Hüküm : 1-TCK'nın 302/1, 53, 58/9, 63, 3713 sayılı Kanunun
5/1. maddeleri uyarınca mahkumiyet,
2-Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan; beraat

Duruşmalı olarak yapılan inceleme sonunda dosya incelenerek gereği düşünüldü:
... Partisi ilçe yöneticileri veya Belediye görevlileri tarafından, kürt kökenli vatandaşların yoğun olarak yaşadıkları şehir ve kasabalarda farklı zamanlarda icra edildiği şekilde; Varto ...teşkilat yöneticisi aynı zamanda kent meclisi eş başkanı olan sanığın, okuduğu basın açıklamasında; “Kendimizi ve kentimizi yönetmek istiyoruz, rejim ve kurumlarını meşru görmüyoruz. Bugünden itibaren kendimizi yönetiyoruz” şeklindeki ifadeyle, Devletin çıkarmış olduğu yasalara ve hükümetin atadığı kamu görevlilerinin emir ve talimatlarına uymayarak kendi yönetimlerini oluşturacaklarını ilan etmek suretiyle, yöre halkına da merkezi otoriteyi tanımama çağrısı yapıldığı açıktır. Basın açıklaması şeklinde gerçekleşen “öz yönetime” davet olarak isimlendirilen açıklamaların bu süreçte bir çok il ve ilçede yapıldığı görülmektedir. Bu açıklamalardan kısa süre sonra, PKK/KCK terör örgütünün şehirlerdeki milisleri ve kırsal alandaki örgüt mensupları silahları ile şehir merkezlerine gizlice girerek halkın arasına karıştıkları, zaman zaman bir kısım belediyelerin araç ve gereçleri kullanmak suretiyle insanların yoğun olarak yaşadıkları sokaklara, mahallellere hendekler kazılarak el yapımı bomba ve yerleştirdikleri, umumun kullandığı karayollarına ise mayın döşenerek patlamaya hazır hale getirdikleri bilinmektedir. Ayrıca tonlarca patlayıcı yüklü kamyonlar, iş makineleri ve diğer araçlarla canlı bomba saldırıları için hazırlanılmıştır. Güvenlik güçlerinin kamu düzenini ve bu yörede yaşayan vatandaşların güvenliğini sağlamak için operasyon yapma zorunluluğu sonucunda, örgüt mensuplarıyla güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmalar sırasında daha önce yerleştirilen patlayıcıların infilak ettirilmesi ve bireysel ya da araçlarla gerçekleştirilen canlı bomba saldırılarıyla çok sayıda sivil vatandaş, kamu görevlisi ve güvenlik güçlerinin ölüm ve yaralanmasına sebebiyet verilmiştir. Bu süreçte yöre halkının oturduğu evleri terk etmeleri cebren engellenerek canlı kalkan görevi üstlendirilmiştir. Yerleşim alanlarının teröristlerden ve patlayıcılardan temizlenmesi için sürdürülen operasyonlar haftalarca sürmüş, çok sayıda ev, işyeri, kamu konutları, okul, hastahane gibi binalar ve şehrin alt yapı tesisleri ağır hasar görerek kullanılamaz duruma gelmiştir. Bölge halkının büyük bir çoğunluğunun terör örgütünün bu yasalara ve devlet oteritesine itaatsizlik çağrısına itibar etmemesiyle, silahlı çatışmaya giren birçok örgüt mensubu etkisiz hale getirilerek, yerleşim alanları, örgütün işgalinden ve patlayıcılardan temizlenerek, kamu düzeninin sağlandığına dair, yerel mahkemenin karar gerekçesindeki kabulünde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Yerel mahkeme “öz yönetim” açıklaması sonrası meydana gelen yukarıda izah edilen olaylar arasında nedensellik bağının bulunduğunu, bu nedenle sanığın meydana gelen sonuçtan sorumlu olup, esasen basın açıklamasının “vahim eylem” niteliğinde olduğunu, bu şekilde sanığın, Devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozma eyleminin sabit olmakla mahkumiyetine karar verilmesi gerektiği, sonucuna varmıştır. 
