Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

Davacı, davalı avukat ile imzalanan 24.07.1998 tarihli yazılı sözleşme gereğince davalının, şirkete ait dava ve icra dosyalarını takip ettiğini, şirket adına para tahsil etme yetkisi de bulunan davalının, 23.01.2002 tarihinde takip ettiği dosyalardan tahsil ettiği paraların bir kısmını zimmetine geçirdiğinin tespit edildiğini, bu durumun davalı tarafından 23.1.2002 tarihinde tanzim ve imza edilen yazılı belge ile de ikrar edildiğini, bu nedenle vekalet ilişkisinin aynı tarihte sona erdirildiğini, sözleşmeye göre davalıya peşin olarak ödenen vekalet ücretlerinin iadesi gerektiğini ileri sürerek, iadesi gereken 23.750,00 TL'nin, her bir dosya için tediye tarihinden itibaren işleyecek reeskont faiziyle birlikte tahsiline, birleşen davada ise, davalının şirket adına yapmış olduğu tahsilatlardan, zimmetinde bulundurduğu miktar nedeniyle 75.000,00 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı, cevap ve karşı dava dilekçesinde, 1994-2002 yılları arası 8 yıl süreyle şirketin sözleşmeli avukatlığını yatığını, bu işlerin bir kısmı için yazılı ve sözlü sözleşmeler gereğince ücretinin bir bölümünün peşin, diğer bölümünün ise iş bitiminde verildiğini, 23.01.2002 tarihli el yazılı beyanı ile 24.01.2002 tarihli liste ve tutanağın, 2001 yılında takip edilen ve sonlandırılan 205 adet icra dosyasına ait bulunduğunu, kendi payına düşen vekalet ücretlerini mahsup ettikten sonra davacı şirkete tediye edilen meblağların belirlendiğini, uhdesinde kalan bir miktarın söz konusu olmadığını, davacının 31.01.2002 tarihindeki azli üzerine işten el çektiğini, hak ettiği vekalet ücretlerinin ödenmesi için keşide etmiş olduğu ihtardan sonuç alamadığını, azlin haksız olduğunu, pek çok işten dolayı ücretlerini alamadığını ileri sürerek, asıl ve birleşen davanın Reddine, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere şimdilik 1.000,00 TL vekalet ücretinin 31.01.2002 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.

Mahkemece, alınan bilirkişi raporu ve ek rapor gereğince, azlin haksız olduğu kabul edilerek, asıl ve birleşen davaların reddine, karşı davanın kabulü ile, taleple bağlı kalınarak, 1.000,00 TL vekalet ücretinin, 31.01.2002 tarihinden itibaren işeyecek değişen oranlardaki yasal faizi ile birlikte davalı-karşı davacı ... Sigorta A.Ş.'den alınıp davacı-karşı davalı T...'e verilmesine karar verilmiş, hüküm, davacı-karşı davalı ... Sigorta A.Ş. tarafından temyiz edilmiştir.

Avukatın, vekil olarak borçları Borçlar Kanununun 389 ve devamı maddelerinde gösterilmiş olup, vekil, adı geçen Kanunun 390. maddesine göre müvekkiline karşı vekaleti sadakat ve özenle ifa etmekte yükümlüdür. Vekil, sadakat borcu gereği olarak müvekkilinin yararına olacak davranışlarda bulunmak, ona zarar verecek davranışlardan kaçınmak zorunluluğundadır. 

“Özen borcu” ile ilgili Avukatlık Kanununun 34. maddesinde mevcut olan, “Avukatlar, yüklendikleri görevleri, bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık ünvanının gerektirdiği saygı ve güvene yakışır bir şekilde hareket etmekle yükümlüdürler.” Şeklindeki hüküm ise, avukatlık mesleğinin bir kamu hizmeti olması nedeniyle, Borçlar Kanununun 390. maddesinde düzenlenen vekilin özen borcuna göre çok daha kapsamlı ve özel bir düzenlemedir. 
Buna göre avukat, üzerine aldığı işi özenle ve müvekkili yararına yürütüp sonuçlandırmakla görevli olduğu gibi, müvekkilinin kendisi hakkındaki güveninin sarsılmasına neden olacak tutum ve davranışlardan da titizlikle kaçınmak zorundadır. Aksi halde avukatına güveni kalmayan müvekkilin avukatını azletmesi halinde azlin haklı olduğunun kabulü gerekir. Gerçekten de avukat, görevini yerine getirirken gerekli özen ve dikkati göstermemiş, sadakatle vekaleti ifa etmemiş ise, müvekkilinin vekilini azli haklıdır. 
Avukatlık Kanununun, 174. maddesinde, “Avukatın azli halinde ücretin tamamı verilir. Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden dolayı azledilmiş ise ücretin ödenmesi gerekmez.” Hükmü mevcut olup, bu hükme göre azil işleminin haklı nedene dayandığının kanıtlanması halinde müvekkil Avukata vekalet ücreti ödemekle yükümlü değildir. Dairemizin kökleşmiş içtihatlarına göre haklı azil halinde ancak azil tarihi itibariyle sonuçlanıp, kesinleşen işlerden dolayı vekalet ücreti talep edilebilir. Zira vekalet ilişkisi bir bütün olup azil, taraflar arasındaki tüm dava ve takiplere sirayet edeceğinden, azlin haklı olduğunun kabul edilmesi halinde, davacının azil tarihi itibariyle sonuçlanıp kesinleşmeyen İşlerden dolayı vekalet ücreti talep edebilmesi mümkün değildir. Buna karşılık haksız azil halinde ise avukat, hangi aşamada olursa olsun, üstlendiği işin tüm vekalet ücretini talep etme hakkına sahiptir. 

