Daha önce "MİT TIR'ları bana görüntüleri bana gelseydi ve yayın yönetmeni olsaydım yayımlardım" diyerek Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül'ün doğru davrandığını söyleyen Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu, iki gazetecinin casusluk suçlamasıyla tutuklanmasını "tarihi ayıp" olarak nitelendirdi. 

Bayramoğlu, "Gazetecinin bir haberi doğru bilmesi ve hissetmesi esastır. Mustafa Balbay ve Özden Örnek günlükleri de böyle, bu koşullarda yayınlanmadı mı? Gazeteciyi eksik bilgi vermekle, yanlı yorum yapmakla, yanlış haber vermekle eleştirebilirsiniz. Eğer durum buysa, bunun yaptırımı meslekidir" dedi.

Ali Bayramoğlu yazısını, "Gazeteciyi yanlı, taraflı, angaje bulabilirsiniz. Ancak etik kurallar içinde kaldığı takdirde bunlar doğaldır ve bir gazetecinin değerini ölçmezler. Değer ölçen ana kriter siyasi görüşler değildir, “ilkeler ve değerler”dir. O zaman esas, olan gerçek peşinde, (tanımı kimsenin tekelinde olmayan) demokrasi izinde yürümek, (iktidarcı, cemaatçi, muhalif) her tür faydacılıktan uzak durmaktır. Son söz: Dündar ve Gül'ün tutuklanması demokrasi ve hukuk açısından bir ayıptır" ifadeleriyle bitirdi.

Ali Bayramoğlu'nun Yeni Şafak gazetesinin bugünkü (28 Kasım 2015) nüshasında yayımlanan yazısı şöyle:

Siyasi bir rejimin niteliğine önemli kanıtlardan birisi yargının özgürlükler alanına yönelik tutumudur. Yargıç yorumlarında devlet karşısında bireyin, güvenlik karşısında özgürlüğün, siyaset karşısında hukukun güç kaybetmesi, rejimde otoriterleşme eğilimine işaret eder.

Türkiye son dönemde böyle bir rotada seyrediyor.
Can Dündar ve Erdem Gül'ün yaptıkları bir haber dolayısıyla tutuklanmaları ve tutuklanma gerekçeleri bu duruma yeni, açık ve vahim bir örnek oluşturuyor.

Dündar bu ülkenin önde gelen muhalefet gazetelerinden birisinin tanınan, bilinen yayın yönetmeni. Gül ise o gazetenin Ankara temsilcisi.

Suç nesnesi ise bir haber. MİT TIR'larına ilişkin görüntüler...
Yargı bu haberi ve yayınını, gerçeği yansıttığını düşünmemesine rağmen (bakınız başsavcılık açıklaması), "silahlı terör örgütüne yardım" (yani paralel yapıya) , "devletin gizli kalması gereken bilgilerini açıklama", "siyasal ve askeri casusluk". olarak değerlendirdi.
TIR öyküsünün, malum, birbirinin üstünü örtemeyecek iki boyutu var. İlki Bu TIR'lar kime ne götürüyorlardı tartışmasıyla ilgili. İkincisi cemaatin hükümete kurduğu pusu tartışmasına ilişkin.

Hükümete göre Türkmenlere insani yardım, muhalefete göre ise silah taşıyan konvoylara, cemaat siyasi iktidarı sıkıntıya sokmak için kendi savcı ve polisiyle baskın yapmış ve silah taşıma iddiasını ortaya atmış olabilir. Bu baskının, doğru ya da yanlış veya abartılı bilgi ve belgelerini bir şekilde yaymış, gazetecilere aktarmış olabilir.

Gazetecinin işi, denge değerlendirmesi yaparak siyasi ve faydacı bir şekilde hareket etmek değildir. İşin cemaat boyutunun üzerine gitmek de elbet gazetecinin görevidir, ancak diğer boyutu ne bu gereklilik, ne de o gerekliğin yerine getirilmemesi ortadan kaldırır.
Yasal olmayan, dolayısıyla yasal olarak devlet sırrı tanımına girmeyecek bir devlet eylemi iddiası bulunuyorsa, bunun bulgusu ve belgesi varsa, bu bulgu ve belgeler gazeteciye açık ve inandırıcı geliyorsa görevi onları yayınlamaktır.