Yerel mahkemenin kararını hukuki yönden denetlemekle yükümlü olan dairemizce; sanığın hareketi (öz yönetim açıklaması) ile meydana gelen netice (ölüm, nitelikli yaralanma, patlayıcı bulundurma, mala zarar verme gibi araç suçlar ile amaç suç olan Devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozma) arasındaki nedensellik bağının bulunup bulunmadığı, örgütlü suçlarda illiyet bağı, suça iştirak ve TCK’nın 302. maddesinde tanımlanan suçun maddi unsurları değerlendirilerek sanığın hukuki durumunun tayin ve tespiti gerekmiştir.
1-Suçun unsurları: 
Genel olarak maddi ve manevi olmak üzere ikiye ayrıldığı, maddi unsurların içinde; fiil, netice, nedensellik bağı, fail, suçun konusu ve mağdur yer almaktadır. 
Tartışılması gereken husus nedensellik bağıdır. Kanuni tarifte fiillerin icrasının yanı sıra bir neticenin gerçekleşmesine yer verilen suçlarda, bu netice ile icra edilen fiil arasında nedensellik bağının bulunması failin sorumluluğu için şarttır. Nedensellik bağı tamamen doğal olgudur. Kısacası, faile sebebiyet verdiği netice isnat edilebilir. 
Nedensellik (illiyet) bağının varlığını tespit bakımından doktrin ve uygulamada üç teori öne çıkmıştır. 
a-Şart Teorisi: Hareketle, netice arasındaki nedensellik bağını tamamen doğal olgu olarak kabul eder. Netice bir çok şartın birleşmesiyle meydana gelmesiyle gerçekleşirse, bu şartlardan her biri neticenin oluşumu açısından zorunludur. Bu şartlardan biri ortadan kalkarsa netice meydana gelmez. Netice tüm bu şartların bir araya gelmesiyle gerçekleşmektedir. Neticenin sebebini, tüm bu şartların birleşmesi oluşturmaktadır. O halde her şart, sebebin bir parçasını teşkil etmektedir. Şartlardan herhangi birini gerçekleştiren kimsenin hareketi ile netice arasında nedensellik bağı vardır. Neticeyi meydana getiren her şart eşit değerdedir. Aralarında önemli; önemsiz, uzak, yakın gibi ayrımlar yapılmaz. Dolayısıyla faillerin hareketinden önce veya sonra eklenen şartlarda sebep değerini taşır. Neticenin meydana gelmesi bakımından onsuz olmayan her şart ceza hukuku anlamında sebeptir (olmazsa, olmaz koşulu).
Bu teoriye göre, bir hareketin nedensellik değerini kaybetmesi ancak kendisinden bağımsız bir sebepler serisinin ortaya çıkmasıyla mümkündür. Bağımsız yeni serinin varlığını anlamak için; “Hareket yapılmasaydı, netice meydana gelmeyecek idiyse, hareket netice bakımından nedenseldir. Buna karşılık, hareket yapılmasaydı dahi netice meydana gelecek idiyse, o hareket netice bakımından nedensel değildir.” testine tabi tutulacaktır. 
Bu teorinin sorumluluk alanını çok genişlettiği, sonsuz şekilde sebep - sonuç ilişkisine yol açtığı, bazı hususlarda tatmin edici sonuçlara götürmediği; özel problemlere neden olduğu eleştirisi yapılmıştır.
