14.04.2015 tarihinde Yargıtay Ceza Genel Kurulu kasten adam öldürme davasında yerel mahkeme ile Yargıtay 1. Ceza Dairesi arasındaki ihtilafı sonlandıran bir karara imza attı.

AKILDA KALAN SORULAR

Sanık Y.A.'nın, eşi maktule D.A.'yı kasten öldürdüğünün kabulüne ilişen Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesinin kararının isabetli olduğu” görüşüyle karşı oy kullanan Yargıtay Üyesinin  gerekçesinde :

"Otopsi raporundan da anlaşılacağı üzere, maktule 170 cm boyundadır, epigastrium orta bölümündeki av tüfeği saçma taneleri toplu giriş deliği bulunup, batın içerisinde 3. bel omuru sağında bir adet tapa görüldüğü belirtilmiş olup, bu haliyle yara trajesinin yere paralel seyir ettiği anlaşılmaktadır. Yakın atış mesafesinden ateş edildiği de kriminal raporlar ile tesbit edilmiş olup, (yakın atış mesafesi ise 4-5 cm olarak tıbben tesbit edilmiş olmakla birlikte) tüfeğin namlusunun olayda maktulün vücuduna değmediği teknik olarak sabittir. O halde, maktulün fiziki özellikleri, özellikle boyu dikkate alındığında, tüfeğin tüm uzunluğunun 113 cm olduğu da düşünüldüğünde, enazından 113 cm+4-5 cm = 117 cm'lik bir mesafeye kadar maktulün eğilmesi gerekir. Oturma konumundaki maktulün bu mesafeye kadar eğilmesi fiziken mümkün değildir. Zira, boyunun büyüklüğü buna engel olacaktır. Bu taktirde de yara trajesinin yara girişine göre yere paralel seyretmesi kesinlikle, mümkün olamaz. Maktulün dosyada mevcut resime dikkatle bakıldığında oturma konumunda tüfeği ayak başparmağı ile ateşlemesi durumunda, hem tüfeğin karnına dayanması, hemde yara trajesinin aşağıdan yukarı doğru seyretmesi ancak teknik olarak mümkün olabilecek iken, bu durumda gözden kaçırılmaktadır.  " derken; 

Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Dairesi ise: "22.05.2006 tarihli ve 1369 sayılı raporunda, atışın toplu giriş mesafesi dahilinde yakın atış mesafesinden yapıldığı, cesedin bulunuş şekli, yara yeri, atış mesafesi, olayda kullanılan tüfeğin özellikleri ve ölenin fiziki gelişimi dikkate alındığında, bu atışın maktule tarafından ayak parmakları kullanılarak yapılmasının reddedilemeyeceği,"

Ceza Genel Kurulu ise " kişinin karyolaya oturmuş vaziyette tüfeği iki eliyle tutup dipçiğini yere dayayarak ve baş kısmını da öne doğru eğip ayak parmağı ile tetiğe basması sonucu göbeğin 8-9 cm yukarısından toplu giriş yarası yapan saçma taneleri ile plastik tapanın otopside belirtilen yara trajesini oluşturmasının ve plastik tapa ile saçma tanelerinin vücut içerisinden elde edildikleri bölgelere kadar nüfuz etmesinin tıbben mümkün olduğu tespitlerine yer verildiği,"

ÇÖZÜM

Belki bir çok araştırma ve tartışma yapıldı ancak dikkati çekin bir husus CSI New York dizilerinde gördüğümüz gibi cansız manken kullanılarak aynı karyola yüksekliği, mağdurla aynı bacak bel yüksekliğinde cansız manken ve aynı tüfek kullanılarak olay Adli Tıp Kurumunca canlandırılsa ve bir çok deneme yapılsaydı;

1- Tüfeğin kazak üstünde bulunması gerekip gerekmediği, 

2- Tüfeğin atış sonrası geri tepme nedeniyle maktulenin bacaklarının arasında kalıp kalamayacağı

3- 113 (tüfeğin uzunluğu) cm + 4-5 cm (yakın atış mesafesi) = 117 cm'lik bir mesafeye kadar eğilmesi gereken   oturma konumundaki maktulün bu mesafeye kadar eğilmesinin fiziken mümkün olup olmadığı,

4- Maktulün bu mesafeye kadar eğilmesinin fiziken mümkün olduğu tespit edilir ise bu taktirde de yara trajesinin yara girişine göre yere paralel seyretmesinin mümkün olup olmadığı bilimsel olarak çözülemez miydi?

