YARGITAY Hukuk Genel Kurulu
ESAS: 2013/487
KARAR: 2014/54


Taraflar arasındaki “menfi tespit, alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; ...2. İş Mahkemesi’nce davanın kabulüne, dair verilen 15.03.2011 gün ve 2010/459 E., 2011/124 K., sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin 22.05.2012 gün ve 2011/5870 E., 2012/9322 K. sayılı ilamı ile ,

(...Davacı, Ö...Eğ. Öğ. Tic. Ltd. Şti.’nin Kuruma ödenmeyen 2005/5-2006/5 dönemine ilişkin prim, borcu ve fer’ileri için 6183 Sayılı Kanun kapsamında icra takibine geçildiği, söz konusu takip dosyalarından davacı adına düzenlenen ödeme emirlerinin, 22.05.2008 tarihinde tebliğ edildiği, 09.02.2010 tarihli haciz bildirisi düzenlenerek, yaşlılık aylıklarına haciz işlemi uygulanarak aylıklarından kesinti yapılmaya başlandığı dosyadaki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.

Davanın yasal dayanaklarından olan 6183 sayılı Kanunun “Ödeme emri” başlıklı 55’inci maddesinin ilk fıkrasında; kamu alacağını vadesinde ödemeyenlere, yedi gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları gereğinin bir ödeme emri ile tebliğ olunacağı; “Ödeme emrine itiraz” başlığını taşıyan 58’inci maddesinin birinci fıkrasında; kendisine ödeme emri tebliğ olunan kişinin, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde itirazda bulunabileceği belirtilmiştir. Görüldüğü gibi; “menfi tespit” niteliğindeki ödeme emrine itiraz/ödeme emrinin iptali davasının yedi günlük hak düşürücü süre içerisinde açılması zorunlu olduğu gibi, kendisine ödeme emri gönderilen borçlunun itirazları da üç nedenle sınırlandırılmıştır. Kanun koyucu tarafından, tahsil edilmesi istenen alacak, kamusal nitelikte imtiyazlı olduğundan sürüncemede kalması önlenerek, hızla tahsilinin sağlanması istenmiş, bu nedenle kamu alacağına ilişkin takip kesinleştikten sonra, yeni ve ayrı bir menfi tespit davası açılması yönünde herhangi bir hüküm öngörülmemiştir. Başka bir anlatımla, 6183 sayılı Kanunda, 2004 sayılı Kanununun 72’nci maddesine koşut bir düzenleme bulunmadığı gibi, 6183 sayılı Kanunda menfi tespit davasına, “Üçüncü şahıslardaki menkul malların, alacak ve hakların haczi” başlıklı, 08.04.2006 günü yürürlüğe giren 5479 sayılı Kanunun 5’inci maddesi ile değiştirilen 79’uncu maddesinde “… Herhangi bir nedenle itiraz süresinin geçirilmesi halinde üçüncü şahıs, haciz bildirisinin tebliğinden itibaren bir yıl içinde genel mahkemelerde menfi tespit davası açmak ve haciz bildirisinin tebliğ edildiği tarih itibarıyla amme borçlusuna, borçlu olmadığını veya malın elinde bulunmadığını ispat etmek zorundadır. …” düzenlemesi ile yalnız üçüncü kişiler yönünden yer verilmiş, bu hak ve olanak, kamu alacağı borçluları için tanınmamıştır. Buna göre; takibin itiraz edilmeksizin/dava açılmaksızın kesinleşmesi veya itirazın/davanın, hak düşürücü sürenin geçirilmesi nedeniyle reddine karar verilmesi durumunda kamu alacağı borçlusunun, aynı konuda menfi tespit veya geri alım (istirdat) davası açabilmesi olanaksız olup, ancak, koşulları gerçekleştiği ve kanıtlandığı takdirde 506 sayılı Kanunun 84’üncü maddesine dayalı olarak açılacak dava ile primler Kurumdan geri istenebilecektir. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 26.04.2006 gün ve 2006/21-198 Esas, 2006/249 Karar; 03.10.2007 gün ve 2007/21-623 Esas, 2007/717 Karar, 27.02.2008 gün ve 2008/21-139 Esas, 2008/204 Karar numaralı ilâmlarında da aynı görüş ve yaklaşım benimsenmiştir.

