ÖZETİ:

Hukukta insan haklarının etkin kullanımıyla ilgili gelişmeler, hak aramanın önündeki engellerin kaldırılması zorunluluğu yönündedir. Örneğin, yasayı bilmemek mazeret kabul edilmediği halde, kimi hallerde zorunlu müdafilik kurumuna yer verilmesi, insanların hak aramada bilgi eksikliklerinin olabileceği gerekçesine dayanmaktadır. Böyle bir hukuki yaklaşım karşısında, sanığa yapılan tebligat konusu ilamda temyiz süresinin başlangıcının açıkça gösterilmemesi hakkın kaybına sebebiyet vermektedir.

Temyiz süresi bir sürece işaret etmektedir. Bu süreç, sürenin başlangıcından başlayan yedi günlük süredir. Yedi günlük temyiz süresinin başlayabilmesi için, sürecin başlangıcının açıkça belirtilmesi gerekir. Başlangıcı belli olmayan bir sürenin başladığından söz edilemez. Başlangıcı belirlenmeyen sürenin işlemeye başlamaması nedeniyle, yorum yoluyla başlangıcın belirlenmesi, anayasa ve yasayla bu tür hakların hatırlatılmasına ilişkin amir hükümlerle çelişmektedir. Açıkça belirtilmeyen başlangıç süresinin sanık tarafından bilinmesi gerektiğini de kabul edemeyiz. Ayrıca, uygulamanın sağlıklı yerleşmesi ve hukuk devletinin özünün yakalanması için, bu tür kurallara tam uyumun sağlanması gerekmektedir. Temyiz süresinin sadece yedi gün olarak belirtilmesi, temyiz süresinin belirlenmesi için yeterli olmakla beraber, başlangıcın tereddütsüz belirlenmemesi nedeniyle, eksik bildirimdir.

Resmi belgede sahtecilik suçundan sanık A.'ın 5237 sayılı TCK'nun 204/1. maddesi uyarınca 2 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Adana 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 06.02.2007 gün ve 179-47 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 22.12.2011 gün ve 15232-23854 sayı ile;

“5271 sayılı CMK'nun 34/2 ve 232/6. maddelerinde başvurulacak kanun yolunun, başvuru süresinin ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde gösterilmesi gerektiğinin belirtildiği, sanık hakkında verilen 06.02.2007 tarih 2005/179 esas 2007/47 sayılı kararda, yasa yolu başvuru süresinin, merciiinin ve başvuru şeklinin açıkça gösterildiği, hükümde yasal olarak gösterilme zorunluluğu bulunmayan temyiz süresinin başlama zamanı belirtilmediği gibi 'tefhim/tebliğ' şeklinde yanıltıcı bir ibarede bulunmayıp yoklukta verilip tebliğ edilen kararın temyiz süresinin tebliğ ile başlayacağı ve bu halde süre başlangıcında tereddüde düşürüldüğünden söz edilemeyeceği cihetle, tebliğnamedeki temyizin süresinde yapıldığına ilişen düşünceye iştirak edilmemiştir.

06.02.2007 tarihinde 2005/179 esas, 2007/47 karar sayısı ile verilen ve 23.03.2007 tarihinde usulüne uygun biçimde tebliğ edilen kararın sanık tarafından 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'nun 310. maddesinde öngörülen 1 haftalık süreden sonra 03.04.2007 tarihli dilekçe ile temyiz edildiği anlaşılmakla vaki isteminin aynı Yasanın 317. maddesi uyarınca istem gibi reddine,” karar verilmiştir.

Yargıtay C. Başsavcılığı ise 20.02.2012 gün ve 107209 sayı ile;

“...İtiraza konu olayda, hüküm, sanığın yokluğunda verilmiş ve yerel mahkeme, kararında temyiz süresini '7 gün içinde' şeklinde belirtmiştir. Hükmün açıklanması sırasında hazır bulunmayanlar için yasa yoluna başvuru süresi 'tebliğ' ile başlayacağından, söz konusu kararda sürenin başlangıcının gösterilmemesi hususu, mevzuat hükümleri ve Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun kararları karşısında, yeterli hukuki bilgiye sahip olduğu kabul edilemeyecek sanık yönünden eksik ve hataya yol açacak niteliktedir.

