Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

KARAR

Davacılar, murislerinden intikal eden dava konusu 7 parça taşınmazın, intikallerinin sağlanması amacıyla verilen vekalet görevi kötüye kullanılarak ve hile ile kardeşleri olan davalı M...'in adına tescilinin yapıldığını, daha sonra davalı Mehmet'in taşınmazları diğer davalılar Z...ve C...'e satış suretiyle aslında muvazaalı olarak devrettiğini ileri sürerek tapu iptali ve tescil isteminde bulunmuşlardır.

Mahkemece, davacılar ile davalı Mehmet'in murislerinden kendilerine intikal eden hisseleri aralarında taksim ettiklerini resmi senette beyan ettikleri ve aksinin davacı tarafından ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeri ve toplanan delillerden; 23.12.2003 tarih ve ...yevmiye sayılı vekaletname ile davacılar ile davalı M...'in miras yoluyla intikal edecek taşınmazlarda intikalin sağlanması ve diğer mirasçılarla dilediği şekil ve şartlarla miras taksim sözleşmeleri imzalama konusunda dava dışı vekile vekalet verdikleri, davacılar ile davalı M...'in dedesi olan muris M...'ın, vefatı ile H... (S...)'in ve H...'ın kaldığı, murisler H... ve eşi H...'ın da ölümü üzerine davacılar ile davalı M...'in kaldığı, 03.08.2006 tarih ve ...yevmiye numaralı resmi senet ile davacılar ile davalı M...'in dedeleri olan muris M...e ait dava konusu ...ada ...parsel ve anneleri olan muris H...'a ait dava konusu ...ada ...parsel ...ada ...parsel, ...ada ...parsel ve ...ada ...parsel, ...ada ...parsel, ...ada ... parselin tamamını mirasçılar adına intikalen tescilden sonra aralarında bedel ve miktar farkı gözetmeksizin yapmış oldukları taksime göre bu taşınmazlardan ...ada ..., ..., ..., ... parsellerin tamamı, ...ada ... ve ...parsellerin tamamı ile ... ada ...parselin .../...hissesi M...'a, ...ada ...parselin .../...'er hissesi de H... ve B...e ait olacak şekilde taksim ettikleri, davalı M...in dava konusu ...ada ..., ..., ..., ...parsel, ...ada ...parsel ve ...ada ...parseldeki .../...hissesini vekili olan C... aracılığı ile davalı Z...'ye satış suretiyle, 16.08.2007 tarihinde davalı Z...nin de ...ada ...parseldeki .../...payını davalı C...'e devrettiği kayden sabittir.

İddianın içeriği ve ileri sürülüş biçiminden, davada vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayanıldığı açıktır.

Bilindiği üzere, Türk Borçlar Kanununun temsil ve vekalet akdini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. 

Türk Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. (BK'nun 390) maddesinde "Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür. Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. 

Türk Borçlar Kanununun gerekçesine göre, 818 sayılı Borçlar Kanununun 390. maddesinin birinci fıkrasında öngörülen ve vekilin sorumluluğunun genel olarak işçinin sorumluluğuna tâbi olduğuna ilişkin düzenleme yerine, 6098 sayılı Kanunun 506 ncı maddesinin ikinci fıkrasında vekilin vekâlet sözleşmesinden doğan sorumluluğuna özgü bir düzenleme yapılması daha doğru görülmüştür. Maddenin üçüncü fıkrası, 818 sayılı Borçlar Kanununun 390. maddesinde yer verilmeyen, yeni bir hükümdür. Fıkrada, vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, objektif bir ölçüte yer verilmiştir. Buna göre, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınacaktır. Hal böyle olunca, vekil işçinin sorumluluğunda uygulanan ve işçinin kişiliğinden kaynaklanan bir takım sorumluluktan kurtuluş nedenlerini artık getiremeyeceğinden, yeni kanunla vekilin sorumluluğu artmıştır.

Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Türk Medeni Kanunu (TMK)'nun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi, bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.

Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK'nun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.

Somut olaya gelince; çekişme konusu tüm taşınmazlar resmi senette taksim suretiyle paylaştırılmış ise de taraflar arasında resmi senet dışında taksimi gösterir bir sözleşme bulunmamaktadır. Bu durumda resmi akit ile vekil tarafından yapılan taksim sözleşmesinin vekalet görevinin kötüye kullanılması kapsamında kalıp kalmadığının araştırılmamış olması isabetsizdir.

kararara.com
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler gözetilmek suretiyle araştırma yapılarak hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken anılan hususlar nazara alınmadan yanılgılı değerlendirme ile yazılı biçimde hüküm kurulması doğru değildir. Davacı tarafın temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 04.03.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.