Yasal yedi günlük süre içerisinde iptali yönünde dava açılmayan ödeme emrine konu borcun kesinleşmesine ilişkin olgunun varlığı karşısında, bu kapsamda, kamu borçlusu yönünden 506 sayılı Kanunun 80’inci, 6183 sayılı Kanunun 35’inci veya mükerrer 35’inci madde düzenlemelerinin uygulama koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin de irdelenemeyeceği açıktır. Bununla birlikte; 506 sayılı Kanunun “Yersiz olarak alınan primlerin geri verilmesi” başlığını taşıyan 84’üncü maddesinin ilk fıkrasında; yanlış ve yersiz olarak alınmış olduğu anlaşılan primlerin, alındıkları tarihlerden on yıl geçmemiş ise, payları oranında işverenlere ve sigortalılara geri verileceği; ikinci fıkrasında, işverenlere geri verilecek primler için Kurumca yasal faiz ödeneceği ve faizin, primin Kuruma yatırıldığı tarihi izleyen aybaşından geri vermenin yapıldığı ayın başına kadar geçen süre için hesaplanacağı açıklanmış ise de, önceki paragraftaki açıklamalar gözetildiğinde, anılan madde anlamında Kurumun geri verme borcunun kapsamına ilişkin olarak, yalnızca prim ve gecikme zammını hesaplama yöntemi yönünden değerlendirme yapılması gerekmektedir. Daha açık anlatımla; Kurumca tahakkuk ettirilen prim ve gecikme zammı tutarının doğru yöntem izlenerek, yasal mevzuat hükümleri çerçevesinde olması gerektiği şekilde hesaplanıp hesaplanmadığı irdelenip, herhangi bir matematiksel hata yapılıp yapılmadığı saptanacak, 6183 sayılı Kanunun 58’inci maddesinde yazılı olan borcun bulunmadığı, kısmen ödendiği veya zamanaşımına uğradığı yönündeki iddialar ileri sürülemeyecek veya dinlenmeyecek, kamu borçlusunun gerçekleştirdiği ödemeler dahi dikkate alınmayacaktır.

Diğer taraftan; davanın diğer yasal dayanağı, davaya konu haciz (işlem) tarihi olan 09.02.2010 itibariyle yürürlükte olan, 5510 sayılı Kanunun 93’üncü maddesinin birinci fıkrasında; “Bu Kanun gereğince sigortalılar ve hak sahiplerinin gelir, aylık ve ödenekleri, sağlık hizmeti sunucularının genel sağlık sigortası hükümlerinin uygulanması sonucu Kurum nezdinde doğan alacakları, devir ve temlik edilemez. Gelir, aylık ve ödenekler; 88'nci maddeye göre takip ve tahsili gereken alacaklar ile nafaka borçları dışında haczedilemez.” hükmü öngörülmüş olup, Kurum alacaklarının 88’inci maddeye göre takip ve tahsilinde yaşlılık aylıklarının haczedilebilmesi mümkün bulunmaktadır.

Somut olayda; 6183 sayılı Kanun uyarınca gönderilen ödeme emirlerine karşı yasal süresi içinde itiraz davası açılmayarak, yapılan takiplerin kesinleştiğinin anlaşılmış olması karşısında, yaşlılık sigortasından bağlanan aylıklara Kurumca haciz konulması işleminde de bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

Mahkemece, yukarıda açıklanan maddi ve hukuki ilkeler gözetilmeksizin, yanılgılı değerlendirme sonucu, yazılı şekilde davacının borçlu olmadığının tespitine, yaşlılık aylığından yapılan kesintilerin hukuka aykırı olması yasal faizi ile birlikte iadesine karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O halde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…)

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, menfi tespit ve alacak isteğine ilişkindir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşme sırasında, işin esasına girişilmeden evvel, özel daire ve mahkeme kararlarının içerikleri gözetildiğinde, ortada yeni bir hükmün mü, yoksa bir direnme kararının mı, bulunduğu, ön sorun olarak ele alınmıştır.