Bu nedenle, söz konusu olayda, sanık tarafından süresinden sonra ve 03.04.2007 havale tarihiyle verilen temyiz talebini içeren dilekçenin, 5271 sayılı CMK'nun 40. maddesine göre, öğrenme üzerine ve süresinde verilen temyiz dilekçesi olarak kabulü ile temyiz incelemesi yapılmasını gerektireceği” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Dairenin “temyiz talebinin reddi” kararının kaldırılmasına ve dosyanın temyiz incelemesi yapılması için Özel Daireye gönderilmesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

CMK'nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 11. Ceza Dairesince 17.09.2012 gün ve 22290-15287 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

Türk Milleti Adına

Ceza Genel Kurulu Kararı

Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; yerel mahkeme kararındaki kanun yolu bildiriminin yasal ve yeterli olup olmadığı ile buna bağlı olarak sanığın temyizinin süresinde yapılıp yapılmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya içeriğinden;

Yerel mahkemece sanığın yokluğunda tefhim edilen kararın kanun yolu bildiriminin; “tarafların yokluğunda, C.Savcısı İsmail Zafer’in huzuru ile talebe uygun, 7 gün içinde Yargıtay’a sunulmak üzere mahkememize verilecek dilekçe ile veya zabıt katibine bir beyanda bulunulması ile gidilebilecek temyiz yolu açık olmak üzere…” şeklinde olduğu, sanığın yokluğunda verilen kararın 23.03.2007 tarihinde usulüne uygun olarak tebliğ edildiği, sanığın da 03.04.2007 tarihli dilekçe ile süresinden sonra hükmü temyiz ettiği, temyiz dilekçesinde kanun yolu bildiriminde yanıltıldığına ilişkin herhangi bir anlatımda bulunmadığı anlaşılmaktadır.

5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nun 310. maddesinde, yüze karşı verilen kararlarda temyiz isteminin hükmün tefhiminden itibaren bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye verilecek bir dilekçe ile veya zabıt kâtibine yapılacak beyanla olacağı, bu takdirde, beyanın tutanağa geçirilerek hâkime tasdik ettirileceği, yoklukta verilen kararlarda ise temyiz süresinin tebliğle başlayacağı belirtilmiştir.

5271 sayılı CMK’nun 34/2, 231/2 ve 232/6. maddelerinde ise, hüküm ve kararlarda, başvurulacak kanun yolu, başvurunun yapılacağı merci, yöntemi ve başvuru süresinin hiçbir tereddüte yer vermeksizin açıkça belirtileceği hükümlerine yer verilmiş olup, bu hükümlere aykırılık aynı kanunun 40. maddesi uyarınca eski hale getirme nedeni oluşturacaktır. Bu bildirimlerdeki temel amaç sujelerin başvuru haklarını etkin bir biçimde kullanmalarının sağlanması, bu eksiklik nedeniyle hak kayıplarına yol açılmamasıdır. Ancak burada dikkat edilecek veya eski hale getirme nedeni oluşturacak husus, eksik veya yanılgılı bildirim nedeniyle bir hakkın kullanılmasının engellenip engellenmediğinin belirlenmesidir. Bildirimdeki eksikliğin yol açtığı bir hak kaybı bulunmamakta ise, bu durum eski hale getirme nedeni oluşturmayacaktır.

5271 sayılı CMK'nun 264. maddesinde ise, kabul edilebilir bir kanun yolu başvurusunda kanun yolunun veya mercide yanılgının, başvuranın haklarını ortadan kaldırmayacağı, bu hâlde başvurunun yapıldığı merci tarafından, başvurunun derhâl görevli ve yetkili mercie gönderilmesi gerektiği hükmüne yer verilmiştir.

Bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde, kural olarak temyiz istemi; süresinde verilen bir dilekçe veya zabıt kâtibine yapılacak bir beyanla hükmü veren mahkemeye yapılacaktır. Ancak süresinde olması şartıyla, dilekçenin hükmü veren mahkeme dışındaki bir mahkemeye verilmesi veya istemde bulunulması ya da haklı nedenlerin varlığı halinde Cumhuriyet savcılığına ya da bir başka mercie istemde bulunulması temyiz istemini geçersiz kılmayacak, bu durum mercide yanılgı kapsamında değerlendirilebilecek, dilekçenin verildiği veya istemin yapıldığı merci tarafından, istem veya dilekçe mahkemesine gönderilecektir. Yine aynı şekilde istemin temyiz yerine itiraz olarak belirtilmiş olması da bu kapsamda değerlendirilerek, başvuru sahibinin hakları korunacak, sürenin bildirilmemesi veya yanılgılı bildirilmesi halinde bunun ilgili taraf açısından bir yanılgı oluşturarak bir hakkın kullanılmasını engellemesi durumunda açıklamalı davetiye ile bu hususun tebliğinden sonra süreler işlemeye başlayacak, böylece olası hak kayıpları önlenecektir.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Sanığın yokluğunda verilen hükümde başvurulacak kanun yoluna ilişkin bildirimde temyiz süresinin “7 gün içinde” biçiminde gösterildiği, usulüne uygun olarak tebliğ edilen bu hükmü sanığın süresinden sonra temyiz ettiği, temyiz dilekçesinde bildirimde yer alan bu ifade nedeniyle temyiz süresinin ne zaman başlayacağı hususunda bir tereddüt yaşadığına ilişkin herhangi bir anlatımın yer almadığı gibi, temyiz süresinden sonra dilekçenin verilmesine ilişkin de herhangi bilginin bulunmadığı anlaşılmaktadır.

5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan CMUK'nun 310. maddesi uyarınca, yokluğunda verilmiş olan karara yönelik temyiz isteminin tebliğden itibaren bir hafta içerisinde yapılması gerekmekte olup, sanık 23.03.2007 tarihinde tebliğ edilen hükme karşı bir haftalık süreden sonra 03.04.2007 günü temyiz başvurusunda bulunmuştur. Her ne kadar kararda başvurulacak kanun yoluna ilişkin bildirimde, sürenin başlangıcının gösterilmemesi nedeniyle bildirimin eksik olduğu, bu durumun eski hale getirme nedeni olarak kabulü ile temyiz başvurusunun süresinde yapıldığı ileri sürülebilirse de, yoklukta verilen hükme ilişkin olarak temyiz süresinin, sanığın bu hükmü usulüne uygun olarak öğrenmesi yani tebliğle işlemeye başlayacağı açık olduğundan, bildirimde ayrıca sürenin başlangıcına yer verilmemesinin, sanık açısından kanun yolu süresinin tebliğ ile işlemeye başlayacağı gerçeğini değiştirmeyecektir. Kaldı ki sanık süresinden sonra verdiği temyiz dilekçesinde, bu ifadenin kendisini temyiz süresinin başlangıcı konusunda yanılgıya düşürdüğüne ilişkin bir iddiada da bulunmamıştır.

Bu itibarla, Özel Dairece temyiz isteminin reddine dair verilen kararda bir isabetsizlik bulunmadığından Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi Doç. Dr. İ.Şahbaz; “Sanığın yokluğunda verilen kararda yasa yolu belirlenirken, temyiz süresinin hangi tarihte başlayacağı belirtilmemiştir.

Anayasa'nın 40 ncı maddesinin 2 nci fıkrasında, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır”; 5271 sayılı CYY'nın 34/2 nci maddesinde, “Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir” ve aynı yasanın 232/6 nci maddesinde, “kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir” düzenlemeleri bulunmaktadır.

Benzeri düzenleme, temyizle ilgili olmamakla beraber, CYY’nın 231/2 nci maddesinde de yer almaktadır. Buna göre, “hazır bulunan sanığa ayrıca başvurabileceği kanun yolları, mercii ve süresi bildirilir”.

Ayrıca Anayasa'nın 90/son maddesi gereğince iç hukukumuzun parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6 ncı maddesi ile, konuyla ilgili düzenleme getiren 7 nolu protokol hükümleri ile bu hükümleri yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının da dikkate alınması gerekmektedir.

Anayasa, sözleşme ve yasadaki bu düzenlemeler, hak arama yolunun belirlenmesi ve hak aramanın etkin kullanımın sağlanması için getirilmiştir. Yasayı bilmemek mazeret olmadığı halde, anayasa ve yasayla böyle bir düzenleme getirilmesi, Devlet adına yapılan işte, karar mercilerinin davanın taraflarına haklarının varlığı ile bunların kullanım biçimi/yöntemi ve süresini özellikle bildirmelerini sağlamayı amaçlamıştır. Yorum yoluyla, hakkın etkin kullanımın sağlanması doğaldır, ancak yorum yoluyla hakkın etkin kullanımının kısıtlanması/daraltılması yerinde değildir.

