T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu


Esas No : Karar No : Tebliğname :
2012/11-1086 2013/40 2012/32981


Y A R G I T A Y K A R A R I


Kararı veren
Yargıtay Dairesi : 11. Ceza Dairesi
Mahkemesi : TURHAL Sulh Ceza
Günü :
Sayısı :
Davacı : K.H.
Katılan :
Sanık :

Bedelsiz senedi kullanma suçundan sanık ’ın 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 156/1, 62, 50/1-a ve 52/2. maddeleri uyarınca 4500 Lira hapisten çevrilen ve 1500 Lira doğrudan hükmolunan adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Turhal Sulh Ceza Mahkemesince verilen 11.02.2010 gün ve 406-14 sayılı hükmün, sanık müdafii, o yer Cumhuriyet savcıları ve üst Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 06.04.2011 gün ve 16960-1881 sayı ile;
“Ayrıntıları Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 24.03.1989 gün ve 1/2 sayılı kararında açıklandığı üzere, sanığa yüklenen eylemin 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun cevaz verdiği ayrık durumlar dışında tanıkla ispat olunamayacağı ve elde edilen delillerin sanığın hükümlülüğüne yeter nitelik ve derecede bulunmadığı gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi" isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 20.09.2011 gün ve 342-634 sayı ile;
“...Mahkememizce daha önce verilen kararda da vurgulandığı üzere söz konusu Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu kararının bağlayıcı mahiyette olduğu bilinmesine rağmen söz konusu karar ile yürürlükte bulunan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 217. maddesindeki düzenleme arasında çatışma bulunduğu dolayısı ile Ceza Muhakemesi Kanununun 217. maddesindeki düzenlemeye göre değerlendirme yapılması gerektiği kanaatini taşımaktayız. Çünkü Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ile kanun aksine işlem yapılması mümkün değildir. Aksine Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları bağlayıcılıklarını kanundan almaktadırlar. Aynı bağlayıcılıkta olduklarını düşünsek dahi önceki norm, sonraki norm değerlendirmesi yaptığımızda 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunundaki düzenleme sonraki tarihli olduğundan yine 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 217. maddesi uyarınca değerlendirme yapılmasının zorunlu olduğunu düşünmekteyiz.
Kaldı ki, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda öngörülen ispat şartının ceza muhakemesinde uygulanamayacağını düşünmekteyiz. Doktorinde de vurgulandığı üzere amaçlarının farklılığı nedeni ile ceza muhakemesinde aranan deliller ile Hukuku Usulü Muhakemesindeki aranan deliller birbirlerinden farklı olmalıdır. Ceza muhakemesinde delil serbestisi ilkesi geçerlidir, hukuk usulünde ise istisnalar dışında biçimsel delil ilkesi geçerlidir. Hukuk usulündeki uyuşmazlıkların ispatında kullanılacak delillerin genellikle önceden hazırlanması olanağının bulunması bu anlamda biçimsel delil ilkesinin kabulünü doğurmuştur. Yine yukarıda da vurguladığımız üzere iki muhakeme alanında izlenen amaçlar birbirinden farklı olduğundan hukuk usulünde biçimsel gerçek yeterli görülse de ceza muhakemesinde maddi gerçeğin araştırılması ve gerçek suçlunun cezalandırılması toplum yararı nedeni ile zorunludur. (Prof. Dr. Nur Centel, Yrd. Doç. Dr. Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi hukuku Beta yayınları 1. basım, Ocak 2003 İstanbul, s.9).
İşte yukarıda açıklanan gerekçeler ışığında iki muhakeme dalı arasındaki farklılıklar da dikkate alınarak, Hukuk Usulü Muhakemesi Kanunundaki söz konusu biçimsel delil ilkesinin ceza muhakemesinde uygulanamayacağını düşünmekteyiz. Kaldı ki, Ceza Muhakemesi Kanununun 217. maddesindeki düzenleme açıktır. Hakimin delilleri takdir yetkisini düzenleyen söz konusu maddenin 2. fıkrasında 'yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü bir delille tespit edilebilir' denmek sureti ile Ceza Muhakemesinde suçun sübutunu değerlendirirken hakimin hukuka uygun her türlü delili kararına dayanak yapabileceğini açıkça ortaya koymuştur.
...Dosya kapsamındaki müşteki anlatımı ve bunu destekleyen tanık anlatımlarından anlaşılacağı üzere müştekinin sanığa borcu olup bu borç karşılığında sanığa senet vermiştir. Ancak olay tarihinde tanıkların da beyanları ile kesin olarak belirlendiği üzere müşteki borcunu ödemesine rağmen sanık müştekiyi tanıkların da baskısıyla ikna ederek senedi müştekiye iade etmemiş, bedelini almış olduğu senedi daha sonra icraya koymuştur. Sanığın üzerine atılı suç TCK 156. maddede düzenlenen bedelsiz senedi kullanma suçudur. Madde tanımından da anlaşılacağı üzere suçun unsurlarından biri sanığın kullandığı senedin bedelsiz kalmış olmasıdır. Olayda tartışılması gereken en temel hukuki sorun bu bedelsiz kalma hususunun neye göre belirleneceğidir. Bilindiği üzere hukuk usulü muhakemesi kanununda belli miktarın üzerindeki borç ve alacakların ödendiği konusunda ispat ancak senet ile yapılabilmektedir. Tanık ile yapılması mümkün değildir. Ancak ifadeden de anlaşılacağı üzere bu hukuk usulü muhakemesi kanununda getirilmiş bir düzenlemedir. Hukuk Usulü Muhakemesi Kanununda bu şekilde bir şart koşulmasının nedeni bu tip olaylarda şahitle ispat edilmesi halinde toplumda alacak verecek ilişkileri yönünden bir kaos oluşmasını engellemektir. Dolayısıyla amaç kamu düzeninin korunmasıdır. Ancak hepimizin bildiği üzere hukuk usülü muhakemesinin yargılama mantığıyla ceza usül hukukunda yargılama mantığı birbirinden farklıdır. CMK'nun 217. maddede belirttiği üzere duruşmaya getirilen deliller hakimin vicdani kanaatiyle serbestçe takdir edilir. Dolayısıyla ceza muhakemesinde delil serbestisi ilkesi geçerlidir. Yani suçun unsurları veyahut da diğer hususlar her türlü delil ile ispat edilebilir. Mahkeme hukuka aykırı olmadığı müddetçe bu delillerden herhangi birine dayanabilir. Yine ilgili madde ve ilkeden yola çıkarak teoride de belirtildiği üzere ceza muhakemesinde amaç maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Bu maddi gerçeğe ulaşırken hukuka aykırı deliller dışında hakim vicdani kanaatine her türlü delili dayanak olarak gösterebilir. Olayımızda da müşteki anlatımı ve bunu destekleyen tanık anlatımlarıyla suçta kullanıldığı anlaşılan senedin bedelsiz olduğu kesin olarak anlaşılmıştır. Dolayısıyla bedelsiz kalma hususunun illa ki yazılı delille ispat edilmesinin zorunlu koşulmasının hem ceza yargılamasının temel ilkeleri ile hem de CMK'nun 217. maddesinin amir hükmüyle bağdaşmadığı anlaşılmaktadır. Kaldı ki böyle düşünüldüğü takdirde kanunda bir engel bulunmadığı halde maddenin kapsamı daraltılmış olur, şöyle ki bedelinin ödendiği yazılı delil ile ispatlanacak bir senedin sanık tarafından işleme konması hayatın olağan akışına aykırı olur. Çünkü bu durumda talebinin reddedileceği açıkça bellidir. Menfaatine aykırı şekilde böyle bir işlemde bulunulması düşünülemez. Kanaatimizce burada kanunun amaçladığı husus kötü niyetli bir şekilde bedelsiz kalan bir senedi tekrar tahsil amacıyla işleme konarak iki defa haksız olarak bedel alınmasının engellenmesidir. Tüm bu hususlar değerlendirildiğinde sanığın üzerine atılı suçun unsurları itibariyle oluştuğu, müşteki ve bunu destekleyen tanık anlatımları ile ispatlanmış olmakla sanığın savunmalarına itibar edilmeyerek cezalandırılmasına karar vermek gerekmiştir...” gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.
Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “bozma” istekli 04.06.20012 gün ve 32981 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanığın bedelsiz senedi kullanma suçundan mahkûmiyetine karar verilen olayda, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, 60.000 EURO değerindeki senedin bedelsiz olduğunun tanık beyanı ile ispatlanmasının mümkün olup olmadığının ve buna bağlı olarak atılı suçun sübuta erip ermediğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğine göre;
Katılan vekilinin 03.11.2008 günlü şikâyet dilekçesinde, katılanın 60.000 EURO bedelli senetten kaynaklanan borcunu dayısı olan sanığa tanıklar huzurunda elden ödemesine rağmen, sanığın bedelsiz kalan senet için ihtiyati haciz kararı aldırarak Turhal İcra Müdürlüğünde icra takibi işlemleri başlattığını belirttiği,
Sanık vekilinin 27.10.2008 günlü ihtiyati haciz talebi üzerine, Turhal Asliye Hukuk Mahkemesinin 28.10.2008 gün ve 137 Değişik İş sayılı kararı ile borçlu İbrahim Tıkaç'ın menkul ve gayrımenkul mallarının İİK'nun 257. maddesi uyarınca ihtiyaten haczine karar verildiği,
Turhal İcra Müdürlüğünün 2008/2630 esas sayılı dosyasında alacaklı vekilinin talebi üzerine borçlu İbrahim Tıkaç aleyhine 04.01.2008 tarihinde 128.442 Lira asıl alacak ve ferileri için kambiyo senetlerine mahsus icra takibi başlatıldığı, alacağın 30.08.2008 ödeme tarihli, 60.000 EURO bedelli, alacaklısı Bahri Ertaş ve borçlusu İbrahim Tıkaç olan bonoya dayandığı,
Davacı tarafından davalı aleyhine 19.11.2008 tarihinde açılan menfi tespit davası sonucunda Turhal Asliye Hukuk Mahkemesince 22.05.2009 gün ve 685-358 sayı ile davanın reddine karar verildiği, temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay 13. Hukuk Dairesince bedelsiz senedi kullanma suçundan açılan kamu davasının sonucunun beklenmesi gerektiğinden bahisle hükmün bozulmasına karar verildiği,
Katılanın, senet karşılığı olan borcunu dayısı olan sanığa tanıklar huzurunda ödediğini ancak senedi almadığını, sanığın senedi yırttığını belirtmesine karşın icraya koyduğunu öğrendiğini, ispatlamak için başka çaresi olmadığından parayı ödediğine dair delil olmak üzere gizlice ses kaydı yaptığını belirttiği,
Tanık 'ın, katılanın tanıklar huzurunda borcunu ödediği gün sanığın senedi iade etmeyerek yırttığını söylemesine rağmen icra takip işlemleri başlattığı, diğer tanıklarla birlikte evine gittiklerinde sanığın "ben sizi kandırdım, İbrahim'den intikam almak için böyle bir şey yaptım" dediğini ve o sırada cep telefonuna konuşmaları kaydettiklerini beyan ettiği,
Tanık 'nin katılana borcunu ödemesi için 22.000 Lira verdiğini, ayrıca katılanın 90.000 Liraya evini, 32.000 Liraya da arabasını sattığını, 60.000 EURO parayı tamamlayarak Şahin Alparslan'ın dükkanında borcu ödediğini, sanıkla karşılaştığında parayı aldın mı diye sorduğunda parayı aldığını kabul ettiğini ifade ettiği,
Tanık 'ın Temmuz ayı içinde Ülkü Kırtasiye'ye alışveriş için gittiğinde Duran Yedirir, Şahin Alpaslan, Bahri Ertaş, Yusuf ve İbrahim Tıkaç'ı gördüğünü, sanığın elinde siyah bir poşet olduğunu, içinde para olduğunu söylediklerini, katılanın sanığa "senedimi ver" dediğini, sanığın da senedi yırttığını söylediğini belirttiği,
Tanık Şahin Alpaslan'ın, dükkanına önce Bahri, Yusuf, Duran ve İbrahim'in geldiklerini, katılanın sanığa "sana olan borcumu ödemek istiyorum, senedi geri ver" dediğini, sanığın da "senet yanımda değil, senedi yırttım" şeklinde konuştuğunu, Yusuf'un da kardeşine "dayıma güvenmiyor musun, ver parayı" dediğini, faizi ile birlikte 60.000 EURO'nun Bahri’ye verildiğini, sanığın "paramı aldım ve senedi yırttım" dediğini, daha sonra icra takibi başlattığını duyunca Yusuf Duran ve Hacı Uzun'la birlikte sanığın evine gittiklerini, sanığın "ben onlardan intikam alacağım, onları süründüreceğim, onlardan alacağım yok, paramı aldım ama onlardan intikam alacağım" şeklinde konuştuğunu söylediği, tanıklar Hacı Uzun ve Duran Yedirir'in de benzer şekilde anlatımda bulundukları,
Tanık Murat Tıkaç'ın sanığın evine giderken ödemeyi ispat edebilmek için oradaki konuşmaları cep telefonuna kaydettiğini, katılanın borcunu elden ödemesine rağmen sanığın senedi icraya koyduğunu beyan ettiği,
Sanığın aşamalardaki savunmalarında, suçlamaları kabul etmediğini, katılanın kendisine borçlarının olduğunu, alacağını tahsil edemediği için borca karşılık verilen senedi icraya koyduğunu belirttiği,
Anlaşılmaktadır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanununun "Bedelsiz Senedi Kullanma" başlıklı 156. maddesi; "Bedelsiz kalmış bir senedi kullanan kimseye, şikâyet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis ve adlî para cezası verilir" hükmünü içermektedir.
Buna göre, borçlusunca ödenmiş ve bir şekilde elde kalmış senedi, kısmen veya tamamen ödenmemiş gibi kullanan, örneğin ödenmesi için icraya başvuran veya başkasına devreden kimse cezalandırılmakta olup, senedin borçlusu tarafından ödenmiş olması suçun unsurlarındandır.
Uyuşmazlık konusunun çözümüne yönelik olarak, bedelsiz senedi kullanma suçundan açılan kamu davasının yargılaması sırasında borcun ödenmesi nedeniyle senedin bedelsiz olduğunun ispatı açısından tanık dinlenip dinlenemeyeceği konusunda hangi usul hükümlerinin uygulanması gerektiği değerlendirilmelidir.
Suç ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 288. maddesinde; "Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri dörtyüz milyon lirayı geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir.
Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma (ibra) gibi herhangi bir sebeple dörtyüz milyon liradan aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz",