b-Uygun Sebep Teorisi: Nedensellik bağını doğal bir olgu değil, hukuki bir fenomen olarak kabul etmektedir. Neticeyi meydana getirmeye sebebiyet veren hareketlerden yalnızca elverişli olan hareket veya hareketler nedenseldir. Bir hareketin hukuki anlamda nedensellik değeri taşıyabilmesi, o hareketin neticeyi meydana getirmeye uygun ve elverişli olmasına bağlıdır. Bu elverişliliğin tespitindeki ölçüt ne olacaktır. Ülkemizde Ceza Hukukunda etkisini devam ettiren uygun illiyet teorisini esas alan “karma uygunluk teorisi”ne göre; neticenin isnat edilebilirliği bakımından, nedensellik bağı gerekli fakat yeterli değildir. Meydana gelen neticenin faile objektif olarak isnat edilebilmesi gereklidir. Objektif isnadiyet; Hareketin yapıldığı koşullara gidilir ve o anki somut koşullara göre üçüncü kişinin bilgi ve tecrübesine göre gerçekleştirilen hareketin söz konusu neticeyi oluşturmaya elverişli olup olmadığı belirlenir. Subjektif olarak ise failin kişisel bilgisi ve tecrübesi araştırılır. Her iki değerlendirme uyumlu ise hem nedensellik bağı hem de kusurluluk meselesi çözülmüş olacaktır. Objektif değerlendirme ile subjektif tasavvur birbiri ile uyumlu değil ise eğer fail objektif olarak öngörülmeyen bir neticeyi öngörmüşse nedenselliğin varlığı kabul edilecek, objektif olarak öngörülen husus sanık tarafından öngörülmemiş hareket ile netice arasındaki öngörmeme durumunda sanığın kusuru mevcut ise fail neticeden sorumlu kabul edilecek, aksi halde neticenin tahmininde sanığın kusuru yoksa cezalandırma söz konusu olmayacaktır.
c-Objektif İsnadiyet Teorisi: Şart teorisinde neticeye neden olan her hareketi eşit olarak gören anlayışın sakıncalarını gidermek amacındadır. Fail tipik neticeyi gerçekleştirirken hukuken önemli bir tehlike veya risk yaratmış ise netice objektif olarak faile isnat edilebilir. Netice “failin eseri” olmalı üçüncü kişinin veya bir rastlantının eseri olmamalıdır. Neticenin faile yüklenebilmesi için; hareket ile netice arasında nedensellik bağı bulunmalıdır. Her türlü hayat tecrübesi dışında kalan a tipik bir gelişme olmamalıdır. Fail olayın gelişimine egemen olabilmelidir. Fail tarafından yaratılan tehlike tipte öngörülen neticede gerçekleştirilmiş olmalıdır. Netice, normun koruma alanı dışında olmamalıdır.
Her üç teori değerlendirilip özellikle ceza hukukumuzda kabul edilen karma uygunluk teorisine göre somut olayda nedensellik bağı değerlendirilirse; İlliyet bağı açısından sorumluluk alanını çok genişlettiği için eleştirilen Ceza Hukukumuzda uygulama alanı bulamayan şart teorisinde de; “Hareket yapılmasaydı dahi, netice meydana gelecek idiyse, o hareket netice bakımından nedensel değildir.” Sanık, öz yönetim açıklaması yapmasaydı, örgüt mensupları bu terör eylemlerini gerçekleştirmezlerdi, açıklama yapıldığı için eylemler yapıldı, sonucuna varılacak ise nedensellik bağının varlığı kabul edilebilirdi. Bu açıklamanın örgüt üzerinde hakimiyeti bulunan sözde lideri veya üst düzey yöneticileri tarafından yapılsaydı meydana gelen sonuç açısından bile illiyet bağının varlığı kabul edilebilirdi. Ancak dosya kapsamındaki delillere göre terör örgütü üzerinde hakimiyeti bulunmayan, kendisine tevdi edilen görevi ifa eden sanığın hareketiyle sonuç arasında illiyet bağı kurulmasına yasal olanak yoktur.
Karma uygunluk teorisi açısından; o hareketin neticeyi meydana getirmeye uygun ve elverişli olmasına bağlıdır. Söz konusu açıklamanın ölüm ya da yaralama gibi suçları oluşturmayacağı tartışmadan varestedir.
Objektif isnadiyet teorisinde ise failin sorumluluğunun kabul edilebilmesi için netice, “failin eseri olmalıdır.” Üçüncü kişinin veya bir rastlantının eseri olmaması icap eder. Somut olayda meydana gelen neticenin failin eseri olmadığı anlaşılmaktadır.