 SANIĞIN ANLATIMLARINA GÖRE OLAY 

Yargı içinde ihtilafa düşüren olay ise sanığın anlatımlarına göre şu şekilde idi : "maktule ve sanığın evli oldukları, evliliklerinin ilk yıllarında sanığın maktuleyi darp etmesi nedeniyle maktulenin bir süre babasının evine gittiği ve araya girenlerin barıştırması üzerine evine döndüğü, olay öncesinde köyün ortak suyunun sanığın ailesi tarafından izinsiz kapatılması ve hayvan besiciliğinde kullanılmasından ötürü sanığın ve maktulenin ailesi arasında oluşan husumet nedeniyle, adli merciilere yansıyan olayların gerçekleştiği anlaşılmakla, olay günü Polatlı ilçe merkezine taşınmak isteyen maktule ile sanık arasında tartışma çıktığı, sanığın maktuleyi gözüne vurup yaraladığı, saat 19.00 sıralarında gerçekleşen bu olay üzerine maktulenin komşuları olan tanıklar Fatma ve Abdullah'ın evine sığındığı ve onlara eve dönmek istemediğini, Polatlı'ya babasının evine gitmek istediğini söylediği, akrabaları ve komşuları olan Basri'ye haber verilmesi üzerine tarafların barıştırıldıkları ve aynı gün maktulenin evine döndüğü, sanığın aşamalardaki aksi kanıtlanamayan savunmasında, işinin saat 23.00 sıralarında bitmesi üzerine eve geldiğini, havanın soğuk olması nedeni ile sobanın bulunduğu odada maktule ve iki çocuğu ile birlikte uyuduklarını, yatmadan önce gündüz yaşanan olayla ilgili maktule ile aralarında konuşma geçmediğini, saat 02.00 ile 02.30 civarında küçük kızının ağlaması üzerine uyandığını, yatağa baktığında maktulenin yanında olmadığını anladığını, süt ısıtmak için mutfağa gitmiş olabileceğini düşünüp beklediğini, gelmeyince kapıyı açıp dışarı çıktığını, yanda ışıkları yanan yatak odasına girdiğinde, maktulenin ayakları yerde ve sırtı yatak üzerinde olacak şekilde hareketsiz yattığını, elbise dolabının orta bölmesinde muhafaza ettiği ruhsatsız av tüfeğinin, namlusu yukarı doğru hafif eğik vaziyette maktulenin bacaklarının arasında olduğunu görüp maktulenin yüzüne dokunduğunda soğukluğu hissettiğini, o anki şok ile maktulenin üzerindeki kazağı kaldırdığında toplu saçma giriş yarasını gördüğünü ve öldüğünü anladığını, tüfeğe dokunmadığını, hemen komşulara haber verdiğini, patlama sesini yattığı odadan duymadığı".

