Suç tarihlerinde Kozan Verem S. Dispanserinde görevli doktor olan sanık Y. Ç.'un yirmi, Gazi Köy Sağlık Ocağında görevli doktor olan sanık S. B.'in altı, aynı yerde görevli Doktor olan sanık E. B.'in üç, Feke Sağlık Ocağında görevli doktor olan sanık S. P.'nun ise üç adet reçeteyi hastaları görmeden düzenledikleri, Adli Tıp Kurumu ve bilirkişi raporlarına göre; reçetelerin bir bölümünün hastalık tanısı içermediği, bir kısım ilaçların teşhisle uyumlu bulunduğu, bir kısmının ise hastalara konulan teşhisle uyumlu olmadıkları, Suça konu reçetelerde adı geçen hasta veya yakınlarının, sanıkların görevli oldukları sağlık kuruluşlarına gitmediklerini ve sanıklara muayene olmadıklarını, reçetelerin bilgileri haricinde düzenlendiğini, sağlık karnelerini eczanelere bıraktıklarını, reçetelere konu ilaçların eczaneden alındığına dair imzaların kendilerine ait olmadığını, bir kısmının ise anne ve babalarına ait sağlık karnelerini götürüp sanıklara ilaç yazdırdıklarını beyan ettikleri, Adlarına reçete düzenlenen sekiz kişinin hipertansiyon ve kalp hastalığı olduğuna dair sağlık kurulu raporu bulunduğu, reçetelerde de söz konusu hastalıklara dair ilaçlara yer verildiği, Reçetelerde yazılı ilaçların tümünün, suç tarihi itibarıyla 1.493.032.854 ( 1.493 ) Lira değerinde olduğu, Sanık Y. Ç.'un; suçlamaları kabul etmediğini, genellikle hastaları muayene edip ilaç yazdığını, ancak raporu olan hastalara gelememeleri halinde zorluk çıkarmadığını, hasta yakınının sağlık karnesi ve raporla müracaat etmesi halinde ilaç yazdığını, iş yoğunluğu sebebiyle karne sahibinin bizzat kendisi olup olmadığını kontrol etmediğini, ilaçların alındığı eczanelerle arasında maddi ya da manevi herhangi bir bağ bulunmadığını belirttiği, Sanık S. B.'in; H. K.'u tanıdığını, kendisine telefon ederek gerek ilaç mümessili, gerekse kalfası vasıtasıyla gönderdiği sağlık karnelerine ilaç yazdığını, ilaç fiyatları hakkında bir fikri bulunmadığını, eczacılarla maddi bir bağlantısı olmadığını, sağlık mensubu olmasına güvenip şahısların vermiş olduğunu düşünerek hastaları görmeden reçete hazırladığını söylediği, Sanık E. B.'in idari soruşturma aşamasında; eczacıların kendisini telefonla arayarak gönderdikleri sağlık karnelerine sağlık mensubu olmalarına güvenip ilaç yazdığını ifade ettiği, ancak duruşmada ise hastaları görmeden sahte reçete düzenlemediğini beyan ettiği, Sanık S. P.'nun; genelde istek üzerine ilaç yazmadığını, ancak hastayı önceden tanıyorsa, yaşlı ve raporu da varsa görmeden reçete düzenlediğinin de olduğunu, suç tarihinde önceden tanıdığı bir ilaç firması mümessilinin on sekiz adet sağlık karnesi getirip, yakınlarına ait olduğunu belirterek kendisinden ve diğer doktordan ilaç yazmasını istediğini, yalnızca bir adet reçete düzenlediğini, hatta sonradan pişman olduğunu, ancak reçeteyi iptal etmediğini savunduğu, Anlaşılmaktadır. Uyuşmazlık konusunda sağlıklı bir hukuki sonuca ulaşılabilmesi bakımından görevi kötüye kullanma ve evrakta sahtecilik suçları üzerinde durulması gerekmektedir. Suç tarihi itibarıyla yürürlükte olan 765 Sayılı T.C.K.nun 240. maddesinde düzenlenen "görevde yetkiyi kötüye kullanma" suçu, ceza uygulamasında memur sayılan kimsenin, kanunda yazılı hallerden başka her ne şekilde olursa olsun, görevini kanunun gösterdiği usul ve esaslardan başka bir surette ifa etmesi veya kanunun koyduğu usul ve şekle uymadan yapmasıyla oluşur. 1.6.2005 günü yürürlüğe giren 5237 Sayılı T.C.K.nun 257. maddesinde düzenlenen "görevi kötüye kullanma" suçu ise; 765 Sayılı Kanunun 240. maddesinde düzenlenmiş olan "görevde yetkiyi kötüye kullanma", 230. maddesindeki "görevi ihmal" ve 228. maddesinde yer alan "görevde keyfi davranış" ( 6352 s. K. ile 3. fıkra iptal edildiğinden basit rüşvet olmayı karşılamaz ) suçlarının karşılığını oluşturmaktadır. 5237 Sayılı T.C.K.nun görevi kötüye kullanma başlıklı 257. maddesinin 1. fıkrası; "Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır" şeklinde iken, maddede 8.12.2010 gün ve 6086 Sayılı Kanunla değişiklik yapılarak "kazanç" ibaresi "menfaat", "bir yıldan üç yıla kadar" olan yaptırımı da "altı aydan iki yıla kadar" biçiminde değiştirilmiştir. 