290. maddesinde ise, "Senede bağlı olan her çeşit iddiaya karşı defi olarak ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler dörtyüz milyon liradan az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz" hükümleri yer almaktadır.
Hüküm tarihinden sonra 01.10.2011 günü yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 200. maddesi ile; "(1) Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeşyüz Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma gibi bir nedenle ikibinbeşyüz Türk Lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz.
(2) Bu madde uyarınca senetle ispatı gereken hususlarda birinci fıkradaki düzenleme hatırlatılarak karşı tarafın açık muvafakati hâlinde tanık dinlenebilir",
201. maddesi ile de; "(1) Senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler ikibinbeşyüz Türk Lirasından az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz" şeklinde düzenlemeler getirilmiştir.
Yerleşmiş yargısal kararlar ve öğretideki baskın görüşlerde de, senede müstenit olan her nevi iddiaya karşı ileri sürülecek savunmaların tanıkla ispatının mümkün olmadığı, ancak senetle ispat zorunluluğunun yalnız hukuki işlemler için olup hukuki fiillerin senetle ispat zorunluluğunun bulunmadığı, borcun ödenmesi, bir borcu sona erdirme amacına yönelik olduğu için bir hukuki fiil değil, hukuki işlem olduğundan, senede bağlı borçların ödendiğinin de tanıkla ispat olunamaması gerektiği belirtilmiştir.
Senede karşı ileri sürülen hukuki işlemlerin değeri ne olursa olsun tanıkla ispat olunamayacağı kuralı suç ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 1086 sayılı HUMK'nun 290. maddesinde hükme bağlanmakla birlikte, aynı kanunda senetle ispatın istisnalarına da yer verilmiştir.
1086 sayılı HUMK'nun 293. maddesinde, "1 - Usul ve füru, birader ve hemşire veya karı koca ve kayınpeder ve valide ile damat ve gelin arasındaki muameleler,
2- Cürümden mütevellit olsun olmasın tazminatı müstelzim fiiller,
3- Yangın veya kazayı bahri veyahut düşman istilası gibi senet alınması gayrimümkün veya fevkalade müşkül hallerde yapılan muameleler.
4- Halin icabına ve iki tarafın vaziyetlerine nazaran senede raptı müteamil olmıyan muameleler,
5- Akitlerde hata, hile, gabin, cebir ve ikrah vukuu" hallerinde tanıkla ispat yapılabileceği hüküm altına alınmış,
294. maddede de; "Nagehani bir hadise veya mücbir bir sebep ile senedin sahibi yedinde veyahut her ne suretle olursa olsun alelüsul tevdi olunan resmi memur nezdinde zayi olduğu hakkında kanaatbahş delil ve emareler mevcut olduğu takdirde" tanıkla ispat olunabileceği belirtilmiştir.
Bu istisnalar dışında, hukuk muhakemesinde senede bağlı bir borcun ödendiği hususunun senetle ispatı gerekmekte olup, bu nitelikte bir borcu elden ödeyen bir kimse muhtemel tehlikelere ve onun hukuki sonuçlarına katlanmalı ve senede karşı savunmasını yazılı delillerle ispat etmelidir.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu yönünden açıklanmış bulunan "istisnalar dışında tanıkla ispatın mümkün olmadığı"na ilişkin bu kuralın 5237 sayılı TCK'nun 156. maddesi yönünden ceza mahkemesinde de geçerli olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 254. maddesi, "Mahkeme irat ve ikame edilen delilleri duruşmadan ve tahkikattan edineceği kanaate göre takdir eder.
Soruşturma ve kovuşturma organlarının hukuka aykırı şekilde elde ettikleri deliller hükme esas alınamaz",
255. maddesi ise; "Bir fiilin suç olup olmaması, adi hukuka müteallik bir meselenin halline bağlı ise ceza mahkemesi bu meseleye dahi ceza işlerindeki usul ve deliller için mer'i kaidelere göre karar verir.
Bununla beraber mahkeme, muhakemeyi talik ve hukuk davası açılması için alakadarlara bir mehil verebilir.
Hukuk mahkemesinden bu babda bir hüküm çıkmasını da bekliyebilir.
Ceza mahkemelerinde son tahkikat esnasında suçtan zarar görenlerle maznunların yaşlarında ceza hükümleri bakımından lüzum görülecek tashihlerin Nüfus Kanunundaki usule göre icrası ceza mahkemesine aiddir. Bu babda verilecek karar esas hükümle birlikte temyiz olunabilir" şeklinde düzenlenmişken,
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanununun 217. maddesinde;
"(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.
(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir",
218. maddesinde ise, "(1) Yüklenen suçun ispatı, ceza mahkemelerinden başka bir mahkemenin görev alanına giren bir sorunun çözümüne bağlı ise; ceza mahkemesi bu sorunla ilgili olarak da bu Kanun hükümlerine göre karar verebilir. Ancak, bu sorunla ilgili olarak görevli mahkemede dava açılması veya açılmış davanın sonuçlanması ile ilgili olarak bekletici sorun kararı verebilir.
(2) Kovuşturma evresinde mağdur veya sanığın yaşının ceza hükümleri bakımından tespitiyle ilgili bir sorunla karşılaşılması halinde; mahkeme, ilgili kanunda belirlenen usule göre bu sorunu çözerek hükmünü verir" hükümlerine yer verilmiştir.
