Daire:20
Tarih:2012
Esas No:2012/3737
Karar No:2012/14278
Kaynak:
İlgili Maddeler:
İlgili Kavramlar:orman, tazminat
T.C.
YARGITAY
20. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2012/3737
KARAR NO: 2012/14278

Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ: Gölcük 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 25/01/2012
NUMARASI: 2011/133-2012/42
DAVACI : Hatice Şirintaş ve Ark.
DAVALI : Hazine

Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davalı Hazine tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacılar Hatice Şirintaş ve arkadaşları, 22.02.2011 havale tarihli dilekçeleriyle murisleri Mehmet Esat Şirintaş adına kayıtlı Değirmendere Köyü, 2619 ve 2635 sayılı parsellerin edinilmesi ve kullanılması sırasında devlet tarafından hiç bir müdahaleye uğramadıkları ancak, yapılan orman kadastrosunda orman sınırları içinde bırakılmaları nedeniyle açtıkları davanın kısmen kabulüne, 2619 sayılı parselin tamamen, 2635 sayılı parselin ise 1480 m2 yüzölçümündeki bölümünün orman olarak sınırlandırılmasına ve tapu kayıtlarının iptaline karar verildiği, tapuya güvenerek edindikleri mülkiyet haklarının ihlal edildiği, bu şekilde zarara uğradıkları, fazlaya ilişkin hakları kalmak kaydıyla şimdilik 10.000,00.- TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek kanunî faiziyle birlikte davalı Hazineden alınarak kendilerine verilmesi için ayrı ayrı dava açmış, 24.01.2012 günlü davasını ıslah ederek tazminat miktarını 44.592,00.- TL'ye yükseltmiştir. Mahkemece davanın KABULÜNE; 44.592,00.- TL tazminatın davalı Hazineden alınarak davacılara verilmesine, bu tazminatın 10.000,00.- TL bölümüne dava tarihinden itibaren kanunî faiz yürütülmesine karar verilmiş, hüküm davalı Hazine tarafından temyiz edilmiştir.
Dava dilekçesindeki açıklamaya ve dosya kapsamına göre dava, Medenî Kanunun 1007. maddesi hükmüne göre tazminat istemine ilişkindir.
Gölcük İlçesi, Değirmendere Köyü, Eğrek Mevkii, 2619 parsel sayılı 14460 m2 yüzölçümündeki parsel, çalılık ve fındıklık niteliğiyle Ekim 1947 tarih ve 8 sıra numaralı tapu kaydı ile Mehmet Esat Şirintaş adına tesbiti itirazsız kesinleşerek 05.01.1957 tarihinde tapuya kayıt edilmiştir.
Aynı köy 2635 sayılı parsel ise, 11360 m2 yüzölçümünde çalılık niteliğiyle Hazine adına tesbit edilmiş; Mehmet Esat Şirintaş tarafından bu parselin kendisine ait Ekim 1947 tarih 8 sıra numaralı tapu kaydı kapsamında kaldığı, çalılık olmayıp tarım alanı olduğu, Hazine adına yapılan tesbitin iptali ve adlarına tapuya tescili istemiyle açılan davanın, parselin, çalılık olmayıp bağ ve meyve bahçesi niteliğinde olduğu ve davacının dayandığı tapu kaydı kapsamında kaldığının belirlendiği gerekçesiyle Hazine adına yapılan tesbitin iptali ve bağ niteliğiyle Mehmet Esat Şirintaş adına tesciline ilişkin Kadastro Mahkemesinin 07.10.1960 gün ve 1957/1066 - 511 sayılı kararı süresinde temyiz edilmediği için 29.08.1963 tarihinde kesinleşmiş, parsel Mehmet Esat Şirintaş adına tescil edilmiştir.