ANKARA 4  AĞIR CEZA MAHKEMESİ ve YARGITAY 1. CEZA DAİRESİNİN BERAAT BOZMASINA MUHALİF OLAN ÜYEYE GÖRE OLAY

...Sanığın savunmasına itibar etme olanağı bulunmamaktadır. Zira, savunma hayatın olağan akışına uygun olmadığı gibi, maddi deliller ile de kısmen örtüşmemektedir. Kapıların açık olmasına karşın, silah sesini duymayan sanık, çelişki ile bebek ağlama sesine uyanabildiğini, devamında maktuleyi yan odada sırt üstü yatar vaziyette ayaklarının arasında av tüfeği olduğu halde gördüğünü, yüzüne dokunduğunda soğuk olduğunu anlayıp kazağı açtığında tüfek giriş deliğini gördüğünü, tüfeğe hiç dokunmadığını belirtmesine karşın, dosyada maktulenin bulunduğu ana ilişkin konumlar fotoğraflandırılmış olup, maktulenin üzerinde ve giysilerinde hiç kan görmemesine karşın, maktuleyi kaldırmaya çalışmadan doğrudan kazağını hem de tek eli ile kaldırması düşündürücüdür. Kaldı ki, üzerindeki tüfeğe dokunamadan, maktulenin kazağını kaldırması da mümkün olamaz, çünkü resimlerden de anlaşılacağı üzere normal şartlarda ve konumda tüfekde kazağın üstünde bulunması gerekirdi. O halde, tüfeğe dokunmadan kazağı kaldırmak mümkün olamaz. Bu nedenle sanığın ve tüfeği olay anında kullanan maktül iken tüfekte enazından maktulün parmak izlerinin bulunmaması da bir başka düşündürücü vakadır. Hatta, maktulenin bulunduğu şekliyle dosyada mevcut resimler incelendiğinde, sanığın savunmasında geçtiği şekliyle maktulenin yatak kıyafetleri ile bulunmadığı, normal kıyafetlerle kalın çorabının dahi giyili bulunduğu dolayısıyle '..konuşup anlaştıklarını, yattıklarını daha sonra gece uyurken kızının sesine uyandığını' şeklindeki savunmasının aksine, maktulenin normal giysilerde ve hiç yatmadığını göstermektedir ve bu dahi düşündürücüdür. 

Ankara Jandarma Komutanlığının 12.01.2004 tarih 203/425956-55529 sayılı ekspertiz raporunda; maktulenin sağ el dış, sol el iç-dış svapları üzerinde atış artıklarına rastlandığı, sanık Y.A.'ya ait sağ el iç svabı üzerinde atış artığına rastlandığı tesbit edilmiştir. Bu durum ise, maktulenin kazağını tutması durumunda da oluşabileceği şeklinde açıklanabilmekte ise de, tek elle kazağı kaldırması ne derece doğaldır anlaşılamamıştır. 

Her ne kadar mahkemece yapılan keşifte, bizzat maktulenin olay anında üzerinde bulunan el örmesi kalın yün çorapda kullanılmak suretiyle tatbikat yapılarak, çorap ile atışın mümkün olabileceği tesbit edilmiş ise de, bu yöntemi kullanan kişinin kışlık kalın çoraplarını kullanmak suretiyle kendisini zora sokmasının anlamı nedir. Ayrıca ayak başparmağını kullanması durumunda, maktulenin dosyada mevcut resmi itibariyle kullandığı parmak itibariyle çorabın parmak arasına girmesi gerekirken, böyle bir duruma resimde rastlanmamıştır. 

Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesinin 15.8.2005 tarih 42788/1821 sayılı .... Tüm bu hususlar çerçevesinde, teknik olarak olayda kullanılan tüfeğin geri tepmeli olduğu, bu haliyle mahkemece gidilen keşif akabinde belirtildiği şekilde '.....tüfeğin kendiliğinden kaymadığı' şeklindeki mütalaanın sadece denemeye bağlı olduğu, teknik bilirkişi raporunun ise, teknik verilere göre değerlendirme yapması nedeniyle kabul de daha üstün tutulması gerektiği ortadadır. Bu durumda, tüfeğin teknik olarak geri tepme özelliği gözönünde tutulduğunda, maktulenin bacaklarının arasında kalamayacağı sonucunu da ortaya çıkartmaktadır. 
Otopsi raporundan da anlaşılacağı üzere, maktule 170 cm boyundadır, epigastrium orta bölümündeki av tüfeği saçma taneleri toplu giriş deliği bulunup, batın içerisinde 3. bel omuru sağında bir adet tapa görüldüğü belirtilmiş olup, bu haliyle yara trajesinin yere paralel seyir ettiği anlaşılmaktadır. Yakın atış mesafesinden ateş edildiği de kriminal raporlar ile tesbit edilmiş olup, (yakın atış mesafesi ise 4-5 cm olarak tıbben tesbit edilmiş olmakla birlikte) tüfeğin namlusunun olayda maktulün vücuduna değmediği teknik olarak sabittir. O halde, maktulün fiziki özellikleri, özellikle boyu dikkate alındığında, tüfeğin tüm uzunluğunun 113 cm olduğu da düşünüldüğünde, enazından 113 cm+4-5 cm = 117 cm'lik bir mesafeye kadar maktulün eğilmesi gerekir. Oturma konumundaki maktulün bu mesafeye kadar eğilmesi fiziken mümkün değildir. Zira, boyunun büyüklüğü buna engel olacaktır. Bu taktirde de yara trajesinin yara girişine göre yere paralel seyretmesi kesinlikle, mümkün olamaz.