Günümüz hukukunda hakkın tanınması yetmemektedir. Hakkın etkin kullanımının sağlanması aranmaktadır. Nitekim AİHM, iç hukukta etkin başvuru yolu bulunup bulunmadığı konusundaki tüm değerlendirmelerinde, sözleşmeye taraf ülkelerin iç hukuklarının şeklen değil, hakların özde güvenceye alması üzerinde durmaktadır. Anayasa ve yasada etkin başvuru hakkının sağlanması için getirilmiş düzenlemelere karşın, temyiz süresinin başlangıcının açıkça belirtilmemesi, hak arama yolunun etkin kullanımının sağlanmadığı anlamına gelir. Çünkü sürenin başlangıcının açıkça belirtilmemesi, hak sahibinin hakkını kullanmasında tereddüt oluşturmaktadır.

Olayımızda sanık bakımından temyiz süresinin başlangıcının tereddüde yer bırakmayacak biçimde açıklanmaması karşısında, temyizinin süresinde olduğunun kabul edilmesi gerekirdi. Anayasa ve yasayla tanınan hak arama özgürlüğünün etkin kullanımı için, yasa yolu süresinin ilgilinin yanılmayacağı biçimde belirlenmesi zorunludur. Bu zorunluluğa uyulmaması halinde, yasa yoluna başvurma hakkının etkin kullanımı da söz konusu olmayacaktır. Dolayısıyla, yasa yolu süresinin tereddüt oluşturmayacak biçimde bildirilmemesi nedeniyle, hak sahibinin hakkı kullanmaktan isteği ile vazgeçtiğinden de söz edilemeyecektir.

Hak sahibinin hakkını kullanmaktan vazgeçmiş sayılması için, öncelikle hak sahibine hakkını kullanabilmesi için, hakkının anayasa, sözleşme ve yasaya uygun olarak belirtilmesi gerekir. Böyle bir yasal bildirim olmadan, hak aramayla ilgili başvuru süresinin işlediğinden bahsedilememesi nedeniyle, doğmuş olan hakkın kullanımından vazgeçmiş sayılma da söz konusu değildir.

Hukukta insan haklarının etkin kullanımıyla ilgili gelişmeler, hak aramanın önündeki engellerin kaldırılması zorunluluğu yönündedir. Örneğin, yasayı bilmemek mazeret kabul edilmediği halde, kimi hallerde zorunlu müdafilik kurumuna yer verilmesi, insanların hak aramada bilgi eksikliklerinin olabileceği gerekçesine dayanmaktadır. Böyle bir hukuki yaklaşım karşısında, sanığa yapılan tebligat konusu ilamda temyiz süresinin başlangıcının açıkça gösterilmemesi hakkın kaybına sebebiyet vermektedir.

Temyiz süresi bir sürece işaret etmektedir. Bu süreç, sürenin başlangıcından başlayan yedi günlük süredir. Yedi günlük temyiz süresinin başlayabilmesi için, sürecin başlangıcının açıkça belirtilmesi gerekir. Başlangıcı belli olmayan bir sürenin başladığından söz edilemez. Başlangıcı belirlenmeyen sürenin işlemeye başlamaması nedeniyle, yorum yoluyla başlangıcın belirlenmesi, anayasa ve yasayla bu tür hakların hatırlatılmasına ilişkin amir hükümlerle çelişmektedir. Açıkça belirtilmeyen başlangıç süresinin sanık tarafından bilinmesi gerektiğini de kabul edemeyiz. Ayrıca, uygulamanın sağlıklı yerleşmesi ve hukuk devletinin özünün yakalanması için, bu tür kurallara tam uyumun sağlanması gerekmektedir. Temyiz süresinin sadece yedi gün olarak belirtilmesi, temyiz süresinin belirlenmesi için yeterli olmakla beraber, başlangıcın tereddütsüz belirlenmemesi nedeniyle, eksik bildirimdir.

Tüm bu nedenlerle, temyizin süresinde olduğunun kabulü gerektiği görüşüyle Yüksek Çoğunluk görüşüne iştirak edilmemiştir” düşüncesiyle,

Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Genel Kurul Üyesi de; benzer düşüncelerle karşı oy kullanmışlardır.

Sonuç: Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,

2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 26.03.2013 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.