İlkin belirtilmelidir ki, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesinin 2.ve 3.fıkraları gereğince, direnme kararının varlığından söz edilebilmesi için; açıkça bozma ilamına uyulmamış olması; bozmadan esinlenilerek eylemli uyma anlamına gelecek herhangi bir araştırma yapılmaması ve yeni delil toplanmaması; bozulan ilk kararda yer alan hususlar direnmeye konu edilerek gerekçenin ilk karardaki ana çerçeveden çıkılmadan sadece onu güçlendirmeye yönelik olmak üzere yasal sınırlarda genişletilerek oluşturulması, gerekmektedir.

Somut olayda; davacı, dava dışı Ö...Hizm. Ticaret Ltd. Şti. nin Kuruma olan prim borcu nedeni ile başlatılan icra takibi sonucu emekli maaşından yapılan kesintinin hukuka aykırı olduğunu belirterek, sözkonusu borçtan sorumlu olmadığının tespiti ile yapılan kesintilerin dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte tahsili isteminde bulunmuş; davalı Kurum vekili davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, davanın kabulüne ilişkin verilen karar; davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece, yukarıya başlık bölümüne aynen alınan gerekçeyle bozulmuştur.

Yerel Mahkemece, ilk hükümde yer almayan, “ödeme emirlerinin hiç birinde, davacının borcu kabul etmemesi halinde müracaat edebileceği, yetkili makam veya mahkemenin belirtilmediği, ödeme emirlerinin arka sahifesinin boş olduğu, ödeme emrinin tebliği zarfında, PTT memurunun tebligatın yapılış şekline dair, ihtarat şerhinin bulunmadığı, davalı Kurum’un, prim alacağını tahsili yoluna giderken, teknik ve bilgi yönünden, yeterince imkâna sahip olmasına rağmen, çıkardığı ödeme emirleri ve tebligat zarflarına, yeterli kanuni hakkı izah etmeden, muhatabının çok kısa sayılan, bir haftalık süre içerisindeki, kanuni hakları geçirecek şekilde, takibe girişmesinin 506 sayılı Kanunun, 55 ve 58. maddesindeki 7 günlük sürenin, hukuka aykırı olarak geçirilmesine sebep olduğu, Anayasa ile teminat altına alınmış, savunma yapma, hak arama hakkı kapsamında, ödeme emri ile tahsil talebinde bulunan kurumun, borçlu davacıya, hakkını arayacağı merciyi net belirtmemesi nedeniyle 7 günlük hak düşümü niteliğindeki süresinin başlatılmamış sayılması gerektiği” şeklindeki yeni gerekçe ile davanın kabulüne karar verilerek, bu karar direnme olarak adlandırılmıştır.

Ne var ki, yukarıda da açıklandığı üzere mahkemenin bu kararı, yeni bir gerekçeye dayalı, yeni bir hüküm niteliğindedir.

O halde, direnme kararının varlığından söz edilemez.

Durum bu olunca, yeni hüküm niteliğindeki bu kararın temyiz inceleme mercii Hukuk Genel Kurulu olmayıp, Özel Daire’dir.
Bu nedenle; dosyanın, temyiz incelemesi yapılmak üzere, görevli bulunan 10. Hukuk Dairesine gönderilmesi gerekir.

S O N U Ç: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin bu yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 10.Hukuk Dairesi’ne gönderilmesine, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 8/3. fıkrası uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 29.01.2014 gününde oybirliği ile karar verildi.