Sorumluluk alanını çok genişlettiği kabul edilen şart teorisi dahil olmak üzere her üç teoriye göre illiyet bağının bulunmadığı anlaşılmaktadır.
2-Örgütlü suçlar ve iştirak: 
Suça İştirak: Suçlar kural olarak bir kişi tarafından işlenebileceği gibi, birden fazla kişinin iştirakiyle de işlenebilir.
Örgüt kurma suçu çok faillidir. Suçun oluşumu için en az üç kişinin bir araya gelmesi zorunludur.
Suça iştirakten bahsedebilmek için de birden fazla fail’e ihtiyaç vardır. Bir suçun icrasına iştirak eden suç ortaklarının, suçun işlenişine bulundukları katkılar göz önünde bulundurularak sorumluluk statüleri belirlenir.
Örgüt kurma suçunun iştirakten farkı; örgütün devamlılığı ve belirlenmemiş sayıda suç işlemek amacıyla bir birleşme söz konusudur. Suça iştirak için kasten ve hukuka aykırı işlenmiş bir fiilin varlığı yeterlidir. Suçun işlenişine iştirak eden her fail diğerlerinin cezalandırılmasını önleyen kişisel nedenler göz önünde bulundurulmaksızın kendi kusurlu fiiline göre cezalandırılır. Suça iştirak iki şekilde gerçekleştirilir.
a-Faillik; kanunda tarif edilen haksızlığı gerçekleştiren kişidir.
b-Şeriklik ise, suçun icrasına iştirak etmekle birlikte, suçun işlenişine bulunduğu katkı, suçun kanuni tanımındaki unsurları gerçekleştirmeyen kişidir.
Şeriklik, ya azmettirme ya da yardım etme şeklinde tezahür eder. Suç işleme kararı olmayan bir kişinin suç işleme yönünden ikna edilmesi azmettirmedir. Yardım ise, başkasının kasten işlemekte olduğu bir suçun icrasını kasten desteklemeyi ifade eden, maddi ve manevi şekilde gerçekleşen TCK’nın 39. maddesinde sayılı seçimli hareketlerden birisinin yapılmasıyla oluşur. Somut olay açısından basın açıklamasıyla “suç işlemeye teşvik etmek” şeklinde yardım edildiği ileri sürülebilirse de bu yardım şeklinin gerçekeşebilmesi için; suç işleme fikri ve düşüncesi bulunan, fakat suç işleyip işlememe noktasında kararsızlığı bulunan bir kişinin suça yöneltilmesi teşviktir. Burada, failin niyet ve düşüncesini karar haline getirmesini kolaylaştıracak surette telkinde bulunulmaktadır. Yardımda bulunmanın, faildeki kararsızlığı ortadan kaldıracak şekildeki telkinlerle ve düşüncenin onaylanması mahiyetindeki hareketlerle sınırlı kalması gerekir. Bunun ötesine geçen yol gösterme niteliğindeki hareketler, talimat verme kapsamına girer.
Şerik, fail’e olan bağlantısı nedeniyle ancak bağlılık kuralı doğrultusunda sorumlu olacaktır.
TCK 220/5. maddesinde, “Örgüt yöneticileri, örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen bütün suçlardan dolayı ayrıca fail olarak cezalandırılır.” şeklinde, örgüt yöneticileri hakkında özel faillik düzenlemesi yapılarak, TCK’nın 20. maddesindeki “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ve faillik bakımından fiil üzerinde ortak hakimiyet kurma ilkelerine istisnai getirilmiştir. Faillik, birlikte suç işleme kararı yanında, fiil üzerinde ortak hakimiyet kurmayı da gerektirir. Zira örgütlü suçlarda nihai amaçta birleşme nedeniyle birlikte suç işleme kararının varlığı kabul edilse dahi fiil üzerinde müşterek hakimiyet kurulmadığından, gerçekleşen suçlar bakımından sanığın müşterek fail olmadığında tereddüt yoktur.