Buna göre, bir eylemin suç olup olmaması başka bir mahkemenin görev alanına giren bir sorunun çözümüne bağlı ise, ceza mahkemesi bu sorunu kendi çözümleyebileceği gibi, yargılamaya ara vererek hukuk davası açılması için ilgililere uygun bir süre verebilecek ve hukuk mahkemesinden bu konuda bir karar verilmesini de bekleyebilecektir. İlgililere süre verilerek hukuk mahkemesinden bir kararın çıkması beklendiği takdirde, örneğin senetten kaynaklanan bir borcun ödenip ödenmediği ile ilgili değerlendirme yapan hukuk mahkemesi, ceza usulünde benimsenen serbest delil ilkesi hükümlerine göre değil, hukuk usulünde uygulanan "istisnalar dışında senede karşı iddiaların ancak senetle ispat edilebileceği" ilkesi uyarınca bir karar tesis edecek ve senet hakkında hukuk mahkemesince verilen karar ceza mahkemesini de bağlayacaktır. Görüldüğü üzere, ceza mahkemesi yüklenen suçun ispatı açısından ceza usulü kuralları içinde karara bağlamadığı bir sorunun hukuk mahkemesinde çözümüne imkan tanımışsa, artık hukuk mahkemesinden verilen kararla bağlı olacaktır. Başka bir mahkemenin görev alanına giren bir sorunu kendisi karara bağlamak istediği takdirde ise, yine aynı kuralları, yani hukuk usulünde benimsenen kuralları uygulaması gerekecektir. Aksi halin kabulünde çelişkili kararların tesisi ihtimali nedeniyle adalete olan güven sarsılacaktır. Bu durumda ceza mahkemesi, bir fiilin suç olup olmamasını değil, bir hukuki işlemin, yani senede bağlı bir borcun ödenip ödenmediğini belirleyerek sonuca gideceğinden, senede bağlı bir borcun ödenip ödenmediğine bağlı olarak da bedelsiz senedin kullanılması suçunun sübutunu hukuk usulünde öngörülen kuralları uygulamak suretiyle çözümlemek zorundadır. Bu zorunluluk yalnızca ödeme iddiasına ilişkin olup, sanığın kastı, senedi kullanıp kullanmadığı gibi diğer unsurları değerlendirirken ceza muhakemesindeki serbest delil ilkesine uygun şekilde takdirini kullanabilecektir.
Ceza ve hukuk mahkemelerinde, sübuta ilişkin bir sorunun çözümünde farklı usul kurallarının uygulanması farklı hukuki sonuçları ortaya çıkarabilecektir. Senede bağlı bir borcun ödendiği iddiasının ceza mahkemesinde serbest delil usulü, hukuk mahkemesinde ise, istisnalar dışında sınırlı delil usulüne göre çözümünün ve bundan dolayı farklı sonuçların ortaya çıkmasının kabulü, adalet ve hakkaniyete aykırı düşecektir. Bu nedenle, senede bağlı borcun ödenip ödenmediğine ilişkin sorunun çözümünde, ceza ve hukuk mahkemelerinden verilen farklı kararların uygulamada doğuracağı sakıncalarının önlenmesi bakımından, tanıkla ispat konusunda ceza mahkemesinin hukuk mahkemesinin bağlı olduğu usul kurallarını uygulaması gerekmektedir.
Diğer bir anlatımla, farklı usul hükümlerinin uygulanması nedeniyle senetten kaynaklanan borcun ödendiği iddiasının ceza mahkemesinde sabit görülerek mahkûmiyet kararı verilmesi, buna karşılık hukuk mahkemesinde ödeme iddiasının yerinde olmadığının kabulü ile alacağın geçerli görülmesi durumunda, ceza mahkemesi kararı sonucu bedelsiz senedi kullanma suçundan hakkında mahkûmiyet hükmü kurulan alacaklı, hukuk mahkemesi kararına göre alacağını icrada tahsil edebilecektir. Bu tür sakıncalara ve böylesine çelişkili bir durumun ortaya çıkmasına hukuk mantığının cevaz vermeyeceği açıktır. Aksinin kabulü halinde senet borçlusu hiç bir zaman ilgili hukuk mahkemesine başvurma yoluna gitmeyecek, tanık temin ederek Cumhuriyet Savcılığına başvurmak suretiyle kamu davası açılmasını ve açılan kamu davasına katılmak suretiyle şahsi hakkının hüküm altına alınmasını sağlayabilecektir. Hal böyle olunca Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümleriyle getirilen sınırlamaların uygulanma imkanı da eylemli olarak ortadan kalkacaktır.
Üstelik bu kabul, elinde gerçeğe ve hukuka uygun olarak düzenlenmiş senet bulunan alacaklının senede konu alacağını tahsil edememe tehlikesinin yanında, TCK'nun 156. maddesinde düzenlenen ceza tehdidi altında bulundurulmasına neden olacak, hatta Hukuk Muhakemeleri Kanunu, İcra İflas Kanunu ve Ticaret Kanunu hükümlerine güvenerek alacağını hukuki yönden güvende gördüğü için, işlemlerin yapılması sırasında tanık temini yoluna gitmeyen alacaklının kolayca mahkûm edilmesi sonucunu ortaya çıkaracak ve ekonomik hayatta güvensizliğe neden olacaktır.