Mehmet Esat Şirintaş tarafından davalı sıfatıyla Orman Yönetimi aleyhine, Değirmendere Köyü, 2619 ve 2635 sayılı parsellerin, orman sayılan yerlerden olmadığı halde orman kadastrosunda orman olarak sınırlandırıldığı, orman kadastrosunun iptali istemiyle açılan davanın, yapılan araştırmada çekişmeli 2635 sayılı parselin tamamının, 2619 sayılı parselin ise (A) ile gösterilen 1480 m2 yüzölçümündeki bölümünün orman sayılan yerlerden olduğu, 2619 sayılı parselin (B) ile gösterilen 9880 m2 yüzölçümündeki bölümünün ise orman sayılmayan yerlerden olduğunun belirlendiği gerekçesiyle, 2635 sayılı parselin tamamı ve 2619
- 2 -
2012/3737 - 14278

sayılı parselin (A) ile gösterilen 1480 m2 yüzölçümündeki bölümüne ilişkin davanın reddine, 2619 sayılı parselin (B) ile gösterilen 9880 m2 yüzölçümündeki bölümüne ilişkin davanın kabulüyle bu bölümün orman olarak sınırlandırılmasına ilişkin orman kadastro komisyonu işleminin iptaline karar verilmiş, hüküm Yargıtay denetiminden de geçtikten sonra 31.03.2008 tarihinde kesinleşmiştir. Kesinleşen mahkeme kararı ile 2619 sayılı parselin (A) ile gösterilen 1480 m2 yüzölçümündeki bölümü 5836 parsel sayısı ve 9880 m2 yüzölçümündeki bölümün ise 5837 parsel sayısı ile Mehmet Esat Şirintaş adına kayıt edilmiş, 2635 parselin tamamı ve 5836 sayılı parselin tapu kayıtlarının beyanlar hanesine orman kadastrosu sınırları içinde kaldığına ilişkin şerh yazılmıştır.
Anayasanın mülkiyet hakkı kenar başlıklı 35. maddesi uyarınca " Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz." Tarafı olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 1 Nolu Protokolün "Mülkiyetin Korunması" başlıklı 1. maddesi de "Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Herhangi bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve kanunda öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. " hükmünü içermektedir. Ancak, Anayasanın "Ormanların korunması ve geliştirilmesi" kenar başlıklı 169. maddesi gereğince, "...Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz."
Anayasanın 90. maddesinin 22 Mayıs 2004 taihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 07.05. 2004 tarihli ve 5170 sayılı Kanunla değişik beşinci fıkrası uyarınca " usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır."
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM), TURGUT VE DİĞERLERİ-TÜRKİYE davası (Başvuru No: 1411/03, Strazburg, 08.07.2008) kararında, başvuranların tapuları iptal edilinceye ve Hazine adına tescil edilinceye kadar, taşınmazların hukuken maliki olduklarını ve mülkiyet haklarının tartışmasız delilini teşkil eden sicile güven ilkesinden yararlandıklarını, mülkiyet hakkından, kamu yararı bulunması nedeniyle mahkeme kararıyla mahrum kaldıklarını, ancak, Devlet tarafından tazminat ödenmeksizin taşınmazların geri alınmasının orantısız bir müdahale olduğunu ve söz konusu davada tazminat ödememeyi gerektirecek istisnai şartların bulunmadığını kaydederek, kamu yararı ile bireysel haklar arasındaki adil dengenin kurulamadığı gerekçesiyle AİHS’ye Ek 1 No.’lu Protokol’ün 1. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Benzer konudaki 2 Haziran 2009 tarihli ve 343/04 başvuru nolu HACISALİHOĞLU-TÜRKİYE kararında da yine aynı sonuca ulaşmıştır.
AİHM, adil tatmine ilişkin 27.07.2008 gün ve 2003/35785 sayılı KÖKTEPE-TÜRKİYE davasıyla ilgili kararını 13.10.2009 tarihinde açıklamış olup, söz konusu kararda; başvuranların, mülklerinden bir yargı kararıyla yoksun bırakıldıkları tesbitine yer verilmiştir. AİHM, başvuranlara uygulanan mülkiyetten yoksun bırakma işlemine gerekçe olarak gösterilen tabiatın ve ormanların korunması amacının 1 No.’lu Ek Protokol’ün 1. maddesi anlamında kamu yararı kapsamına girdiğine dikkat çekmekle birlikte, mülkiyetten yoksun bırakma halinde, ihtilaf konusu tedbirin arzu edilen dengeye riayet edip etmediğinin ve bilhassa da başvuranlara orantısız bir yük yükleyip yüklemediğinin belirlenmesi için, iç hukukta öngörülen telafi yöntemlerinin dikkate alınması gerektiğini hatırlatmıştır. Bu çerçevede AİHM, mülkün değerine karşılık gelen makul bir meblağın ödenmeden, (... ilgilisine) mülkten mahrum bırakmanın aşırı bir müdahale teşkil edeceğini ifade etmiştir.



- 3 -
2012/3737 - 14278

AİHM, 23.03.2010 gün ve 42082/02 sayılı Sülayman Baba-Türkiye; 22.09.2009 gün ve 24620/04 sayılı Çetiner ve Yücetürk-Türkiye kararı başvuru no: 24620/04, 22.09.2009; 22.07.2008 gün ve 35785 sayılı kararlarında, tapu kaydına dayalı bir mülkün maliki olan başvuranın arazisinin, orman kadastrosunda orman olarak sınırlandırılması ve bu işleme karşı açtığı davanın reddine ilişkin mahkeme kararının kesinleşmesiyle, mülkiyet hakkını kullanmasına yönelik bir müdahalenin varlığı ve bu vasıflandırmanın sözkonusu taşınmazın tasarruf kabiliyetini önemli ölçüde azalttığı, bu bağlamda AİHM, maliki olmasına rağmen ihtilaf konusu taşınmazdan gerçek anlamıyla yararlanamadığı, başvuranın mülkiyet hakkının içeriğinin her anlamda boşaltıldığı, bu şekilde mülkiyet hakkının ihlal edildiği kabul edilmiştir.