Gazeteciliğin kamu yararı ve demokratik denetim ilkeleri ve meslek ahlakı bunu gerektirir.
Haber doğruysa bu yayın kimi devlet aktörleri, kimi siyasetçiler, hükümetler için vahim sonuçlar verebilir. Ancak bu sonuçları üreten gazetecinin haberi değil, o yasa dışı eylemin kendisidir. Gazeteci bundan dolayı suçlanamaz. Haber kaynaklarıyla özdeş kılınamaz. Haber kaynaklarının maksadı gazetecinin üzerine atılamaz. O haber hatalı ve yanlışsa, zaten siyasetçi rahatlar, fatura gazeteciye mesleki açıdan son derece ağır bir şekilde çıkar.

Doğru bir haberin yayınlanmasını kimilerinin yanlış bulması bu temel ilkeleri değiştirmez.
Ve bunlar olmadan özgürlük olmaz.
Yarım özgürlükle de demokrasi yürümez.

Can Dündar hakkında Cumhurbaşkanı Erdoğan suç duyurusunda bulunduğu zaman, 4 Haziran 2015 tarihinde bu köşede şunları yazdım:

“Bir cumhurbaşkanının bir haberle ilgili olarak yaptığı bir suç duyurusunun varlığı bile demokrasi açısından kabul edilemez ciddi bir durumdur ve ciddi sonuçlar doğurur.

Bu tür haller, devlet ve yürütmenin yargıya telkini ve müdahalesi olarak anlaşılır ve yaşanır. Üzerinde üniforma olan bir orgeneral siyasi iktidarı ayaküstü bile eleştirdiğinde nasıl kendi şahsının ötesinde bir gücü, bir tüzel kişiliği temsil ederse, nasıl böyle bir durum demokratik ülkelerde ciddi tepkilerle karşılaşırsa, bu, bir cumhurbaşkanı ve başbakan için de aynen geçerlidir…”
Geldiğimiz nokta, tutuklamalar, bu satırları doğrulamıyor mu, en azından bunları akla getirmiyor mu?

Bir söyleşide ise şunları söyledim:
“MİT TIR'larının görüntüleri bana gelseydi ve yayın yönetmeni olsaydım (doğruluğundan da emin olsaydım) yayınlardım. Eğer böyle bir haberin doğruluğundan eminseniz onu yayınlamamak ahlaksızlık olur. Haberin geldiği zamanı ve kaynağı da sorgularsınız ama bunlar ikincil konulardır. Can Dündar doğru olanı yaptı.”

Kanım hala budur ve kanımı belirleyen MİT TIR'ları, siyasi iktidar, cemaat hakkında görüşlerim değil, gerçeklik hissiyatımdır.
Gazetecinin bir haberi doğru bilmesi ve hissetmesi esastır. Mustafa Balbay ve Özden Örnek günlükleri de böyle, bu koşullarda yayınlanmadı mı?

Gazeteciyi eksik bilgi vermekle, yanlı yorum yapmakla, yanlış haber vermekle eleştirebilirsiniz.
Eğer durum buysa, bunun yaptırımı meslekidir.

Gazeteciyi yanlı, taraflı, angaje bulabilirsiniz. Ancak etik kurallar içinde kaldığı takdirde bunlar doğaldır ve bir gazetecinin değerini ölçmezler. Değer ölçen ana kriter siyasi görüşler değildir, “ilkeler ve değerler”dir. O zaman esas, olan gerçek peşinde, (tanımı kimsenin tekelinde olmayan) demokrasi izinde yürümek, (iktidarcı, cemaatçi, muhalif) her tür faydacılıktan uzak durmaktır.
Son söz: Dündar ve Gül'ün tutuklanması demokrasi ve hukuk açısından bir ayıptır.