Yargıtay 15. Ceza Dairesi, daha önce babasından ölüm aylığı almak için kocasından hileli boşanan ve hakkında "dolandırıcılıktan" hapis cezası verilen kadınların cezasını bozmuş ve "kişilerin birlikte yaşamaya özgür iradeleri ile karar verebileceklerine" vurgu yapmıştı. Dairenin bu kararı üzerine yerel mahkemeler artık dolandırıcılıktan dava açılan kadınlar hakkında beraat kararı veriyor. Ancak Sosyal Güvenlik Kurumu, kadınlar hakkındaki beraat kararlarını temyiz etmeye devam ediyor.

BU KEZ BERAAT ÇIKTI
Düzce'de vefat eden babasından yetim aylığı almak için eşinden muvazaalı boşanan ve aynı evde yaşadıkları tespit edilen çift hakkında dolandırıcılık suçundan dava açıldı. Çiftin, hileli boşanarak, aynı evde yaşamaya devam ettikleri, Sosyal Güvenlik Kurumundan maaş aldıkları ve haksız menfaat sağladıkları iddia edildi.
Dairenin daha önce verdiği kararlar nedeniyle Düzce Ağır Ceza Mahkemesi, sanıkların beraatına karar verdi. Bu kararın SGK tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 15. Ceza Dairesi geçen hafta bir karar daha verdi.

DOLANDIRICILIK DEĞİL
Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için, failin bir kimseyi kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp, yarar sağlaması gerektiği belirtilen kararda, hilenin nitelikli bir yalan olduğu vurgulandı. Fail tarafından yapılan hileli davranışın belli oranda ağır, yoğun ve ustaca, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte bir takım hareketler olması gerektiğine işaret edilen kararda, "Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır. Hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal olarak değerlendirilmeli, olayın özelliği, mağdurun durumu, fiille olan ilişkisi, kullanılan hilenin şekli, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır" ifadesi kullanıldı.
Türk Ceza Kanununda, kamu kurum ve kuruluşlarını zarara uğratacak şekilde dolandırıcılık suçunun işlenmesinin, nitelikli hal kabul edildiği hatırlatılan kararda, bu nitelikli halin oluşması için eylemin kamu kurum ve kuruluşlarının mal varlığına zarar vermek amacıyla işlenmesi gerektiği kaydedildi.
Zarar vermenin, kamu kurum ve kuruluşlarından hakkı olmayan bir parayı almak ya da bir borcu geri ödememek şeklinde olaleceği belirtilen kararda, "Bu suçun zarar göreni kamu kurum ve kuruluşunun tüzel kişiliğidir. Kamu kurum ve kuruluşlarının zarar görmesi söz konusu değilse bu suç oluşmayacaktır. Dolandırıcılık suçunun kamu yararına çalışan hayır kurumlarının zararına işlenmesi madde kapsamında değildir" değerlendirmesinde bulunuldu.

ULUSLARARASI SÖZLEŞME VURGUSU

Milletlerarası anlaşmaların kanun hükmünde olduğuna ve Anayasanın 90. maddesine göre de milletlerarası anlaşmaların kanunlardan üstün tutulacağına işaret edilen kararda, buna göre, iç hukukta doğrudan hukuksal sonuçlar yaratan uluslararası sözleşmelerin, yasalar üstü konumda oldukları ve iç hukukun bir parçası olarak yürütmeyi ve yargıyı bağladığı vurgulandı. İç hukukun parçası AİHS'in, insan haklarının korunması ve haklara yönelik ihlallerinin engellenmesini amaçladığı belirtilen kararda, "İnsan hakları, insan onurunu korumayı, insanın maddi ve manevi gelişmesini sağlamayı amaçlayan haller olup, insanın doğuştan var olan hak ve özgürlükleridir. Bu haklar, hak sahiplerini yetkili bir konuma getirirken, devleti ve diğer üçüncü kişileri o kişinin hakkına saygılı olma yükümlülüğü altına sokar" ifadesine yer verildi.
AİHS'in 1. maddesine göre, sözleşmeye taraf devletin, hangi yolla olursa olsun sözleşmede öngörülen haklara riayet yükümlülüğü bulunduğu, 2. maddesine göre her ferdin yaşama hakkının kanunun himayesi altında olduğu hatırlatılan kararda, AİHS'in 3. maddesinde, hiç kimsenin aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamayacağının, 8. maddesinde ise herkesin özel ve aileyaşamına saygı gösterilmesi hakkına sahip olduğunun öngörüldüğü ifade edildi.
Sözleşmenin, özel ve aile yaşamına, haksız ve keyfi müdahalelere karşı bireyi koruduğu vurgusu yapılan kararda, şu tesptilere yer verildi:
"Özel yaşam, bireyin içinde kişiliğini oluşturabileceği ve geliştirebileceği bir alanın garanti edilmesidir. Geniş manada tanımlanan aile, anne-baba ister meşru isterse gayrı meşru olsun bunların çocukları ile olan ilişkilerini içermektedir. Aile yaşamına saygı hakkı, anne-baba arasındaki ilişki sona ermiş artık birlikte yaşamıyor veya boşanmış olsalar bile çocukla eşler arasında birlikte yaşama ve kişisel ilişki kurma hakkını da içermektedir.
AİHM'in pek çok kararında tanımladığı gibi bir davranış eğer kişilerde aşağılık duygusu yaratıyorsa ve onları küçük düşürecek veya alçaltacak nitelikte ise aşağılayıcı muameledir. Bu muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı nitelikte olup olmamasında rol oynamakla beraber kişinin kendi gözünde küçük düşmesi yeterli sayılmaktadır."

HUKUKİ İHTİLAF

Kararda, davaya konu olayda, sanığın resmi nikahlı evliyken vefat eden babasından yetim maaşını alabilmek için muvazaalı olarak kocasından boşandığı ancak aynı evde birlikte yaşamaya devam ettikleri, SGK'dan maaş almak suretiyle haksız menfaat temin ederek kamu kurumunu dolandırdıklarının iddia edildiği kaydedildi.
Hukuken geçerli bir mahkeme kararıyla boşandıktan sonra, eşlerin bir arada yaşamasını engelleyen, birlikte yaşamanın suç olduğuna dair kanuni bir düzenleme bulunmadığı ifade edilen kararda, bu durum karşısında, eşlerin bir arada yaşamasının, boşanmanın maaş almak amacıyla yapıldığının ve hileli davranışın kanıtı olamayacağı vurgulandı.
Kararda, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun ilgili maddesinde, bu durumu tespit edilenlerin gelir ve aylığının kesileceği ve ödenmiş tutarların geri alınacağının öngörüldüğü, bu konuda cezai düzenlemenin bulunmadığı kaydedildi.
Sanıkların eyleminin hukuki ihtilaf mahiyetinde olduğu gözetilerek, dolandırıcılık suçunun yasal unsurlarının oluşmadığına yönelik yerel mahkeme kararında, Anayasa, AİHS ve kanuni düzenlemeler dikkate alındığında bir isabetsizlik görülmediği bildirildi. (aa)