Nitekim, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun yürürlükte olduğu dönemde benzer uyuşmazlık konularının değerlendirildiği 12.04.1933 gün ve 31-7 sayılı, 02.04.1941 gün ve 19-12 sayılı, 24.03.1989 gün ve 1-2 sayılı İçtihat Birleştirme Kararlarında ve Ceza Genel Kurulunun 17.03.1986 gün ve 464-126 sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmış olup, 1412 sayılı CMUK'nun 254 ve 255. maddeleri ile 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanununun 217 ve 218. maddelerinin uyuşmazlık konusunu ilgilendiren bölümleri itibariyle paralel hükümler içermeleri nedeniyle değişen ceza mevzuatı karşısında dahi sözkonusu İçtihadı Birleştirme Kararları halen geçerliliklerini korumaktadır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Katılan İbrahim ile sanık Bahri arasında 60.000 EURO bedelindeki bono ile ortaya konan bir borç ilişkisinin bulunduğu ve katılanın senetten kaynaklanan borcu ödediğine ilişkin hukuka uygun olarak yalnızca tanık deliline dayandığı olayda; ceza muhakemesinde hakimin delilleri serbestçe takdir edeceği açıklanmış ve ispat vasıtaları yönünden bir sınırlama getirilmemiş ise de, hukuki bir ilişkinin sonucu olup, aynı zamanda cezai sorumluluğu da gerektiren işlemlerde hukuk mahkemelerinde aranılan ispat şeklinin ceza mahkemelerinde de aranması gerektiği, ceza mahkemelerinden verilen mahkûmiyet hükümlerinin hukuk mahkemelerini de bağlayacağı, bedelsiz senedi kullanma suçunun işlendiğinin tanıkla ispatı kabul olunduğu takdirde katılanın ceza ilamına dayanarak 60.000 EURO bedelindeki borcu ödediğini herhangi bir yazılı delile ihtiyaç olmadan ispat edebileceği, bunun da miktar itibarıyla tanıkla ispat edilemeyecek bir iddianın HUMK'na aykırı olarak tanıkla ispatı sonucunu doğuracağı açık olup, katılanın senedin ödenmesine rağmen kullanıldığı yönündeki iddiasının tanık anlatımlarına göre sabit kabul edilmesi ve sanığın mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizdir.
Bu itibarla, senetten kaynaklanan borcun ödendiği hususu Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uyarınca ispatlanamadığı ve elde edilen delillerin sanığın hükümlülüğüne yeter nitelik ve derecede bulunmadığı anlaşıldığından, bedelsiz senedi kullanma suçundan sanığın mahkûmiyetine ilişkin direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
Yerel mahkeme direnme hükmünün bozulması gerektiği yönünde oy kullanan Genel Kurul Üyesi G. Yalvaç; "Bedelsiz kalmış senedi kullanmak suçundan sanık hakkında verilen mahkûmiyet kararı, Özel Dairece, 24.03.1989 tarih ve 1/2 sayılı İ.B.K. uyarınca sanığa yüklenen eylemin 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun cevaz verdiği ayrık durumlar dışında tanıkla ispat olunamayacağı, gerekçesiyle bozulmuş, yerel mahkemece de, anılan İ.B.K.'nın ceza hukukundaki serbest delil ilkesine aykırı olduğu, dayandığı yasanın yürürlükten kalktığı hukuk usulündeki biçimsel gerçeğin ceza hukukunda kabul edilemeyeceği gerekçesiyle önceki hükümde direnilmiştir.
Yüksek Dairece, 765 sayılı TCK'nın 509. maddesinin uygulanması ile ilgili İ.B.K.'nın yeni yasa döneminde de bağlayıcılığını sürdürdüğü kabul edilerek bozma yapılmıştır. Bu nedenle öncelikle bu sorun çözümlenmeli ve bilahare varılan sonuca göre dosyadaki deliller değerlendirilmeliydi, bu konu çözümlenmeden, dosyadaki diğer delillerin değerlendirilmesi kanaatimizce mümkün değildir. Verilen kararın somut olaya özgü olduğu ileri sürülebilir ise de, öncelikle ilkelerin belirlenmesi ve daha sonra somut olayın değerlendirilmesi gerekmektedir.
İçtihadı Birleştirme Kararı halen varlığını sürdürmekte midir?
Yüksek Kurul;
Özel Dairece bu suç açısından kabul edilen bağlı delil ilkesini benimsemiş midir, yoksa CMK’daki serbest delil sistemini mi kabul etmiştir?
Kurula katılan üyeler tarafından, bu dosya açısından yukarıdaki her iki soruya da farklı cevaplar verilmesini haklı kılan bir çok neden bulunmaktadır.
Şöyle ki; madem ki Özel Daire bozması kabul edildi, o halde Ceza Genel Kurulu’nca da, yürürlükten kalkmış yasa ile ilgili verilmiş olsa da, İ.B.K.'nın bağlayıcılığı kabul edildi şeklinde düşünülebileceği gibi, dosyadaki tüm deliller sunulup, uyuşmazlıkla ilgili oylama yapıldığına göre, Ceza Genel Kurulu’nca, bağlı delil ilkesinin kabul edilmediği dolayısıyla yürürlükten kalkmış bulunan bir yasa hükmü ile ilgili verilen İ.B.K.'nın bağlayıcılığını sürdürmediği de ileri sürülebilir.
Kişisel olarak 765 sayılı TCK'nın 509. maddesine dayalı olarak verilen İ.B.K., ilgili yasa hükmü yürürlükten kalktığından artık bağlayıcılığını kaybetmiştir. Ne Ceza Muhakemesinde ne de ilgili suç tanımında yasa koyucunun bu suçla ilgili olarak ispat yöntemini belirleyen İ.B.K.’nın varlığını sürdürdüğü yönünde bir hüküm ve yasa koyucunun iradesinin de bu yönde olduğuna ilişkin bir açıklama bulunmamaktadır. Ceza muhakemesinde delil serbestisi bulunmakta olup, hukuka uygun olmak kaydıyla her türlü delil hangi aşamada sunulmuş olursa olsun değerlendirilebilir, dolayısıyla somut olayda da, dosyadaki mevcut delillerin hükümlülüğe yetmediği kanaatiyle, direnme hükmünün isabetsiz olduğu, ancak, yapılan oylamanın mevcut sorunu çözmeyip, aksine müphem bıraktığı" şeklindeki değişik gerekçe ile görüş bildirmiştir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Turhal Sulh Ceza Mahkemesinin 20.09.2011 gün ve 342-634 sayılı direnme hükmünün BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 05.02.2013 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.