257. maddenin 1. fıkrasında düzenlenen "görevi kötüye kullanma" suçu; kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı hareket etmesi ve bu davranışı sebebiyle kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına sebebiyet verilmesi ya da kişilere haksız bir menfaat sağlanmasıyla oluşur. Bu suçun oluşabilmesi için norma aykırı davranış yeterli olmamakta, norma aykırı hareketin yanında, bu davranış sebebiyle kişilerin mağduriyeti veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız bir menfaat sağlanması da gerekmektedir. Maddenin gerekçesinde de görevi kötüye kullanma suçunun oluşabilmesinin şartları; "Kamu görevinin gereklerine aykırı olan her fiili cezai yaptırım altına almak, suç ve ceza siyasetinin esaslarıyla bağdaşmamaktadır. Bu nedenle, görevin gereklerine aykırı davranışın belli koşulları taşıması halinde, görevi kötüye kullanma suçunu oluşturabileceği kabul edilmiştir. Buna göre, kamu görevinin gereklerine aykırı davranışın, kişilerin mağduriyetiyle sonuçlanmış olması veya kamunun ekonomik bakımdan zararına neden olması ya da kişilere haksız bir kazanç sağlamış olması halinde, görevi kötüye kullanma suçu oluşabilecektir" biçiminde vurgulanmıştır. Öğretide; "Görevi kötüye kullanma suçunun oluşması, kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı hareket etmesinden, kişilerin mağdur olması veya kamunun zarar görmesi ya da kişilere haksız kazanç sağlanmasına bağlıdır. Bu sonuçları doğurmayan norma aykırı davranışlar suç olarak değerlendirilemez. Maddenin 1. fıkrasında düzenlenen suç yalnız icrai hareketle işlenebilir. Bu suçun ihmali hareketle gerçekleştirilmesi mümkün değildir. Suçun 2. fıkrada belirtilen hali ise ihmali hareketle de işlenebilir. Her iki fıkra açısından suçun manevi unsuru kasttır. Görevini belirleyen kanuni hüküm ve talimatlara aykırı davrandığını bilen kamu görevlisinin bu tür bir davranışı istemesi kastı teşkil eder" şeklinde görüşlere yer verilmiştir. ( M.Emin Artuk-A. Gökcen- A.C. Yenidünya, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, 12. bası 2012, s.904; D. Tezcan-M.Ruhan Erdem-M. Önok, Teorik ve Pratik Ceza Hukuku, Seçkin Yayınevi, 9. bası, 2013 s. 913 ) Görüldüğü gibi, 765 Sayılı T.C.K.nun 240. maddesindeki suçun oluşumu için norma aykırı davranış yeterli iken, 5237 Sayılı T.C.K.nun 257/1. maddesindeki suçun oluşabilmesi için, norma aykırı davranış yetmemekte, bu davranış sebebiyle kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız bir menfaat sağlanması gerekmektedir. O halde, 765 Sayılı T.C.K.nun 240. maddesindeki görevde yetkiyi kötüye kullanma suçu, memur sayılan kişinin kasten görevinin gereklerine aykırı hareket etmesiyle oluşurken; 5237 Sayılı Kanunun 257. maddesinde düzenlenmiş olan görevi kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için, kamu görevlisinin kasten görevinin gereklerine aykırı davranmasının yanında, bu davranış sebebiyle kişilerin mağduriyetinin, kamunun zararının ya da kişilere sağlanmış haksız bir menfaatin bulunması gerekmektedir. Memurun resmi belgede sahteciliği suçu, suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 765 Sayılı Türk Ceza Kanununun 339. maddesinin 1. fıkrasında; "Bir memur, memuriyetini icrada tamamen veya kısmen sahte bir varaka tanzim eder veya hakiki bir varakayı tağyir ve tahrif eyler ve bundan dolayı umumi ve hususi bir mazarrat tevellüt edebilirse üç seneden on seneye kadar ağır hapis cezasına mahkum olur. Eğer işbu varaka sahteliği ispat edilmedikçe muteber olan evrak kabilinden ise ağır hapis cezası beş seneden on iki seneye kadar verilir" şeklinde düzenlenmiş iken, 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 Sayılı T.C.K.nun 204/2. maddesinde; "Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmi belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır" biçiminde yeniden hüküm altına alınmıştır. Resmi belgede sahtecilik suçu seçimlik hareketli bir suç olarak düzenlenmiş olup, resmi belgenin sahte olarak düzenlenmesi, gerçek bir resmi belgenin başkalarını aldatacak şekilde değiştirilmesi, resmi belgenin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesi veya sahte resmi belgenin kullanılması durumunda oluşur. Uyuşmazlık konusu bu açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde; Doktor olarak ilk görev yerlerinde çalışmaya başlayan sanıkların, aralarında maddi bir ilişki bulunduğu her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delillerle ispatlanamayan eczane sahiplerinin gönderdiği ya da hasta yakınlarının bizzat getirdikleri sağlık karnelerine, hastaları görmeden, büyük bölümü konulan hastalık tanısıyla uyumlu ilaç yazma şeklindeki eylemlerinin, sosyal güvenlik kuruluşlarınca ödenen katkı payının doğması, bu şekilde eczane sahiplerine menfaat sağlanması ve kamu zararına da neden olunması hususları gözetildiğinde, görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğunun kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Bu itibarla, Özel Daire kararında bir isabetsizlik olmadığından itirazın reddine karar verilmelidir. Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Başkanı ve sekiz Kurul Üyesi; "sanıkların eylemlerinin görevi kötüye kullanma değil, memurun resmi belgede sahteciliği suçunu oluşturduğu, bu sebeple itirazın kabulüne karar verilmesi gerektiği" düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.