Olaylar, günler, haftalar, aylar rüzgar gibi uçup gidiyor ve hapiste olanlar, “orada tutulmalarının doğru ve haklı, hukuka uygun ve adil olup olmadığı” bile artık tartışılmıyor. Herkes “yeni bir yıl”a hazırlanırken onlar için “hiçbir yıl”ın önemi ve anlamı kalmadığını kimse düşünmüyor. Hepimiz, hepiniz kendimizi sadece “o günün” olaylarına kaptırmış gidiyoruz.

Oysa onlar çırpınıyorlar, mektup üstüne mektup geliyor; “ortada büyük bir haksızlık var, biz neden buradayız, neden kimse sesimizi duymuyor” diye.. Onlar.. Kim bilir kaç bayramı, kaç yeni yılı “büyük bir haksızlığa kurban gittiğine inanarak” demir parmaklıklar arkasında geçirmek zorunda kalmış olan “darbe ihtimali mağdurları”..

OLMUŞ DARBE, OLMAMIŞ DARBE..

Onlar.. Cumhuriyet tarihinin en büyük darbelerini yapan, muhtıralarını verenler serbest iken “yapılmamış darbe”nin iddiasıyla, “bilirkişi raporları” bile dikkate alınmadan, “ben bu soruşturmaların delillerine ilave yapıldığını gözlerimle gördüm” diyen kişiler “tanık olarak” dinlenmeden (mesela “Matkap” davası sanığı olarak 5 yıl tutuklu kalıp bırakılan Orhan Aykut’un açıklamaları gönderilmiş, mahkeme neden “tanık olarak” dinlememiş anlaşılır gibi değil) ama imzasız mektuplara güvenilerek ya da “virüslü bilgisayarlar” delil sayılarak yıllarca “tutukluluk” adı altında hapis tutulanlar.. Veya 18-20 yıl hapis cezası verilenler..

***


“Ergenekon tutuklusu” olarak 4 yıldır hapiste bekletildiği halde, (hakkında ciddi soru işaretleri olan) bir hahamın iddialarıyla başlatılıp “milyonlarca sayfalık dosyalar” oluşturulduğu halde bunca zamandır ortaya “böyle bir örgütün varlığı”nın kesin kanıtı olarak bir şey konmamış olan (tanık olarak dinlenen eski Mit Müsteşarı Şenkal Atasagun Ergenekon raporu ve şeması için “saçma sapandı, komik buldum” demişti) ve buna rağmen hala cezaevinde bulunanlar..

***


“28 Şubat döneminde Batı Çalışma Grubu’yla filan hiçbir ilgim olmadı, ne orada görev aldım, ne giriş kartım vardı, bunları ilk kez görüyorum” demesine rağmen ve 28 Şubat kararları “dönem hükümetinin de bulunduğu MGK’da alınmasına, 28 Şubat’tan sonra Hükümet (daha çok Tansu Çiller’in ‘kendisi başbakan olmak istediği için’ yaptığı baskılar sonunda Erbakan’ın Başbakanlığı bırakmasına kadar) hiçbir değişiklik olmadan 3 ay görev başında kalmasına ve demokrasinin kesintiye uğramamış olmasına rağmen “28 Şubat tutuklusu” olarak cezaevinde bekletilenler..

Çırpınıyorlar; “biz neden buradayız” diye.. “Sesimizi duyan yok mu” diye..

SONER YALÇIN NEDEN ORADA?

Düşünün; Oda tv davasında sitenin yöneticilerinin çoğu, diğer gazeteciler serbest bırakıldı ama örneğin Soner Yalçın aynı davanın tutuklusu olmasına rağmen o hala içerde.. “Neden” diye soruyorsunuz, cevap; “tutukluluğunun devamına..” Neden “devamına”? Hukukta bunun bir açıklaması olması gerekmiyor mu? Ailesinin, toplumun bilme hakkı yok mu? Mustafa Balbay, Mehmet Haberal ve benzer durumda olanlar daha kaç ay, kaç yıl “tutukluluk” çekecek, mahkum olmadıkları halde esaret yaşayacak bilme hakkı yok mu?

‘HUKUK DEVLETİNDE OLMAMASI GEREKEN’

Cezaevlerinden gelen mektuplar arasında “Deniz Kuvvetleri”ne mensup amirallerden, albaylardan gelen ve “toplu imza” taşıyanlar var.. TSK’dan tasfiye edilmeleri istendiği için 324 kişi hakkında hüküm verildiğini iddia edenlerin yazdıkları bazı notlar şöyle;

-Başbakan’ın “devlet içinde devlet oldular” sözüyle, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın ise “Hukuk devletinde olmaması gereken mahkemeler” şeklinde tanımladığı Özel Yetkili Mahkemelerden birinin baktığı (hukuk devletinde olmaması gerekiyorsa neden hala var, bunun da cevabı verilmiyor), Balyoz Davası’nda;

-İftira mağdurlarının bir hard disc veya CD’nin içindeki ‘imzasız sahte dijital veri’ de ismi geçtiği için haksız ve hukuksuz olarak tutuklandığını..

-İftira mağdurlarının “lehine olan deliller”in Cumhuriyet Savcılığı’nca “16 ay savunmadan gizlenerek” adli emanette saklandığını ve “lehte bilgilere rağmen” iddianameye “tam tersi anlamlar” içerecek ifadeler yazıldığını, avukatların bu konuda HSYK’ya yaptığı suç duyurularının sonuçlandırılmadığını..

-İftira ürünü dijital verilerin “sahte olup olmadıklarına ilişkin denetim”in mahkemece yaptırılmadığını ve bu konudaki “savunma” taleplerinin sürekli reddedildiğini..

- Savcılık tarafından, CD’lerin incelenmesi için bir TÜBİTAK çalışanının “ismen talep” edildiğini ve “görevlendirme yazısı çıkmadan önce” CD’lerin kendisine teslim edildiğini..

-Dünyanın çok değişik saygın adli bilişim kurumlarından ve uzmanlarından alınan bilirkişi raporlarının (toplam 23 adet rapor) TÜBİTAK raporlarından farklı olduğunu ve TÜBİTAK raporlarındaki eksik ve yanlışları ortaya koyduğunu.. (Ki Oda tv davasında mahkeme başkanının kendisi TÜBİTAK hataları yüzünden yanlış karara yöneltildiklerini söylemişti.)

-Savcılık tarafından duruşmalara getirilen ve hepsi de “sanıklar lehine” ifade veren tanıkların beyanlarının kabul edilmediğini..

ADİL YARGILAMA

Bunları ve daha birçok haksızlıkları sayıyor ve sonunda “Tüm bunlara adil yargılama diyebilir misiniz” diye soruyorlar. “Hukuka aykırılıkları nedeniyle kapatılmasına karar verilen Özel Yetkili Mahkemelerin hala (ellerindeki) davalara bakmaya devam etmelerine izin verilmesi ‘hukuka aykırı davranışlara devam edilmesini hoş görmek’ değil midir, nasıl olabilir?” diye soruyorlar.

“Biz asrın iftira davası mağdurlarıyız, uğradığımız zulme karşı dayanma gücümüzü gerçeklerden alıyoruz. Masum olduğumuzu belgeleyen gerçekleri hiçbir güç değiştiremez” diyorlar.

Ve bunları “Milletimize açık mektup” olarak yazmışlar. Yeni yıl öncesinde okumak, hatırlamak gerekir diye düşündüm. Yazdıkları bazı dijital çelişkileri de yakında paylaşacağım.