Abdulkadir İLHAN Celal ALTUNKAYNAK H. Ruhi US
Birinci Başkanvekili 6.C.D.Bşk. 10.C.D.Bşk.


Hakkı MANAV E. Saba Yalçın ERTUĞRUL Nuray T. DURANOĞLU
3.C.D.Bşk. V. 4.C.D.Bşk. V. 8.C.D.Bşk. V.



Saniye TARHAN Rıza ŞAHİN Halim AŞANER
9.C.D.Bşk.V.



Halit BAYSOY M. Nuri ÖZTÜRK Şakir AKTI




Davut TELLİ Abdulhalik YILDIZ Erdal NOYAN




Nazmi ÇATAK M. Kemal SEMERCİOĞLU Gürsel YALVAÇ
Değişik Gerekçe İle Bozma



Mustafa KILIÇ İdris ASAN Kerim TOSUN
5.C.D.Bşk. V. 7.C.D.Bşk.V.



Necati MERAN Yüksel KOCAMIŞ Muhammet GÜNEY




A. Turan DOĞAN Abdurrahman KAVUN Osman ATALAY




Seyfettin TUNCER Gürler DURSUN Alp ARSLAN




Muhsin ŞENTÜRK







Ö.IT.C. YARGITAY Ceza Genel Kurulu Esas No : Karar No : Tebliğname : 2012/11-1086 2013/40 2012/32981 Y A R G I T A Y K A R A R I Kararı veren Yargıtay Dairesi : 11. Ceza Dairesi Mahkemesi : TURHAL Sulh Ceza Günü : Sayısı : Davacı : K.H. Katılan : Sanık : Temyiz Eden : Sanık müdafii Bedelsiz senedi kullanma suçundan sanık ’ın 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 156/1, 62, 50/1-a ve 52/2. maddeleri uyarınca 4500 Lira hapisten çevrilen ve 1500 Lira doğrudan hükmolunan adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Turhal Sulh Ceza Mahkemesince verilen 11.02.2010 gün ve 406-14 sayılı hükmün, sanık müdafii, o yer Cumhuriyet savcıları ve üst Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 06.04.2011 gün ve 16960-1881 sayı ile; “Ayrıntıları Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 24.03.1989 gün ve 1/2 sayılı kararında açıklandığı üzere, sanığa yüklenen eylemin 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun cevaz verdiği ayrık durumlar dışında tanıkla ispat olunamayacağı ve elde edilen delillerin sanığın hükümlülüğüne yeter nitelik ve derecede bulunmadığı gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi" isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir. Yerel mahkeme ise 20.09.2011 gün ve 342-634 sayı ile; “...Mahkememizce daha önce verilen kararda da vurgulandığı üzere söz konusu Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu kararının bağlayıcı mahiyette olduğu bilinmesine rağmen söz konusu karar ile yürürlükte bulunan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 217. maddesindeki düzenleme arasında çatışma bulunduğu dolayısı ile Ceza Muhakemesi Kanununun 217. maddesindeki düzenlemeye göre değerlendirme yapılması gerektiği kanaatini taşımaktayız. Çünkü Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ile kanun aksine işlem yapılması mümkün değildir. Aksine Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları bağlayıcılıklarını kanundan almaktadırlar. Aynı bağlayıcılıkta olduklarını düşünsek dahi önceki norm, sonraki norm değerlendirmesi yaptığımızda 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunundaki düzenleme sonraki tarihli olduğundan yine 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 217. maddesi uyarınca değerlendirme yapılmasının zorunlu olduğunu düşünmekteyiz. Kaldı ki, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda öngörülen ispat şartının ceza muhakemesinde uygulanamayacağını düşünmekteyiz. Doktorinde de vurgulandığı üzere amaçlarının farklılığı nedeni ile ceza muhakemesinde aranan deliller ile Hukuku Usulü Muhakemesindeki aranan deliller birbirlerinden farklı olmalıdır. Ceza muhakemesinde delil serbestisi ilkesi geçerlidir, hukuk usulünde ise istisnalar dışında biçimsel delil ilkesi geçerlidir. Hukuk usulündeki uyuşmazlıkların ispatında kullanılacak delillerin genellikle önceden hazırlanması olanağının bulunması bu anlamda biçimsel delil ilkesinin kabulünü doğurmuştur. Yine yukarıda da vurguladığımız üzere iki muhakeme alanında izlenen amaçlar birbirinden farklı olduğundan hukuk usulünde biçimsel gerçek yeterli görülse de ceza muhakemesinde maddi gerçeğin araştırılması ve gerçek suçlunun cezalandırılması toplum yararı nedeni ile zorunludur. (Prof. Dr. Nur Centel, Yrd. Doç. Dr. Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi hukuku Beta yayınları 1. basım, Ocak 2003 İstanbul, s.9). İşte yukarıda açıklanan gerekçeler ışığında iki muhakeme dalı arasındaki farklılıklar da dikkate alınarak, Hukuk Usulü Muhakemesi Kanunundaki söz konusu biçimsel delil ilkesinin ceza muhakemesinde uygulanamayacağını düşünmekteyiz. Kaldı ki, Ceza Muhakemesi Kanununun 217. maddesindeki düzenleme açıktır. Hakimin delilleri takdir yetkisini düzenleyen söz konusu maddenin 2. fıkrasında 'yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü bir delille tespit edilebilir' denmek sureti ile Ceza Muhakemesinde suçun sübutunu değerlendirirken hakimin hukuka uygun her türlü delili kararına dayanak yapabileceğini açıkça ortaya koymuştur. ...Dosya kapsamındaki müşteki anlatımı ve bunu destekleyen tanık anlatımlarından anlaşılacağı üzere müştekinin sanığa borcu olup bu borç karşılığında sanığa senet vermiştir. Ancak olay tarihinde tanıkların da beyanları ile kesin olarak belirlendiği üzere müşteki borcunu ödemesine rağmen sanık müştekiyi tanıkların da baskısıyla ikna ederek senedi müştekiye iade etmemiş, bedelini almış olduğu senedi daha sonra icraya koymuştur. Sanığın üzerine atılı suç TCK 156. maddede