Darbeleri en iyi anlatan tanımlar halkın aklında kalan tanımlarıdır. 12 Eylül denilince de akla hep darbe lideri generalin “Asmayalım da besleyelim mi” sözü gelir. 12 Mart’ın sloganı ise “Bu anayasa bize bol” idi. “Bol” dedikleri anayasa, 27 Mayıs askeri darbesinin ırkçı liderlerinin etkisizleştirilmesi ve akademinin yoğun çabasıyla gerçekleşmişti.

Aslında bol falan da değildi. Eni konu yetersiz olduğundan, özellikle komünistlere ve Kürtlere kapalılığından söz edilebilirdi. O anayasanın bir ölçüde geniş yorumlanabilmesi de uzun ve çetin geçen bir toplumsal mücadeleyle gerçekleşebilmişti. Bu nedenle 12 Mart ve 12 Eylül’ün temel misyonu, yüz binlerce kişiyi hapsederek, işkenceden geçirerek, onlarcasını asarak sosyal harekete hayat veren solu, Türk - Kürt demeden kırmak olmuştu.

***

Şimdi bize paket paket sunulan ve arkasının geleceği söylenen “demokrasi” ise 12 Eylül faşizminin oluşturduğu zeminde hayat bulan, muhafazakâr olmaktan daha fazlasına adım adım ilerleyen partinin, janjanlı ve zamanı gelince bir bir uygulanacağı açıklanmış gündeminin demokrasisidir.
Bu
“demokrasi paketi”nin temel iki dayanağı var: Bunlardan birincisi, Kürt siyasi hareketi ile yürütülen pazarlıkta ve seçimlerde işe yarayacağının umulması, diğeri Türkiye’nin daha muhafazakâr bir ülke haline getirilmesi için yapılması gerekenleri içermesidir.
Kürt siyasi hareketinin bu maddelerle yetinmesi mümkün görünmüyor. Bu paketteki maddeler çoktan geride kalmış, aşılmış, sembolik olma değerlerini çoktan yitirmiş konuları ısıtmaktan başka anlam taşımıyor. Örneğin Kürt alfabesinde ama aynı zamanda bütün Batı dillerinin alfabelerinde bulunan harflerin
“serbest bırakıldığının” ilan edilmesi gerçekten de komediden başka bir şey değildir. Bu “devrim”in Batı dillerinden aktarmalarda zaten bu harfleri kullanan Türkçeye bir zararı yok; Q, W, X’e Türkçenin değil Kürtçenin ihtiyacı var ve Kürtçeyi yasaklamak gibi bir ilkellikten kurtulmuşsanız, o harfler kullanılmadan Kürtçe yazmanın olanaklı olmadığını da bilirsiniz.
“Harflere özgürlük”le “sürecin kesintiye uğramayacağı” mesajının verilmek istendiği anlaşılıyor. Ama nasıl?

***

Burada demokrasi açısından sorun, Kürt siyasetçilerin demokratikleşmeyi yalnızca kendileri için mi, yoksa hep söyledikleri gibi tüm Türkiye için mi istedikleridir. Türk demokratları, aydınları, solcuları, sosyalistleri, komünistleri, Kürt siyasetçilere, siyaset sahnesinde ve toplumdaki iç içeliği de anımsatarak, Taksim’de demokrasi ile Diyarbakır’da demokrasinin birbiri ile sıkıca bağlı olduğunu sık sık hatırlatıyorlar. Gezi Direnişi sırasında kimi Kürt politikacılarda “aman süreç tehlikeye girmesin” yaklaşımının egemen olması onlarda hayal kırıklığı yaratmıştı. “Demokrasi paketi” karşısındaki tutumları da benzer bir hayal kırıklığına yol açabilir.

***

Gerçek şu ki Türkiye demokratikleşmeden hak ve özgürlüklerin etnisite temelinde alınması verilmesi, belli bir coğrafyayla sınırlandırılması olanaklı değildir.
İstanbul’da olmazsa Diyarbakır’da da olmaz.
Hiç mi olmaz? Teorik olarak
“hayır olanaksızdır” denilemez kuşkusuz. Ama o zaman “Birlikte yaşayacağız, birlikte demokrasiyi kuracağız, laik ve demokratik cumhuriyetin özgür insanları olacağız” söylemi geçerliliğini yitirir.
İslamcı bir Ortadoğu ülkesi modeli ise Kürt siyasetine demokratik bir gelecek vaat etmez. Yok eğer
“böyle modeller de bizim amaçlarımıza uygundur ve zaten amacımız budur” deniliyorsa kuşkusuz söylenecek pek fazla bir şey yoktur.

Cumhuriyet