Türkiye Barolar Birliği tarafından 6 Mayıs günü düzenlenen "Siyasi Davalarda Avukatlık" konulu panel hukukun siyaset tarafından belirlendiği, siyasi iktidarın projelerini yargı üzerinden hayata geçirdiği bir süreçte önemli bir etkinlikti. Siyasi davaların içerdiği hukuksuzluklar, keyfiliklere karşı avukatların bu süreçlerde verdikleri mücadele ve deneyim aktarımı açısından da verimli bir toplantı oldu.

Konuşma özeti;
Öncelikle 44 yıl önce bugün idam edilen Deniz, Yusuf, Hüseyin ve 5 yıl önce aramızdan ayrılan avukatları Halit Çelenk'i saygı ve sevgiyle anıyorum. 
Siyasi davalar, iktidarın muhalif her kesime farklı saldırı aracı olarak kullandığı bir zor aygıtına dönüşmüş durumda. Geçtiğimiz 10 yıllık süreçte açılan davalarda muhalifler "darbeci, bölücü, anarşist" vb. kavramlarla yaftalanarak tutuklamalar ve yargılamalarla baskı altına alınmak istendi. 
Siyasi davalarda önemli olan sanık/müşteki ve avukatının davaya yaklaşımı ve duruşudur. Siyasi davalar politik bir saldırı olarak değerlendirilmeli ve bu saldırının ancak politik bir karşı duruşma göğüslenebileceği unutulmamalıdır. Siyasi davalardaki politik duruş, siyasi bir bildiri okumak değil davanın stratejisini, savunma hattını politik bir bakışla değerlendirerek oluşturmaktır.
Siyasi davalar arasında bir "önem" sıralaması yapılması doğru değildir. Tek bir kişi de yargılansa, bu kişi hiç tanınmamış bir kişi de olsa bu davaları önemli kılan objektif niteliği olan politik olmasıdır.
Konuşmamın devamında Cumhurbaşkanına hakaret suçlarından bahsetmek istiyorum.  Bugün toplumun her kesiminden, her yaş ve cinsiyetten, her politik görüşten insanın yargılandığı en yaygın ve silaha dönüşmüş bir "suç" olarak ülke gündeminin en üst sırasında yer almaktadır.
Cumhurbaşkanına hakaret suçu hem ulusal hem uluslararası düzenlemelerin tamamına aykırılık içeren bir düzenlemedir. AİHM kararlarında devlet başkanlarına ayrıcalıklı koruma sağlayan düzenlemelerin AİHS 10. maddesine aykırılık içerdiğine dair birçok kararı bulunmaktadır. Yine Anayasanın Eşitlik ve Hukuk devleti ilkelerine de açıkça aykırı olan bu düzenlemeyle 2000'e yakın davada binlerce kişi yargılanmaya devam etmektedir.
Bu düzenlemenin Anayasaya aykırılığı konusunda yapılan itirazlar İstanbul 43. Asliye Ceza Mahkemesince ve Karşıyaka 7. Asliye Ceza Mahkemesince kabul edilmiş olup düzenlemenin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmuştur. Anayasa Mahkemesi 7 Nisan tarihindeki ilk incelemede dosyanın esastan incelemesine karar vererek iki dosyayı birleştirmiştir. 
Bu davalarda savunmanlık yapan avukat meslektaşlarımızın savunmalarıyla birlikte tarihe not düştüklerinin bilince olmaları büyük önem taşıyor. Bu davalarda Geziden, 17-25 Aralıktan, bombalı katliamlardan bahsedilmeksizin, iktidarın sorumluluğuna işaret edilmeksizin yapılacak savunmalar eksik kalacaktır. Ayrıca bu konularda müvekkillere yönelik suçlamalara karşı savunmanın olgusal dayanaklarını oluşturması bakımından da önem arzediyor. Hükmün açıklamasının geri bırakılması bu davalarda kabul edilmemeli, mahkemelerin daha rahat ceza vermelerinin yolu açılmamalıdır. Temyiz başta olmak üzere Anayasa Mahkemesi ve AİHM süreci tamamen tüketilmelidir.
Yine bu davalarda Adalet Bakanlığının mahkemeler üzerinde ciddi bir baskı kurma çabası sürüyor. İlk zamanlarda davaların sonucundan kendilerinin haberdar edilmeleri yönünde mahkemelere yazı yazana Bakanlık, son zamanlarda ise "yeniden yazı yazma ihtiyaç duyulmaksızın bütün duruşma tutanaklarının kendilerine gönderilmesini" istiyor. Bu yazıların tek anlamı Bakanlığın mahkemeler üzerinde tahakküm oluşturma çabasıdır.
Bir diğer önemli konu da bu davalarda avukatlık yapan meslektaşlarımızla adı konulmamış ve belli bir formu olmayan bir dayanışmanın ağının kurulmuş olmasıdır. Alınan kararların, dilekçe örneklerinin paylaşıldığı, dava stratejilerinin birçok meslektaşımızla ortak şekilde belirlediğimiz, mesleki dayanışmanın güzel bir örneğinin yaratılmış olması, bu saldırıların etkisini azaltmak açısından güzel bir dayanışma örneği oluşturuyor.

Av. Özgür Urfa


www.adaletbiz.com