Avukatların büyük çoğunluğunun hayatından, mesleğin dış dünyaca algılanışından ve mesleğe dış dünyanın tutumundan memnun olmadığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Peki avukatlar ne zaman kaybetti?

Avukatlar, “Tanrı öldü.” diyemedikleri zaman kaybetti, diyemedikçe de kaybetmeye devam edecektir.  Sevgili hakim Dr. Orhan Gazi ERTEKİN’in yargıya ilişkin genel deyimi olan “Tanrı öldü.” denilememesi sorununun en kanlı sonucuna yol açan türü avukatların “Tanrı öldü” diyememesidir.

Neyin tanrısıdır bu? Neden öldürmek gerekir?

Okumuşların adalet saraylarında suni olarak kağıtlara döktükleri adaletin dış dünyada karşılık bulmasını engelleyen tiyatro perdesinin sahibi ve dahi yazarıdır yargının tanrısı.

Yargının üç kurucu unsuru olduğunu söyleyerek onları kandıran, -tıpkı Kayser Söze için çalışanların onun için çalıştıklarını bilmemesi gibi- neye nasıl hizmet ettiklerini düşünmelerini engelleyecek derecede suni sorunlarla onları yoran ve nihayet üç kurucu unsuru da elinde tutan bir tanrı bu.

Günümüz Türkiye’sinde belki hakim ve savcılar için –bir kısmının avukatlar için de makul sayılabilecek başkaca birçok dünyevi sorunun onları sarmış olması nedeniyle- tanrıyı öldürmek belki bir nebze daha zor veya kimi zaman ise tasavvur dahi edilemeyen, başkaldırı sayılacak bir suikast niteliğine sahip olabilir. Ne var ki avukatlar, onlardan belirli bir noktada ayrılmalıdır.

Burada avukatlık tarihini, avukatlığın varoluş amacını ve –her meslekte olduğu gibi- onu diğer mesleklerden ayıran belirleyici yönünü iyi kavramak gerekmektedir.

Avukatlığın belirleyici yönü, bireylerin bireylerarası ekonomik temele dayalı çıkar anlaşmazlıklarında dilekçecilik yapmaktan öte, devlet aygıtının hangi şekilde olursa olsun mutlaka var olması gereken farazi anlaşmaya –yoksa devletin şiddet uygulama tekelini kabul etmek ahmaklık olacaktır- bağlı kalıp kalmadığını denetlemek, bağlı kalmaya zorlamak, zorlama yollarını çeşitlendirmek ve geliştirmektir. Zira diğer varsayımda avukat mali müşavir ile benzer değerler arası denge kuran bir öge olacaktır. Oysa ki mali müşavirin belirleyici yönü ise paranın devlet ve birey arasındaki dengesini sağlamaka,  vergi ve mülkiyet hakkı menfaatleri arasında devlet ve bireyi uzlaştırmaktır. Avukat ise asla devlet ve birey arasında olmaz, o bireyin yanındadır.

Tarihsel işlevini günümüze –ekonomik değişkenlerin etkisinden olabildiğince saklayarak- uyarladığımızda, avukatların yetiştirilen bu tanrıya itaat ve ibadet etmeleri nedeniyle mesleğin belirleyici yönünün –birtakım istisnalar hariç-  giderek silikleşmeye başladığına şahit olmaktayız.

Avukatlar; hakimleri, uygulanan hukuku, fiili uygulamayı ve nihayet sistemi değiştirmek görevi ve yetkisi ile donatılmalarına rağmen; hakimler, uygulanan hukuk, fiili uygulama ve sistem onları değiştirmektedir.

Değiştirmeleri gereken sistemin onlara sunduğu kanuna aykırı yönetmelik bazında meseleyi tartışmanın, karşı tarafın hukuka aykırı tezini meşru kabul ettiğini ve tartışma platformunu hukuku çiğneyen tarafın belirlediğini görememeyi başka nasıl açıklayabiliriz yoksa? Oysa tümden, kesin reddediş halinde tartışma platformunun yeniden belirlenmesi söz konusu olacaktır ki bu evrede avukat, yargının en güçlü ve donanımlı sujesidir.

Ne var ki bu donanımlarının farkında olmayan avukat, ancak çok iyi silahlarla donatılmış ve çatışmayan, gittikçe bu silahların yük olmaya başlaması nedeniyle yorgun ve sonunda esir düşen asker gibidir.

Hiçbir hakim, aynı sanık hakkında her gün tutukluluk halinin devamına karar veremez iken; tüm avuktlar her gün tahliye talepli dilekçe sunabilir. Hiçbir avukat –istisnalar dışında- gerekçe sunmak zorunda değil iken, hakim tüm kararlarını gerekçelendirmek zorundadır. Gerekçesiz kararlara karşı tanrıdan korkarak susan avukat, bir süre sonra hakimin gerekçesizliğini benimser ve rolünü kaybeder.

Avukatların tanrıyı öldüremediği noktalardan biri de sabırsız olmaları ve sinirsel hakimiyete sahip olamamalarıdır. Herhangi bir talepte bulunmalarının, yalnızca adının “talep” olduğunu, esasen ‘bunu istediklerini’ ileri sürdüklerini kavrayamayan avukatlar, birçok benzer eylemin sonuca ulaşmadığı gerekçesiyle talep etmekten vazgeçmektedirler. Oysa ki, talep işlev anlamında, muhataba ulaşmakla işlevini tamamlamıştır ve sonuç beklentisi uzun vadeyi kapsamalıdır. Birçok değişim, uzun uğraşlar sonucu gerçekleşmiştir. Derhal sonuç gerçekleşmeyeceği zannıyla ve yaygın inancıyla talep etmemek, icat için doğru zamanı bekleyen mucit adayı gibi davranmaktır. Oysa ki, avukat fen bilimci değildir ve somut, doğrudan ve bireysel sonuçlar beklememelidir.

Avukatların, tüm yargı fetişlerinden kurtulması, kısıtlayıcı yasa, yönetmelik ve idari teamüllerden sıyrılması, kendini dışarı koyup sisteme karşı uyumcu değil; denetleyici bakabilmesi ve tüm bunları yaparken tarihsel rolünü ve sahip olduğu yaratıcı gücü kullanması gerekir. Ancak bu şekilde –tanrıyı öldürerek- başka ve gerçek bir avukatlık mümkün olabilecektir.



Av. S. Deniz ÇELİKKAYA

Bu yazı Avukat S. Deniz ÇELİKKAYA tarafından www.adaletbiz.com sitesi için kaleme alınmıştır. Aktif kaynak gösterilmeden yayımlanamaz.