık Kasım ayına aittir.

Ekinokstan filan pek anlamam, ama, Rusya'da, "geri kalan" Jülyen takvimden, "zamanı tutturan" takvime geçişi, yaşanan devrimin cilvesi gibi algılamak hoşuma gider. Yeni zaman dilimini yüzlerce yıl sonra da olsa, kabullenen bir ülkede, tarihte sıçrama, tarihsel sıçramaya uyarlanmıştır! Takvim, değişmek için, bu ânı beklemiştir... Rusya, yırtılan takvim yaprağıdır artık ve Sovyetler Birliği'nin sosyalizm tarihi başlamıştır.

Peki, bu sanal bir "zaman ayarı" değil de, meçhule karışan bir 13 gün olsaydı? Uykunuzdan, reel zaman dilimi olarak 13 gün sonra uyansaydınız?

"Sol" liberal ideologların inkârcılığına düşmeniz, "Jülyen" dönemde kalmanız mümkün olabilirdi. Takvim yapraklarını bıraktığınız yerden çevirmeye devam edebilir, bilgilerinizi tazeleme gereği duymayabilirdiniz. O 13 günde, Lenin diye bir adamın öncülüğünde, bir sınıf tarihi değiştirmemiş farzedebilirdiniz. Yani, bir pratik, teoriyi "kirletmemiş" sayılabilirdi. Marks'ta kalabilirdiniz.

Güzel şeydir teori. Adı üzerinde. Gerçeklikte sınanmamış düşünce. Yaşanan her krizde, Marks'a bol atıflar, yapıtlarının yeniden çok okunmaya başlaması, liberallerin "hakkını teslim etmesi", bu yüzden sakıncasız gibi görülür. Mehmet Altan, "ben zaten Marksistim" iddiasını ekranlardan tekrarlayabilir. "Küreselleşme"nin tüm arazları, Marks'ın tahayyülü doğrultusunda ilerleyen dünya mavalına yamanabilir. Bakarsınız, Marks, bir Nostradamus figürüne çevrilir, "bildiydi!" denir.

Teori güzel şeydir. Evrilip çevrilmeye açık kapıları vardır. Zamana direnen ve "yeniden yorumlanması" gereken noktalar saptayıp, çekiştirebilirsiniz sağından solundan. Sizin parçalar seçmenize ses çıkarmaz.

Ama pratik, öyle midir ya. Yaşanan, değiştirilemez bir somutluktur. Bir teoriyi alır durduğu yerden, uygular. Kirletir!

Ah'lar edilir, vah'lar edilir. Teorinin büyüsü bozulmuştur. Kuvveden fiile çıkan şey, akademik münazara konusu olma özelliğini kaybetmiştir.

Bundan kurtulmanın yoludur, takvimden 13 yaprak koparmayı reddediş.

"Ben yatarken, emperyalizm yoktu ortalıkta" deme hakkınız olurdu. Sınıf tahakkümü, diktatorya, bir öneriden ibaret kalabilirdi. Kabul etmezdiniz, olur biterdi. Zamanla revize edilebilirdi. Teoriye "sus payı" verebilirdiniz, bazı kısmi talepleri karşılar, "hadi bak, sayende oldu bunlar, aferin"le taltif edebilir, aşırı uçlarını törpüleyebilirdiniz. Uzlaşırdınız teoriyle.

Teori, yaşama geçirilmedikçe güzel şeydir, zihin açar.

Eski takvim hesabı Ekim, yeni takvimde Kasım, 13 güncük sürede, "yap" diyen teorinin hükmünü yerine getirme cüretini gösterince, ideologların, "yaptık sayılır"cılık kapılarını kapatmıştır.

Yeni bir dünya mümkün. Bunun bir felsefi söylemden çıkıp, "aha, işte!" diye parmakla gösterilir bir şey haline gelmesine yol açan pratikten öfkeyle söz edilmesi ve bunun mümkünlüğünü gösterdiğini unutturup, geri çekildiği dönemin sevinçle karşılanması, "oh" çekilmesi boşuna değildir.

Hazır "pratiğe dökme" başarısız olmuşken, o pratiğin teorisini, somut dünyanın analizleriyle eklenen "yama"lardan arındırıp, kendi başarısızlıklarına "yama"nacak yönlerini öne çıkarmakta beis yoktur artık. Üstelik bu sayede, bir ihtilal manifestosu içeren teorinin sınıfı da, yatıştırılabilir, onlara bir "haklı çıkma" payesi verilerek, "aynı gemide yolculuk" önerilebilir.

Ama, sanal bir zaman ayarından ibarettir Gregoryen takvim. Jülyen'le başlayıp onunla devam eden süreçte, yaşanan 13 gün vardır tarihte. Emperyalizm olgusunun analizinden, ezilen sınıfın iktidarı almaya kalkışmasından, adil bir sistemin yaşama geçirilmesinden, 13 gün geriye giderek kurtulmak da, teoriyle mümkündür, evet.

Teori güzel şeydir. Pratik olmasaydı.

Şimdi o 13 günün, teoriyi liberal ideologların elinde kirlenmekten kurtarmasının zamanıdır. Gerçek dünyadaki karşılığını göstermenin. "Proletarya diktatörlüğü"nden ibaret özünü, yalanın yüzüne çarpmanın.

Asaf Güven Aksel