2015 katliamlarla dolu bir yıl oldu. Ölen bebekler buzdolabında saklandı, kentlerde bombalar patlatıldı, bir savaş tehlikesiyle yoğruldu halkın acıları. Bu korkunç şiddet koşullarından kadınların payına düşen, yitirmenin en korkunç, en yıpratıcı şekillerini görmek oldu. Özgecan Aslan cinayetinin toplum belleğine mıhlandığı bir yılı sindirmeye çalışırken bir diğeri neler getirecek tedirginliği içindeyiz. Bu ülkede gericilik, cinayetlerin dillendirilmesini, yaşama hakkının savunulmasını, cinayeti artıran sebepler arasında sıralama cüreti gösteriyor. Başbakan Davutoğlu’nun eşi Sare Davutoğlu’nun kadına yönelik şiddetin çözümü olarak muhabbet artırmayı önermesini henüz unutamadık. “Kadın cinayetleri dedikçe cinayetler neredeyse arttı.” sözünü küstahça dile getirebilen bir kadının yanına bir de, kadına şiddet konferansında Suriye rejimini durdurma çağrısı yapan kocası ekleniyor. Zihinlerde canlanan sahne ise, ne kadar korkunç olursa olsun, eksik. Daha bu bayat filmin figüranları var. “Medeniyet kadını önce kabından sonra yoldan çıkardı” diyen yandaş yazarı, kadına seçme ve seçilme hakkı verilmesini arızalı bulan kadın vekili, börek açmayı kadının en önemli görevlerinden sayan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı, annelik dışında bir kariyer düşünmemeyi öğütleyen Sağlık Bakanı derken bu çete genişliyor. 2015 Türkiyesi'nde Tayyip’e arkasını dönen kadınlar cinsel atıflar içeren bir nefretle karşılanıyor, öte yandan “bir kadın olarak susmak” telkiniyle sindirilmeye çalışılıyoruz. Bir yanda birimizin kurşunlanmış bedeni karnındaki bebekle soğuk bir merdivenin üstüne yığılıyor, diğerimiz yıllarca çalıştığı marketten gebeliği sebebiyle kovuluyor. Bu yazının yazıldığı saatlerde “reis­i cumhurumuz isterse onun zevcesi olabilirim, sahabe hazretleri de cihat eden peygamber efendimize zevcelerini ikram etmişlerdir” diyen bir kadın, öfkemizi katlıyor. Yılın son gününe kadar kim bilir kaç kadın ölümle boğuşacak, sokakta yalnız yürürken tedirgince arkasını kontrol edecek, tacizci patronuyla baş etmeye çalışacak. Bu düzen, kadına dört koldan saldırıyor; her saldırısı bir öncekinin kuvvetini aşarak. Ne yapmalı? Bu yıl dilediğimiz gibi olmadıysa, alıp elimize takvimi, geçmişte daha mutlu bir tarih mi aramalı? Gelecekten umudu kesip bir tavan arası yoklamasına girişmek mi bizi kurtaracak? Yeni yıl dilekleri, tertemiz bir sayfa açılacak diye bütün bu olan biteni sineye çekmeyi mi gerektiriyor? Öncelikle şunu kabullenmemiz gerek: Karşımızda duran karanlık, dizginleri kopmuş bir AKP gericiliğinden ibaret değil. Kulağımıza çalınan düşmanca sözler, gittikçe şiddetlenen bir krizden kurtulmaya çırpınan sömürü düzeninin büyük ahbaplarının ağızlarından dökülüyor. Bu düzenin yarattığı 2015 Türkiyesi'ne hakim olan karamsarlık, sömürü düzeniyle AKP düzenini birbirinden ayrıştırmayı, kurtuluşa kestirmeden yollar bulma arayışını beraberinde getirdi. Bütün siyasal alanın AKP eliyle belirlendiği bir dönemde, bu sömürü düzenini yeniden raylarına oturtacak bir siyaseti reddetmeye en fazla sebebi olanlardık. Kolaycı çözümlerin bu düzeni ihya edeceğini bilerek attık bütün adımlarımızı. Ancak böylelikle 550 kadın komünist, bu düzenin karşısında duran kadınların gür sesi, umudu oldu. Şimdi eşit, özgür bir yaşam inancını büyütmek için, mücadele kararlılığımızla karşılayacağız yeni yılı. Gülten Akın’ın dizelerini kahkahalarla besteleyecek, ölesiye saldıracağız bu düzenin üstüne. 2016’da Karadeniz’li Gönül Gülay'ın ısrarını kendi yaşam alanlarımıza uyarlayarak inançla yineleyeceğiz: “Buralar bizim ve buralar özgür kalacak. Ölsek de vermeyiz.”