düzenlenen bedelsiz senedi kullanma suçudur. Madde tanımından da anlaşılacağı üzere suçun unsurlarından biri sanığın kullandığı senedin bedelsiz kalmış olmasıdır. Olayda tartışılması gereken en temel hukuki sorun bu bedelsiz kalma hususunun neye göre belirleneceğidir. Bilindiği üzere hukuk usulü muhakemesi kanununda belli miktarın üzerindeki borç ve alacakların ödendiği konusunda ispat ancak senet ile yapılabilmektedir. Tanık ile yapılması mümkün değildir. Ancak ifadeden de anlaşılacağı üzere bu hukuk usulü muhakemesi kanununda getirilmiş bir düzenlemedir. Hukuk Usulü Muhakemesi Kanununda bu şekilde bir şart koşulmasının nedeni bu tip olaylarda şahitle ispat edilmesi halinde toplumda alacak verecek ilişkileri yönünden bir kaos oluşmasını engellemektir. Dolayısıyla amaç kamu düzeninin korunmasıdır. Ancak hepimizin bildiği üzere hukuk usülü muhakemesinin yargılama mantığıyla ceza usül hukukunda yargılama mantığı birbirinden farklıdır. CMK'nun 217. maddede belirttiği üzere duruşmaya getirilen deliller hakimin vicdani kanaatiyle serbestçe takdir edilir. Dolayısıyla ceza muhakemesinde delil serbestisi ilkesi geçerlidir. Yani suçun unsurları veyahut da diğer hususlar her türlü delil ile ispat edilebilir. Mahkeme hukuka aykırı olmadığı müddetçe bu delillerden herhangi birine dayanabilir. Yine ilgili madde ve ilkeden yola çıkarak teoride de belirtildiği üzere ceza muhakemesinde amaç maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Bu maddi gerçeğe ulaşırken hukuka aykırı deliller dışında hakim vicdani kanaatine her türlü delili dayanak olarak gösterebilir. Olayımızda da müşteki anlatımı ve bunu destekleyen tanık anlatımlarıyla suçta kullanıldığı anlaşılan senedin bedelsiz olduğu kesin olarak anlaşılmıştır. Dolayısıyla bedelsiz kalma hususunun illa ki yazılı delille ispat edilmesinin zorunlu koşulmasının hem ceza yargılamasının temel ilkeleri ile hem de CMK'nun 217. maddesinin amir hükmüyle bağdaşmadığı anlaşılmaktadır. Kaldı ki böyle düşünüldüğü takdirde kanunda bir engel bulunmadığı halde maddenin kapsamı daraltılmış olur, şöyle ki bedelinin ödendiği yazılı delil ile ispatlanacak bir senedin sanık tarafından işleme konması hayatın olağan akışına aykırı olur. Çünkü bu durumda talebinin reddedileceği açıkça bellidir. Menfaatine aykırı şekilde böyle bir işlemde bulunulması düşünülemez. Kanaatimizce burada kanunun amaçladığı husus kötü niyetli bir şekilde bedelsiz kalan bir senedi tekrar tahsil amacıyla işleme konarak iki defa haksız olarak bedel alınmasının engellenmesidir. Tüm bu hususlar değerlendirildiğinde sanığın üzerine atılı suçun unsurları itibariyle oluştuğu, müşteki ve bunu destekleyen tanık anlatımları ile ispatlanmış olmakla sanığın savunmalarına itibar edilmeyerek cezalandırılmasına karar vermek gerekmiştir...” gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir. Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “bozma” istekli 04.06.20012 gün ve 32981 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır. TÜRK MİLLETİ ADINA CEZA GENEL KURULU KARARI Sanığın bedelsiz senedi kullanma suçundan mahkûmiyetine karar verilen olayda, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, 60.000 EURO değerindeki senedin bedelsiz olduğunun tanık beyanı ile ispatlanmasının mümkün olup olmadığının ve buna bağlı olarak atılı suçun sübuta erip ermediğinin belirlenmesine ilişkindir. İncelenen dosya içeriğine göre; Katılan vekilinin 03.11.2008 günlü şikâyet dilekçesinde, katılanın 60.000 EURO bedelli senetten kaynaklanan borcunu dayısı olan sanığa tanıklar huzurunda elden ödemesine rağmen, sanığın bedelsiz kalan senet için ihtiyati haciz kararı aldırarak Turhal İcra Müdürlüğünde icra takibi işlemleri başlattığını belirttiği, Sanık vekilinin 27.10.2008 günlü ihtiyati haciz talebi üzerine, Turhal Asliye Hukuk Mahkemesinin 28.10.2008 gün ve 137 Değişik İş sayılı kararı ile borçlu İbrahim Tıkaç'ın menkul ve gayrımenkul mallarının İİK'nun 257. maddesi uyarınca ihtiyaten haczine karar verildiği, Turhal İcra Müdürlüğünün 2008/2630 esas sayılı dosyasında alacaklı vekilinin talebi üzerine borçlu İbrahim Tıkaç aleyhine 04.01.2008 tarihinde 128.442 Lira asıl alacak ve ferileri için kambiyo senetlerine mahsus icra takibi başlatıldığı, alacağın 30.08.2008 ödeme tarihli, 60.000 EURO bedelli, alacaklısı Bahri Ertaş ve borçlusu İbrahim Tıkaç olan bonoya dayandığı, Davacı tarafından davalı aleyhine 19.11.2008 tarihinde açılan menfi tespit davası sonucunda Turhal Asliye Hukuk Mahkemesince 22.05.2009 gün ve 685-358 sayı ile davanın reddine karar verildiği, temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay 13. Hukuk Dairesince bedelsiz senedi kullanma suçundan açılan kamu davasının sonucunun beklenmesi gerektiğinden bahisle hükmün bozulmasına karar verildiği, Katılanın, senet karşılığı olan borcunu dayısı olan sanığa tanıklar huzurunda ödediğini ancak senedi almadığını, sanığın senedi yırttığını belirtmesine karşın icraya koyduğunu öğrendiğini, ispatlamak için başka çaresi olmadığından parayı ödediğine dair delil olmak üzere gizlice ses kaydı yaptığını belirttiği, Tanık 'ın, katılanın tanıklar huzurunda borcunu ödediği gün sanığın