Konu Türk Hukuku açısından incelendiğinde; 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun 1007. maddesi, tapu sicilinin alenîliği ve tapu siciline güven ilkelerinin yansımasının sonucu olarak, mülkiyet hakkı ya da başkaca bir aynî hak edinen kişinin, bu sicilin tutulması nedeniyle uğradığı zararın tazminine ilişkin olup, buna göre "Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur”.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 18.11.2009 gün ve 2009/4-383 E., 2009/517 K.; 16.06.2010 gün ve 2010/4-349 E. - 2010/318 K. sayılı kararlarında da vurgulandığı gibi; tapu işlemleri kadastro tesbit işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan T.M.K. m. 1007 anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir. Burada Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Bu işlemler nedeniyle zarar görenler, Medenî Kanunun 1007. maddesi gereğince, zararlarının tazmini için Borçlar Kanununun 146. maddesi gereğince 10 yıllık zamanaşımı süresinde Hazine aleyhine adlî yargıda dava açabilirler.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 20.04.2011 gün ve 2011/13-37 E.- 2011/198 K. sayılı kararında değinildiği gibi, kusur sorumluluğunda, bir zararı başkasına tazmin ettirmek, ancak zarar onun kusurlu bir fiilinden doğmuş ise mümkündür. Sanayileşme ile birlikte doğan tehlikeler, bir kimsenin kusurlu olmasa dahi kendisinin verdiği zarar nedeniyle tazmin sorumluluğunu getirmiştir. Öğretide kusursuz sorumluluk halleri “olağan sebep sorumluluğu-tehlike sorumluluğu” gibi ikili ayırıma tabi tutulduğu gibi, hakkaniyet sorumluluğu-nezaret ve ihtimam gösterme yükümünden doğan sorumluluk-tehlike sorumluğu şeklinde üçlü ayırım yapanlar da vardır. Bir diğer ayrım da "objektif sorumluluk" üst başlığı altında kusursuz sorumluluk halleridir. Bunlardan "tehlike sorumluluğu" terminolojide “ağırlaştırılmış sebep sorumluluğu” ya da “ağırlaştırılmış objektif sorumluluk” olarak yer almaktadır. Bu tür sorumluluk halinde, diğer sorumluluk türlerinden farklı olarak kurtuluş beyyinesi (kanıtı) getirme olanağı yoktur. Bu halde, nedensellik bağının kesilmesi halinde sorumluluktan söz edilemeyecektir. İşte, Devletin “tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğunda" kusursuz sorumluluk, ağırlaştırılmış sebep, ağırlaştırılmış objektif sorumluluk ve tehlike sorumluluğuna ilişkin kurallar uygulanır.
Görüldüğü üzere, tapu sicilinin tutulmasını üzerine alan Devlet, tapu siciline tanınan güvenden ötürü, hak durumuna aykırı kayıtlardan doğan tehlikeyi de üstlenmektedir. Tapu müdürü ya da memurunun kusuru olsun olmasın, tapu sicilinin tutulmasında kişilerin çıkarlarını koruyan hukuk kurallarına aykırı davranılmış olması yeterlidir. Kusurun varlığı ya da yokluğu Devletin sorumluluğu için önem taşımamakta, sadece Devletin memuruna rücu halinde, iç ilişkide etkisi söz konusu olmaktadır. Bu sorumluluk türünün, Borçlar Kanununun haksız fiil sorumluluğu, adam çalıştıranın sorumluluğu ve diğer objektif sorumluluk halleri, sebepsiz mal iktisap edenlerin sorumluluğu ile karıştırılmamalıdır. Bu nedenle, Devletin tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan sorumluluğuna dayanılarak açılan davalarda, bu sorumluluk hallerine ilişkin olarak düzenlenen zamanaşımı, munzam zarar ve hakkaniyet indirimi ya da makul indirim kurallarının uygulanma imkanı yoktur. T.M.K.nun 1007. maddesine dayanılarak açılan davalar için ayrıca zamanaşımı öngörülmediğinden, 6098 sayılı Borçlar Kanunun 146. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunun 125. maddesindeki) 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin uygulanması söz konusu olacaktır.