Örgütün yöneticisi olmayan sanık hakkında TCK 220/5 maddesinin uygulama imkanı da bulunmamaktadır.
Suç işleme kararı örgütün kuruluşundan itibaren mevcut olmakla, azmettirme söz konusu olmayacaktır.
Suç işlemeye teşvik etmek suretiyle manevi yardım eyleminin gerçekleşmediği anlaşılmaktadır.
Sonuç olarak sanığın şerik olarak suçtan sorumlu olduğunun kabulüne yasal olanak yoktur.
3-Devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozmak suçunun hukuki niteliği:
TCK 302. maddede düzenlenen Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçu amaç suç olup, cebir ve şiddet suçun unsurudur. Bu suçu gerçekleştirmek gayesiyle örgüt mensupları tarafından araç suçlar da işlenebilir. Bu suçların amaç suçu gerçekleştirmeye elverişli (vahim nitelikte eylem) kabul edilebilmesi için; hareketin özel veya genel ceza yasalarında suç olarak tanımlanması, failin örgüt mensubu veya örgüte mensup olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişi olması, suçun kanuni tanımında cebir ya da şiddet unsuruna yer verilmiş olması ve amaç suçu gerçekleştirmeye matuf olması zorunludur.
Sanığın basın açıklaması yoluyla ifade ettiği öz yönetim açıklaması TCK 217. maddesi kapsamında “halkı kanunlara uymamaya tahrik” suçunu oluşturmaktadır. Zira bu suçun oluşumu için; failin “halkı” kanunlara uymamaya tahrik etmiş olması gerekir. Halk belli bir bölge veya çevrede yaşayanların bütününü anlatmak için kullanılan bir tabirdir. Halk deyince, belirsiz sayıdaki kimselerin anlaşılması gerekir. O halde belirli kimselerin kanuna karşı gelmeye tahrik bu suçu oluşturmayacaktır. Fail, halkı kanuna uymamaya tahrik etmelidir. Kanunun tümü veya bir kısmına karşı gelmeye, koyduğu kurallara uymamaya, kanunun koyduğu ilkelere veya zorunluluklara aykırı tahrik söz konusu olacaktır. Tahrik, kışkırtma, harekete geçirme, sevketme, akılda olan veya olmayan bir hususun fiiliyata dökülmesi için uyarma anlamlarına gelmektedir. Tahrik edilen eylemlerin gerçekleşmiş olup olmamasının önemi yoktur. Bir kimsenin diğer kişileri etkilemesi ve bu saik ile hareket etmesi yeterlidir. Bu açıklamalar doğrultusunda sanığın öz yönetim açıklaması içeriğinde herhangi bir suçun işlenmesi için çağrı söz konusu olmadığına göre, eylemin kanunlara uymamaya tahrik olarak değerlendirilmesi gereklidir.
Bu suçun yukarıda açıklanan kriterler yerleşik içtihatlar doğrultusunda vahim eylem olarak kabul edilmesine yasal olanak bulunmamaktadır. Aksi kabul halinde, PKK/KCK terör örgütünün her kademesindeki mensupları hatta yardım edenler dahil olmak üzere, nihai amacın “Devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısımını Devlet idaresinden ayırmak” olduğuna göre, öz yönetim çağrısının, malumun ilanından ibaret olması karşısında, örgüte yardım eden, örgüt mensubu olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen, örgütün üyesi, yöneticisi ve kurucusu arasında hiçbir ayrım yapmaksızın amaç suç olan TCK 302. maddeden cezalandırılması gerekeceği gibi bir sonuç ortaya çıkacaktır ki, kanun koyucu örgüt mensuplarının örgütteki konumu ve fiiline göre ayrı ayrı suç tanımlaması yaparak, bu nitelendirmeyi kabul etmediği iradesini açıkça ortaya koymuştur. Yüksek Yargıtayın yerleşik uygulamaları da bu yöndedir. Bu yorum “Ceza sorumluluğu şahsidir. Kimse, başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz.” Biçiminde, Ceza Kanunu genel hükümlerinde 20/1 maddesin de ifadesini bulan temel ilkeye de uygun olacaktır.
