12 Eylül döneminde Diyarbakır Cezaevi'nde yaşanan işkenceyle ilgili yürüttüğü soruşturma sürerken savcılığa ulaşan suç duyurularının sayısının iki bine yaklaştı. Diyarbakır başsavcılığının kararıyla Adli Tıp’ta yeniden muayeneden geçirilen bazı mağdurlarda 31 yıl önce gördükleri işkencenin kalıcı izlerinin saptandığı ortaya çıktı. İşkencenin tespit edildiği raporların gönderildiği savcılık bugüne kadar yüzlerce işkence mağdurunu Adli Tıp’a sevk etti.

Raporlarda, işkence nedeniyle vücudunda kalıcı hasar oluşanlarla ilgili net tespitlerin yapıldığı ve işkenceye bağlı olarak kalıcı sakatlıklarının bulunduğunun bildirildi.

78’liler Girişimi ise buna ek olarak cezaevinde kalan hemen herkeste psikolojik rahatsızlıklar bulunduğunu, kendi yaptıkları araştırmalarda bunu saptadıklarını belirterek, hazırladıkları raporları savcılığa teslim etti.

Adalet, İçişleri ve Milli Savunma bakanlıklarından 1980-88 arasında cezaevinde görev yapan personelin listesini isteyen savcılığın, Milli Savunma Bakanlığı’ndan gelen 14 kişilik listeyle, mağdurların bildirdiği 22 ismin örtüşmemesi üzerine, tam listeyi yeniden istediği de bildirildi. 78’liler Girişimi Sözcüsü Celalettin Can, Milli Savunma Bakanlığı’ndan gelen listenin 1984 sonrasında cezaevinde görev yapanların isimlerinden oluştuğunu belirtirken, asıl 1980-84 arasında görevli personelin isimlerinin bildirilmesi gerektiğini vurguladı.

12 Eylül döneminde işkence gören ve yıllarca cezaevlerinde kaldıktan sonra serbest kalan birçok kişiye ‘sintigrafi’ yöntemini kullanarak, işkence yapıldığını kanıtlayan Prof. Dr. Veli Lök, 30 yıl geçse de işkencenin kanıtlanabileceğine dikkat çekiyor.

Araştırma yöntemleriyle kişilerde işkencenin izlerini bulan ve bunun ‘İstanbul Protokolu‘yle, dünyada kullanılmasını sağlayan Veli Lök, daha önce ANF’ye verdiği demeçte, “O dönemde Diyarbakır Cezaevi’nde kalanlara da bu yöntem kullanılabilir ve işkencenin varlığı büyük oranda tespit edilebilir” dedi.

1 MİLYON KİŞİ İŞKENCEDEN GEÇTİ

İşkencenin varlığının üzerinden yıllar geçse de kanıtlanabileceğini söyleyen Lök’e göre 12 Eylül 1980 darbesiyle 1 milyon kişiye işkence yapıldı.

Lök, fiziki görüntünün 2-3 hafta içerisinde düzeldiğini, siyasal otoriteden korku, emniyet güçlerinin engellemesi, bilerek hatalı rapor verilmesi, bilgi eksikliği ve olanaksızlıklar nedeniyle ‘işkence görmemiştir‘ yönünde raporlar verildiğini hatırlattı..

SİNTİGRAFİ YÖNTEMİ

Lök’e göre, işkencenin bu kadar artış göstermesinin ana nedeni verilen raporların yetersizliği. ‘’İşkence vakalarında bizim çalışmalarımızdan önce yüzde 80’ine ‘işkence görmemiştir’ şeklinde rapor veriliyordu. Kişinin elinde bir rapor olmayınca, kişinin mahkemeye başvurması mümkün olmuyordu’’ diyen Lök, bu durumun işkencecileri koruduğunu belirtiyor.

Lök ve arkadaşlarının yaptığı çalışma sonucunda yüzde 80 negatif olarak verilen raporlar tersine döndü. Uygulanan sintigrafi yöntemiyle işkence tespit edilip raporlar vermeye başladılar. Bu çalışmalarla işkence kanıtlandı. İleri muayene yöntemleri işkencenin tespitinde kullanıldı.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı İzmir temsilcisi olan Lök sintigrafi yöntemini şu sözlerle anlattı:

‘’1989 yılında ilk vakamız geldi. Bu olayda, doğumhanede çalışan bir kişinin ‘çocuk kaçırma’ suçlamasıyla ağır işkence görmesiydi. Oysa bu olayla bir ilişkisi yoktu. Bu kişiyi muayene ettiğimizde ağır işkence gördüğünü tespit ettik. Ancak bu bayan maalesef daha sonra yaşamını yitirdi. Bugün yaşamının devam etmemesinin uğradığını işkenceye neden olduğunu söyleyebiliriz. Bu bayan hastaneden daha önce 3 rapor almıştı. Bu raporlarda ‘işkence görmediği’ belirtiliyordu. Bizim ‘işkence görmüştür’ şeklindeki raporumuzdan sonra bu kişi mahkemeye başvurdu. Mahkeme kadının işkence gördüğünü kabul etti. Fakat kadının işkencecisini tanımasını istedi. Bu mümkün olmuyor çünkü işkence yapılan şahısın gözleri bağlanarak işkence yapılıyor. Bu kişi daha sonra AİHM’e başvurdu ve Türkiye mahkûm edildi. Biz bu işkence vakasını sintigrafi yöntemiyle belirledik.

Sintigrafi yönteminde damardan radyoizotop madde veriyorsunuz ve vücuda dağılıyor. Daha sonra darbe alan yerde birikiyor ve biz de gama kamerayla bu bölgeyi tespit ediyoruz. İşkence bu şekilde gözle görünür hale geliyor. İşkenceciler bu duruma şaştı. O dönem falaka kalktı. Daha sonra kişilerin hayalarını sıkmaya başladılar. Biz bunu da tespit ettik, işkencecileri yine mahkemeye çıkarttık. Ondan sonra elektrik işkencesine başvurdular ama biz bunun içinde biyopsi yöntemini kullanarak tespit ettik. Bütün bu tespitlerimize psikolojik raporu da katarak güçlü bir raporlama yöntemi geliştirdik. Buna da ‘alternatif rapor’ ismini verdik. O tarihten itibaren çalışmalarımız bu alanda yeni bilgilerle donatılarak devam ediyor. Bizim geliştirdiğimiz bu yöntemler uluslararası kabul gördü. 1999 yılında bu çalışmalarımızı bir protokol haline getirdik ve Cenevre’de Birleşmiş Milletlere sunduk. İşkencenin tespitini gösteren İstanbul Protokolü artık, dünyanın birçok ülkesinde kabul gören bir materyal haline dönüştü.

ANF NEWS AGENCY