Bu açıklamalardan sonra dava konusu olaya bakılacak olursa; Asıl dava, haklı azil iddiasına dayalı olarak, davalı avukata ödenen bir kısım peşin vekalet ücretlerinin iadesi, birleşen dava, davalı avukatın şirket adına yapmış olduğu tahsilatlardan, zimmetinde bulundurduğu miktarın tahsili, davalı-karşı davacı avukat tarafından açılan dava ise, azil nedeniyle ödenmeyen vekalet ücreti alacaklarının tahsili istemine ilişkindir. 

Taraflar arasında 24.7.1998 tarihli yazılı ücret sözleşmesi ile başlayan vekalet ilişkisinin, 31.1.2002 tarihli azille sona erdiği anlaşılmaktadır. Davacı şirket, davalı avukatın, ahzu kabz yetkisine dayanarak şirket adına yapmış olduğu bir kısım tahsilatları, şirket hesabına aktarmadığının tespit edilmesi, bu durumun 23.1.2002 tarihli belge ile davalı tarafından da ikrar edilmesi sonucunda, güven ilişkisinin zedelendiğini, davalı avukatı haklı olarak azlettiklerini ileri sürerken, davalı ise, görevini sadakat ve özenle yerine getirdiğini, azlin haksız olduğunu savunmuştur. O halde taraflar arasındaki öncelikli uyuşmazlık, azlin haklı olup olmadığı ile ilgilidir.

Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda, “…davalı avukat tarafından davacıya hitaben yazılan 23.01.2002 tarihli yazının, karşılıklı olarak hesap görülmesi isteğini taşıdığı, hesap görülmesi sırasında davalı avukatın, 3. kişilerden aldığı değerler ile ücret ve masraf alacakları ortaya konularak, tarafların birbirlerinden alacaklı ya da borçlu olup olmadıklarının belirlenmesinin mümkün olduğu, bu itibarla davacı şirketin, 23.01.2002 tarihli azilnamesi ile hiçbir gerekçe ileri sürmeden, gördüğü lüzum üzerine davalıyı vekaletten azletmesinin haksız azil niteliğinde olduğu” belirtilmiştir.

Oysa ki davalı-karşı davacı avukat tarafından bizzat kendi el yazısı ile yazılıp imzalanan 23.1.2002 tarihli belgede aynen, “açılan dava ve icra takip dosyalarından bir kısmında yapılan tahsilatların küçük bir bölümü, ...Bölge Müdürlüğünün kayıt altına alamadığı çeşitli masraflara harcandığı gibi, bir kısmı da uhdemde kalmıştır. Bu meyanda yapılacak ikili çalışma ile çıkacak bedeli defaten şirketinize ödemek ve açık hesabımı kapatmak istiyorum.” Açıklaması bulunmakta olup, davalı bu açıklaması ile, davalı şirket adına yapmış olduğu tahsilatların bir kısmını haksız olarak uhdesinde tuttuğunu açıkça ikrar etmiştir. Yine şikayet üzerine ...Barosu tarafından yapılan soruşturma dosyası içinde yer alan ve davalı-karşı davacı avukat tarafından, “... A.Ş. Hukuk İşleri Müdürlüğüne” hitaben verilen 26.1.2002 tarihli dilekçede mevcut olan “Yoğun iş programında kendimizce yetersiz gördüğümüz yüksek rakamlı dosyaların ücretlerinden bir kısmını yasal olandan ziyade tahsilatın %10’u gibi bir orana taşımış olmamız haksız gerçeğini, yukarda sunduğumuz gerçek tablo elbetteki silemez. Yaptığımız hatanın ve doğuracağı sonuçların tamamının bilincindeyiz. Ancak bu kadar özverili çalışma temposunda bu hatanın bir kez olsun affedilmesini sizlerden tüm utancımız ile talep ediyorum.” şeklindeki beyanlarla da bu ikrar teyit edilmiştir. 

O halde davalı avukatın, gerek “müvekkilin nam ve hesabına tahsil ettiği alacakları geciktirmeksizin iş sahibine bildirmesi” gerektiğine ilişkin Avukatlık Kanununun 166. maddesine, gerekse “müvekkil adına alınan paralar ve başkaca değerler geciktirilmeksizin müvekkile duyurulur ve verilir.” şeklindeki Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının 43. maddesine aykırı hareket ederek, müvekkili davacı-karşı davalı şirket adına yapmış olduğu bir kısım tahsilatları haksız olarak yedinde tuttuğu, bu husustan müvekkilini haberdar etmediği, olayın tespit edilmesi üzerine de, kendi el yazısı ve imzası ile “tahsilatları haksız olarak yedinde alıkoyma” şeklindeki özen ve sadakat borcuna aykırı eylemini açıkça ikrar ettiği anlaşıldığından, davacı-karşı davalı tarafından haklı olarak azledildiğinin kabulü gerekir. Bu itibarla mahkemece taraflar arasındaki asıl, birleşen ve karşı davalarda, az yukarda açıklanan haklı azlin gerektirdiği sonuçlara göre bir inceleme ve değerlendirme yapılarak, hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken, aksine düşüncelerle “azlin haksız olduğunun” kabulü ile yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. 

SONUÇ : Yukarda açıklanan nedenlerle, temyiz edilen hükmün, temyiz eden davacı-karşı davalı ...Sigorta A.Ş. yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 5.3.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.