4-Öz yönetim açıklamasının ifade hürriyeti ya da siyasi parti faaliyeti kapsamında kabul edilip edilmeyeceği:
Siyasi partiler Anayasamızın 68/2. maddesinde vurgulandığı gibi, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Siyasi partiye üye olma ve bir siyasi partinin çatısı altında siyasi faaliyetlerde bulunma örgütlenme özgürlüğü kapsamında iken, özgürlüğün topluca kullanımı bağlamında ifade özgürlüğü ile de ilişkilidir. Demokrasilerde özgürlüklerle doğrudan ilişkili olan ve yüksek bir meşruiyete sahip bulunan siyasi partilere üye olma ve siyasi faaliyette bulunma özgürlüğünün, başka özgürlükler gibi; terör örgütlerince kötüye kullanılmak istenebileceği açıktır. Nitekim bir takım siyasi faaliyetteki asıl hedef ve amaçların, açıklanan hedef ve amaçlardan daha başka olabileceği gibi, asıl hedef ve amaçların gizlenebileceği Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin “yazar ve diğerleri” kararında da vurgulanmıştır.
Anayasamızın 68. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 11. maddesi ile tanınan siyasi partilere üye olma ve siyasi faaliyette bulunma özgürlüğünün kötüye kullanımı Anayasamızın 14/2. maddesinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 17. maddesi uyarınca yasaklanmıştır.
Bir faaliyetin siyasi faaliyet/örgütlenme özgürlüğü kapsamında değerlendirilebilmesi ve anayasa ile sözleşmenin korunmasından yararlanabilmesi için gerçekleştirilmekte olduğu bağlam ile birlikte cebir ve şiddet ile ilişkisi, kullanılan yöntem ve takip edilen amacın hukuk ve demokrasi kurallarına uygun olup olmadığı ve bir terör örgütü ile amaç veya yöntem bakımından ya da yapısal bir bağlantısının bulunup bulunmadığına bakılmalı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 17.07.2001 tarihli “Sadak ve diğerleri” kararında yaptığı ayrımda dikkate alınmalıdır.
Dairemizin ve geçmişte terör suçlarına bakan dairelerin yerleşik kararlarında yer aldığı üzere; PKK/KONGRA-GEL terör örgütünü, bir devlet sistemi gibi yapılandırmayı hedefleyip birimlerini ve üyelerini sistematik bir yapıya kavuşturmayı amaçlayan örgütün yasama meclisi KONGRA-GEL tarafından kabul edilip sistemin anayasası olarak nitelendirilen KCK (Koma Civaken Kürdistan) sözleşmesinde, KCK ile PKK’nın ideolojik, ahlaki, felsefi ve örgütsel bağlantısının açıkça vurgulandığı, KCK yapılanması bakımından PKK’nın amaç ve stratejisinin benimsendiği, tespitinden sonra KCK’nın PKK ile organik bağlantısı açıklanan amaç ve stratejisi hiyerarşik yapısı üye sayısı sahip olduğu silah ve zorlayıcı gücü itibarıyla Devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısımını Devlet idaresinden ayırmaya yönelik amaç suçu gerçekleştirmeye elverişli silahlı terör örgütü niteliğinde bulunduğu sonucuna varılmıştır. KCK yapılanması ile Devletin egemenliği altında bulunan bir kısım topraklarda Paralel Devlet yapısı oluşturulmaya çalışılmıştır. Belediyelerin yasa çerçevesinde kurdukları legal nitelikteki kent konseylerinin bir kısmı örğüt amaçları doğrultusunda illegal faaliyette bulundukları anlaşılmaktadır. Hiçbir yasa kanuna karşı hile ve kötü niyeti korumaz. Bu doğrultuda sanığın eyleminin ifade özgürlüğü ya da siyasi parti faaliyeti olarak değerlendirilmesine olanak bulunmamaktadır.
