1997’de, sırtımda çanta, boynumda fotoğraf makinesi, elimde defter-kalem Balkanları dolaşırken bir gece Bulgaristanın Razgrad

şehrinde kaldım. Ertesi gün ince bir yağmur eşliğinde Bulgaristanın Tuna başkenti Rusçuka doğru yola çıktım.

İlk durağım pehlivanlar diyarı, Koca Yusufların, Kara Davutların yetiştiği Ezerce köyü idi. Köyün orta yerinde, bahçe içinde bir kahveye girdim. Televizyonda Arif Sağ söylüyordu. Teypte İbrahim Tatlıses vardı. Kahvenin bir tarafı bar, bir köşesine de 4 oyun makinesi yerleştirilmişti.

Kahvenin sahibi Ali Tarakçı 1989’da Türkiyeye gelmiş. Tekrar dönmüş. Aklı yine Türkiyede. Konu tarihe gelince, Osmanlı-Rus savaşının en kanlı bölümleri hemen üstümüzdeki İnançayırda geçtidedi.

Çay içiminden sonra İnançayıra çıktık. Ali Tarakçı, havuz derinliğindeki doğal bir çukurun önünde durdu, daha dün olmuş gibi anlatmaya başladı:

Sabaha karşı Ruslar saldırmış. Bizimkiler hazırlıksız. İşte bu gördüğün çukur kanla dolmuş. Buraya bir manda düşmüş, başını yukarıda tutarak kanda boğulmaktan kurtulmuş. İşte bu kadar çok kan akmış.”

Ali Tarakçı, 1877-78’de Osmanlı-Rus Savaşından sanki dün olmuş gibi söz ediyordu. O gün defterime şu notu düşmüştüm:

Tarihteki en yeni olay, halkın belleğinde en çok yer etmiş olandır.

***

Osmanlı-Rus savaşından 35 yıl sonra 1912de patlak veren Balkan Savaşı, hem yarımadanın hem de Osmanlı İmparatorluğunun tarihinde çok önemli bir dönüm noktası oldu.

Balkan Savaşının 100. yılı nedeniyle, konu aylardır geniş bir yelpazede işleniyor. 600 yıl boyunca Osmanlı yönetiminde kalmış toprakların 6-8 ayda kaybedildiği, İstanbulun bile tehdit altına girdiği düşünülürse, Balkan Savaşının çok boyutlu ele alınması doğaldır.

Kaldı ki Balkan Savaşı bugün için de dersler içermektedir.

Önce savaşın boyutlarını özetleyelim.

Balkan Savaşının 3 ana unsuru vardı; Balkan halklarının varlık ve büyüme kaygısı, büyük devletlerin bölge planları, Osmanlının çırpınışı...

Daha bağımsızlık mücadelesinin başlamasıyla birlikte, her ulus kurduğu devletin başına büyük tanımını koymaya girişti; Büyük Sırbistan, Büyük Bulgaristan, Büyük Makedonya... Tümü tarihteki ve bugün hak ettikleri en geniş toprağı istiyordu. Bu nedenle her biri ötekiyle savaşa tutuştu. Ortak hedefse Osmanlıydı.

Bölgeyle ilgili büyük devletler tek tek güçsüz devletlerin çıkmasını istiyorlar ama bölgeye hâkim güçlü bir devlet istemiyorlardı. Örneğin savaşın ortasında Sırbistan Arnavutluk topraklarına yönelince, Avusturya ve İtalya hemen Arnavutluka bağımsızlık verilmesini kararlaştırdı.

Bu çok yönlü savaşın ortasında kalan milyonlarca Türk öldü ya da Anadoluya göç etmek zorunda kaldı.

Osmanlı bu savaşa hazırlıklı olup stratejik bir planlama yapma iradesinden uzaktı. Sadece kişisel, yerel başarılar, direnmeler gösterilebildi. Bunda önemli etken İstanbuldaki idari yapının dağınıklığıydı.

***

21. yüzyılın başından 20. yüzyılın başına bakarsak, yukarıdaki satırlarda vurguladığımız gibi, bugün için de dersler çıkarabiliriz.

Bereket ki Balkanlardan son dönemde kan kokusu gelmiyor. Ancak tam bir barış havasının estiğini söylemek de güç. Balkan ülkelerinin aralarındaki ilişkilerde bugün de belirleyici etken, uluslararası dengeler ve büyük devletlerin bölge hesapları. Ne olursa olsun Türkiyenin kaderi de bölgeyle yapışık. 1992-1995 arasındaki Saraybosna iç savaşını anımsayalım; konu, Türkiyenin içindeki bir sorun kadar yakıcıydı.

Bir mahallede, evlerden birinde yangın çıksa tüm mahalle tedirgin olmaz mı?

Balkanların 1990lı yıllardaki acıları ve büyük devletlerin tutumları da ayrı bir yazı konusu... Türkiyenin batısındaki o acılar dinmeden, 2000li yıllarda, benzeri güneyimizde yaşanmaya başladı. Bugün de Suriye bir başka türlüsünü yaşıyor. Biz de payımızı alıyoruz. Her şey bir yana, 100 bini aşkın Suriyeli sığınmacımız var.

İçimizde olduğu kadar etrafımızda da önce barışı istemek bizim de çıkarımıza.

En kötü barış bile savaştan iyidir.

Akan kan kurumuyor.

Aradan 100 yıl geçse bile...