Dosya incelenerek gereği düşünüldü;

Şikayetçi ve tanıkların eşgallere ilişkin ayrıntı içerir bilgiler vermeleri yanında, güvenlik görevlilerince kendilerine gösterilen fotograf çıktısında, dokuz bayan içerisinde 3 ve 9.sıralarda bulunan sanıkları elverişli fotograflarından tereddütsüz ve kesin olarak teşhis etmeleri karşısında; tebliğnamedeki “kabule göre” bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.
Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; failin bir kimseyi, kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp,onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir.Hile nitelikli bir yalandır.Fail tarafından yapılan hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte bir takım hareketler olmalıdır. Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır.Hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal olarak değerlendirilmeli, olayın özelliği, fiille olan ilişkisi, mağdurun durumu, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır.

Dolandırıcılık suçunun dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle işlenmesi, bu suçun temel şekline göre daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektiren bir durum olarak TCK'nın 158/1-a maddesinde düzenlenmiştir.Madde gerekçesine göre, burada dikkat edilmesi gereken husus, dinin bir aldatma aracı olarak kullanılmasıdır. 

Din, bir topluluğun sahip olduğu kutsal kitap, peygamber ve Allah kavramını da genellikle içinde bulunduran inanç sistemi ve bu sisteme bağlı olarak yerine getirmeye çalıştığı ahlaki kurallar bütünüdür. Dini inanç, dine inanan, belirli bir dine mensup kişinin duygularıdır. Bir insanın dini inanç ve duyguları ile, doğup büyüdüğü, terbiyesini aldığı ailesi, çevresi ve içinde bulunduğu toplum arasında çok sıkı bir ilişki bulunmaktadır.
Bu nitelikli unsurun gerçekleşebilmesi ve suçun oluşabilmesi için, dini kurallara bağlı olanların, önem verdiği değerler, dini inanç ve duygular aldatma aracı olarak kötüye kullanılmalı, bu suretle gerçekleştirilen hile ile haksız bir yarar da sağlanmış olmalıdır.


Üç katlı binanın üst katındaki dairede ikamet eden ve kayden 18.07.2011 tarihinde evlenmiş görünen katılanın, birinci katta oturan eltisi-tanık Ayşe'ye, ikinci katta oturan tanık-kayınvalidesi İsmete ile birlikte ziyarete gittiklerinde; fikir ve eylem birliği içinde hareket eden sanıkların Ayşe'nin kapısını çalıp ona “...Kermesten geliyoruz, çember ve sair satıyoruz...” demeleri, ardından birer bardak su istemeleri ile oluşan diyalog ortamında sanıkların katılanın gözleri içine bakıp “...sen yeni evlenmişsin ...çok sıkıntı çekmişsin ...sana büyü yapılmış...” diyerek hem tanıkları hem de şikayetçiyi etki altına almaları, tanık Ayşe'den istedikleri kuru soğanı beze sarıp, bir şeyler okuduktan sonra kırdıklarında, soğan içinden muska benzeri bir kağıt çıktığını onlara göstermeleri, böylece “büyü-muska yapıldığı” inancını kuvvetlendirmeleri, ev sahibesinden çorap dahil giyim eşyaları isteyip, bunları bir bohca haline getirmeleri ve katılana “...altınları koyduğun çorabı bohca içine koy getir...” diyerek onun talimata uymasını sağlamaları, bohcayı katılandan geri aldıklarında yine mırıldanarak bir şeyler okuyup (bu anda el çabukluğu ile ziynet eşyası dolu çorabı alıp) ona “...bohcanı götür bir odaya kilitle ve kapıyı-bohcayı yarım saatten önce açma, namazını da kıl...” dedikten sonra şikayetçi ve tanıkların yanından uzaklaşarak haksız yarar sağlamaları eylemlerinin “nitelikli dolandırıcılık” suçunu oluşturduğu iddia edilen somut olayda;
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanıklar ve sanık Mehtap müdafinin sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;

Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 04.02.2014 tarih ve 2013/15-262 E; 2014/37 K. sayılı kararında da açıklandığı üzere; sanıkların yukarıda da özetlendiği biçimiyle sûbuta eren eylemlerinin TCK'nın 142/2-b maddesinde tanımlanan “nitelikli hırsızlık” suçunu değil, aynı yasanın 158/1-a maddesinde tanımlanan “nitelikli dolandırıcılık” suçunu oluşturduğu nazara alınmadan suç vasfının tayininde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde kararlar verilmesi,

Bozmayı gerektirmiş, sanıklar ve sanık Mehtap müdafinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebepten dolayı 5320 sayılı Kanunun 8/1.maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, aynı Kanunun 326/son maddesi gereğince hükmolunan ceza miktarı açısından kazanılmış hakların saklı tutulmasına, 05/06/2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.