- 4 -
2012/3737 - 14278

4721 sayılı Türk Medenî Kanununun 1007. maddesinde (743 sayılı TKM m.917) yer alan “Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devlet sorumludur. Oluşan gerçek zarar neyse, tazminatın miktarı da o kadar olmalıdır. Gerçek zarar; tapu malikinin mal varlığında meydana gelen azalmadır. Tazminat miktarı, zarar verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı, zarar görenin mal varlığı ne durumda olacak idiyse, aynı durumun tesis edilebileceği miktarda olmalıdır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 05.03.2003 gün ve 2003/19-152 E., 2003/125 K.; 29.09.2010 gün ve 2010/14-386 E., 2010/427 K.; 15.12.2010 gün ve 2010/13-618 E., 2010/668 K. sayılı kararı). Tazminat miktarının belirlenmesinde öncelikli konu, tapuda kayıtlı mülkiyet hakkının içi boşaltılan gayrimenkulün niteliğinin ve değerinin belirlenmesi olup, araştırma yöntemi taşınmazların arsa ya da arazi olmasına göre farklılık arz edecektir.
Mahkemece, taşınmazın arsa ya da arazi olup olmadığı yöntemince araştırılmadan, bilirkişilere gelir usulüne göre taşınmazın değeri belirletildiği halde, aynı bilirkişilerin Belediye tarafından bildirilen rayiç değerine, konumu, mevkii ve özelliklerine göre ekleme yapılarak hesapladıkları miktar esas alınmış, bu çelişki ve yetersizlik üzerinde durulmamıştır.
Bakanlar Kurulunun Yargıtay'ca kısmen benimsenen 28.02.1983 gün ve 1983/6122 sayılı kararı uyarınca, imar planında yer almayan bir taşınmazın, arsa sayılabilmesi için belediye veya mücavir alan sınırları içinde olmakla beraber, belediye hizmetlerinden (belediyece meskun olduğu için veya meskun hale getirileceği için sunulan yol, su, elektrik, ulaşım, çöp toplama, kanalizasyon, aydınlatma vs.) yararlanan ve meskun yerler arasında yer alması gerekir.
Taşınmaz, belediye nazım imar planı içinde ise, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 17.4.1998 gün ve 1996/3 - 1998/1 sayılı kararı uyarınca, bu plan kapsamına alındığı tarih ve plandaki konumu, altyapı hizmetlerinden yararlanma ve ulaşım olanakları, belediye merkezine uzaklığı, kullanım biçimi itibariyle iskan amacına yönelik yapılaşma olasılıkları da değerlendirilmek üzere araştırılmalıdır.
Bu hususlar, Belediye Başkanlığından ve diğer ilgili merciilerden sorulup, alınacak cevap yazılarına göre taşınmazın arsa niteliğinde olup olmadığı saptanmalıdır.
Yapılan araştırma sonunda tapusu iptal edilen taşınmazın arazi olduğu saptanacak olursa değeri, taşınmazın mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması halinde, ekilecek ürünlerin ve bu ürünlerin elde edilmesi için yapılacak harcamalar gözönünde tutularak, net gelirin hesaplanması ve bilimsel yolla değerinin bulunması, bedel tesbitinde etkisi olan diğer tüm unsurlar dikkate alınarak her unsurun gerekçeleri ve değere katkı oranları ayrı ayrı belirtilip dayanakları gösterilmek suretiyle değerlendirilerek saptanması için, şayet tapusu iptal edilen taşınmaz arsa niteliğinde olduğu belirlendiği taktirde de değerinin, tapu iptal kararının kesinleştiği gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre hesaplanması zorunludur. Bu itibarla, emsal satışların değerlendirme tarihindeki karşılıklarının fiyat artış endekslerinin uygulanması suretiyle tesbiti, bundan sonra emsal ile dava konusu taşınmazın eksik ve üstün yönlerinin neler olduğu ve oranları açıklanmak suretiyle değer biçilmesi gereklidir. Bu durumda taraflara, dava konusu taşınmaza yakın bölgelerden ve yakın zaman içinde satışı yapılan benzer yüzölçümlü satışları bildirmeleri için olanak tanınması, gerekli görülürse resen emsal getirtme yoluna gidilmesi ve bu emsallere göre değer biçilmesi için;
Yeniden oluşturulacak bilirkişi kurulu vasıtasıyla keşif yapılarak, denetlemeye olanak veren bilimsel verileri içeren rapor alınması ve oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, eksik araştırma ve yetersiz bilirkişi raporuyla hüküm kurulması usul ve kanuna aykırıdır.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; Hazinenin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA 11/12/2012 günü oy birliği ile karar verildi.