Yukarıda ayrıntılarına yer verilen gerekçeler ışığında; dosya kapsamındaki tüm delillere göre; Sanığın, fiil’i ile meydana gelen netice açısından illiyet bağının kurulamaması, suça iştirak koşullarının gerçekleşmemesi ve örgüt yöneticisi olmayan sanığın, örğüt mensuplarınca işlenen fiilerden fail sıfatı ile sorumlu tutulmasına yasal imkan olmaması karşısında; Sanığın gerçekleştirdiği basın açıklamasının içeriğinde, somut bir suçun işlenmesine yönelik teşvik ifadesi geçmemekte ise de, halkın bir kısmını yasalar çerçevesinde atanan kamu görevlilerini tanımama ve itatsizliğe çağrıda bulunmasının TCK 217. madde de tanımlanan suçu oluşturacağı, terör örgütü üyeliği diğer unsurların yanında, örgütün hiyerarşisine dahil olmak, örgüt amacı doğrultusunda verilen emir ve talimatları sorgulamaksızın yerine getirmeye hazır bulunmayı da ifade eder. PKK/KCK sözde yürütme konseyinin öz yönetimden başka seçenek kalmadığına yönelik çağrısı üzerine yapılan basın açıklamaları sonrasında, terör örgütünün amaca ulaşmak için gerçekleştirdiği stratejik hamlelerden en önemlilerinden birisi olan, yoğun olarak Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ve Ülkemizin değişik yörelerinde hakimiyet alanları oluşturmak için güvenlik güçlerine ve kamu binalarına topluca saldırı girişiminde bulunma eylemi arefesinde, kendisinin güvenemeyeceği örgüt hiyerarşisine dahil olmayan kişilere görev verip öz yönetim açıklaması yaptırmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu gibi, sanığında bu görevi üslenmeyeceği, olay öncesinde de terör örgütü ile bağlantısının bulunduğuna dair somut deliller olduğu anlaşılan sanığın örgüt üyesi olduğunun kabulu gerekeceği, bu suç sebebiyle hüküm kurulurken, TCK 61/1. maddedeki kriterler nazara alınarak; suçun işlendiği yer ve zaman, ortaya çıkan zarar ve tehlikenin ağırlığı gözetilip, işlenen suçun kanuni tanımındaki alt ve üst sınırlar arasında temel cezanın üst sınıra yakın takdir edilebileceği, TCK 302 maddesindeki suçun yasal unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden, suç vasıfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması,
Kabul ve uygulamaya göre de; silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan hüküm yönünden;
Fail’in, fiili ile netice arasında nedensellik bağı kurulmasına rağmen araç suçlar açısından gereğinin takdir ve ifa edilmemesi,TCK’nın 302/1. maddesinde düzenlenen devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçunun; faili, mağduru, izlediği süreci, ihlal ettiği hukuki yararı aynı olan ve daha hafif neticesi kendi neticesiyle birlikte aynı kasta bağlı harekete tek bir nedensellik bağı ile bağlı bulunan silahlı terör örgütüne üye olma suçu bakımından geçitli bir suç olması ve devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma suçundan açılan davaya ilişkin olarak ayrıca bir hüküm kurulmaması gerekirken beraat kararı verilmesi,
Kanuna aykırı, sanık müdafiinin duruşmada ileri sürdüğü ve temyiz dilekçesinde belirttiği temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, suçların ceza miktarları ile tutuklulukta geçirilen süre dikkat alınarak sanık müdafiinin tahliye talebinin REDDİNE, 31.01.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. 
TEFHİM ŞERHİ:
31.01.2017 tarihinde verilen iş bu karar, Yargıtay Cumhuriyet savcısı ...'in huzurunda, duruşmada sanık ...'ın savunmasını yapmış bulunan Av. ...'nın yokluğunda, 01.02.2017 tarihinde usulen ve açık olarak tefhim olundu.