YARGITAY 1. CEZA DAİRESİNE GÖRE OLAY

"06.01.2004 tarihli ekspertiz raporunda, olayda kullanılan silah üzerinde parmak izine rastlanmadığı, 17.12.2003 tarihli ölü muayene tutanağında, maktulenin göbek deliğinin 9 cm yukarısında 2x3 cm'lik alt kısmı düzgün ve yukarıya doğru genişleyen tarzda üst kısmında parça artıklarının olduğu toplu saçma giriş deliğinin bulunduğu, 24.01.2004 tarihli otopsi tutanağında ise maktulenin 2. ve 3. paravertebral bel omurunun sağında av tüfeği fişeğine ait plastik tapanın ve çok sayıda saçma tanesinin olduğu, Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Dairesi'nin 22.05.2006 tarihli ve 1369 sayılı raporunda, atışın toplu giriş mesafesi dahilinde yakın atış mesafesinden yapıldığı, cesedin bulunuş şekli, yara yeri, atış mesafesi, olayda kullanılan tüfeğin özellikleri ve ölenin fiziki gelişimi dikkate alındığında, bu atışın maktule tarafından ayak parmakları kullanılarak yapılmasının reddedilemeyeceği, Adli Tıp Fizik İhtisas Kurulu'nun 30.07.2009 tarihli ve 1234 sayılı raporunda atışın, bitişiğe yakın atış mesafesinden yapıldığı tespitlerine yer verilmesi, 

Mahkeme tarafından yapılan keşif sonrası düzenlenen 07.11.2007 ve 31.11.2007 tarihli bilirkişi kurulu raporlarında ise, ayakları yere değecek şekilde 50 cm yükseklikteki yatak üzerinde başı öne eğik vaziyette oturan maktulenin elindeki tüfeğin lastikten yapılmış kaymayan dipçik kısmını halıya veya muşambaya dayayıp kendisine doğru eğerek, 5-10 cm kadar mesafeden namlusunu her iki eli ile sabitleyip tutması halinde, ayak parmağını kullanıp tetik bölümüne baskı yaparak ateş etmesinin, atış sonucunda silahtaki geri tepme (namlu ağzı basıncı) ile oturduğu yatak üzerine sırt üstü düşmesinin ve tüfeğin bacaklarının arasında kalmasının mümkün olduğunun, maktulenin sağ ve sol eli üstündeki atış artıklarının bu şekilde açıklanabileceğinin, sol el avuç içerisindeki atış artıklarının sol eli ile namluyu kovan atma boşluğuna yakın bir yerden tutmasından; sanığın sağ el avuç içindeki atış artıklarının ise ateş edilen silaha, yara yerine veya atış artığı bulunan şeylere dokunmasından kaynaklanabileceğinin, maktule tarafından bu şekilde yapılan atış neticesinde, yukarıya doğru genişleyen mevcut toplu saçma giriş yerinin ve fişeğe ait plastik tapanın vücut içerisinde kalması ile saçma tanelerinin dağılımına uygun yara tarajesinin oluşmasının tıbben mümkün olduğunun belirtilmesi karşısında; 

 Sanığın maktuleyi olay öncesinde darp etmesi, sanığın ve maktulenin aileleri arasında adli merciilere yansıyan husumet bulunması, olayda kullanılan silahın üzerinde parmak izine rastlanmaması ve sanığın savunmasında patlama sesini duymadığını beyan etmesi gibi olay ve olguların tek başına sanığın maktuleye karşı kasten öldürme suçunu işlediğini ispatlamayacağı gözetilmeksizin, mahkumiyete yeterli, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığından sanığın beraatine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde cezalandırılma- sına karar verilmesi” isabetsizliğinden oyçokluğuyla bozulmasına karar verilmiş,"

Yargıay 1. Ceza Dairesi oy çokluğu ile Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesinin kararını bozmasından sonra, dosyaya yeniden bakan Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi önceki kararında direnerek dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderdi. 

NİHAİ KARARI YARGITAY CEZA GENEL KURULU VERDİ

"Amacı somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden birisi de, insan haklarına dayalı, demokratik rejimle yönetilen ülkelerin hukuk sistemlerinde bulunması gereken, öğreti ve uygulamada; "suçsuzluk" ya da "masumiyet karinesi" şeklinde, Latincede ise "in dubio pro reo" olarak ifade edilen "şüpheden sanık yararlanır" ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkûmiyetine karar verilebilmesi açısından gözönünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlak surette sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği ya da gerçekleştiriliş şekli hususunda herhangi bir şüphe belirmesi halinde uygulanabileceği gibi, suç niteliğinin belirlenmesi bakımından da geçerlidir. Ceza mahkûmiyeti, herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkan vermemeli, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp, diğer kısmı gözardı edilerek ulaşılan kanaate değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın eşi maktuleyi olay öncesinde darp etmesi, sanığın ve maktulenin aileleri arasında adli merciilere yansıyan husumet bulunması, olayda kullanılan tüfeğin üzerinde parmak izine rastlanmaması, sanığın savunmasında patlama sesini duymadığını beyan etmesi gibi hususlar göz önüne alındığında sanığın maktuleyi öldürdüğü yönünde şüphe oluşmakta ise de, olayın gerçekleşme şekline ilişkin tanık beyanının bulunmaması, evin içerisinde ve olayın meydana geldiği odada herhangi bir dağınıklığın ve kan izinin olmaması, maktulenin el ve yüz svaplarında atış artıklarının bulunması, atışın bitişiğe yakın atış mesafesinden yapılmış olması, Adli Tıp 1. İhtisas Kurulu ve mahkemece yapılan uygulamalı keşif sonucu düzenlenen bilirkişi raporunda ölüme neden olan yaranın maktule tarafından meydana getirilmesinin tıbben mümkün olduğunun belirtilmesi, deri içerisindeki saçmaların aşağıdan yukarıya doğru bir seyir izlediğinin tespiti, yara giriş deliğinin oluş şekli ve sanığın aşamalarda istikrarlı olarak suçu işlemediği yolundaki savunması karşısında, sanığın atılı suçu işlediği şüphe boyutunda kaldığından "şüpheden sanık yararlanır" ilkesi gereğince sanığın beraatine karar verilmesi gerekirken, yerel mahkemece mahkumiyetine karar verilmesinde isabet bulunmamaktadır.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün sanığın beraatine karar verilmesi gerekirken mahkumiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan bir Genel Kurul Üyesi; "sanığın mahkumiyetine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığından yerel mahkeme direnme hükmünün onanması gerektiği" düşüncesiyle karşıoy kullanmıştır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 09.10.2012 gün ve 204-326 sayılı direnme hükmünün sanığın üzerine atılı eşini kasten öldürme suçunun şüphe boyutunda kaldığından beraatine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden mahkumiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA, "

Kaynak: Hukuk Medeniyeti

İçtihadın tam meti için tıklayınız:  http://www.hukukmedeniyeti.org/ictihat/318/csi-new-york-dizisi-senaryosu-gibi-ictihat-adam-ol/