senedi iade etmeyerek yırttığını söylemesine rağmen icra takip işlemleri başlattığı, diğer tanıklarla birlikte evine gittiklerinde sanığın "ben sizi kandırdım, İbrahim'den intikam almak için böyle bir şey yaptım" dediğini ve o sırada cep telefonuna konuşmaları kaydettiklerini beyan ettiği, Tanık 'nin katılana borcunu ödemesi için 22.000 Lira verdiğini, ayrıca katılanın 90.000 Liraya evini, 32.000 Liraya da arabasını sattığını, 60.000 EURO parayı tamamlayarak Şahin Alparslan'ın dükkanında borcu ödediğini, sanıkla karşılaştığında parayı aldın mı diye sorduğunda parayı aldığını kabul ettiğini ifade ettiği, Tanık 'ın Temmuz ayı içinde Ülkü Kırtasiye'ye alışveriş için gittiğinde Duran Yedirir, Şahin Alpaslan, Bahri Ertaş, Yusuf ve İbrahim Tıkaç'ı gördüğünü, sanığın elinde siyah bir poşet olduğunu, içinde para olduğunu söylediklerini, katılanın sanığa "senedimi ver" dediğini, sanığın da senedi yırttığını söylediğini belirttiği, Tanık Şahin Alpaslan'ın, dükkanına önce Bahri, Yusuf, Duran ve İbrahim'in geldiklerini, katılanın sanığa "sana olan borcumu ödemek istiyorum, senedi geri ver" dediğini, sanığın da "senet yanımda değil, senedi yırttım" şeklinde konuştuğunu, Yusuf'un da kardeşine "dayıma güvenmiyor musun, ver parayı" dediğini, faizi ile birlikte 60.000 EURO'nun Bahri’ye verildiğini, sanığın "paramı aldım ve senedi yırttım" dediğini, daha sonra icra takibi başlattığını duyunca Yusuf Duran ve Hacı Uzun'la birlikte sanığın evine gittiklerini, sanığın "ben onlardan intikam alacağım, onları süründüreceğim, onlardan alacağım yok, paramı aldım ama onlardan intikam alacağım" şeklinde konuştuğunu söylediği, tanıklar Hacı Uzun ve Duran Yedirir'in de benzer şekilde anlatımda bulundukları, Tanık Murat Tıkaç'ın sanığın evine giderken ödemeyi ispat edebilmek için oradaki konuşmaları cep telefonuna kaydettiğini, katılanın borcunu elden ödemesine rağmen sanığın senedi icraya koyduğunu beyan ettiği, Sanığın aşamalardaki savunmalarında, suçlamaları kabul etmediğini, katılanın kendisine borçlarının olduğunu, alacağını tahsil edemediği için borca karşılık verilen senedi icraya koyduğunu belirttiği, Anlaşılmaktadır. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun "Bedelsiz Senedi Kullanma" başlıklı 156. maddesi; "Bedelsiz kalmış bir senedi kullanan kimseye, şikâyet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis ve adlî para cezası verilir" hükmünü içermektedir. Buna göre, borçlusunca ödenmiş ve bir şekilde elde kalmış senedi, kısmen veya tamamen ödenmemiş gibi kullanan, örneğin ödenmesi için icraya başvuran veya başkasına devreden kimse cezalandırılmakta olup, senedin borçlusu tarafından ödenmiş olması suçun unsurlarındandır. Uyuşmazlık konusunun çözümüne yönelik olarak, bedelsiz senedi kullanma suçundan açılan kamu davasının yargılaması sırasında borcun ödenmesi nedeniyle senedin bedelsiz olduğunun ispatı açısından tanık dinlenip dinlenemeyeceği konusunda hangi usul hükümlerinin uygulanması gerektiği değerlendirilmelidir. Suç ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 288. maddesinde; "Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri dörtyüz milyon lirayı geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma (ibra) gibi herhangi bir sebeple dörtyüz milyon liradan aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz", 290. maddesinde ise, "Senede bağlı olan her çeşit iddiaya karşı defi olarak ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler dörtyüz milyon liradan az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz" hükümleri yer almaktadır. Hüküm tarihinden sonra 01.10.2011 günü yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 200. maddesi ile; "(1) Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeşyüz Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma gibi bir nedenle ikibinbeşyüz Türk Lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz. (2) Bu madde uyarınca senetle ispatı gereken hususlarda birinci fıkradaki düzenleme hatırlatılarak karşı tarafın açık muvafakati hâlinde tanık dinlenebilir", 201. maddesi ile de; "(1) Senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler ikibinbeşyüz Türk Lirasından az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz" şeklinde düzenlemeler getirilmiştir. Yerleşmiş yargısal kararlar ve öğretideki baskın görüşlerde de, senede müstenit olan her nevi iddiaya karşı ileri sürülecek savunmaların tanıkla ispatının mümkün olmadığı, ancak senetle ispat zorunluluğunun yalnız hukuki işlemler için olup hukuki fiillerin senetle ispat zorunluluğunun bulunmadığı, borcun ödenmesi, bir borcu sona erdirme amacına yönelik olduğu için bir hukuki fiil değil, hukuki işlem olduğundan, senede bağlı borçların ödendiğinin de tanıkla ispat olunamaması gerektiği belirtilmiştir. Senede karşı ileri sürülen hukuki işlemlerin değeri ne olursa olsun tanıkla ispat olunamayacağı kuralı suç ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 1086 sayılı HUMK'nun 290. maddesinde hükme bağlanmakla birlikte, aynı kanunda senetle ispatın istisnalarına da yer verilmiştir. 1086 sayılı HUMK'nun 293. maddesinde, "1 - Usul ve füru, birader ve hemşire veya karı koca ve kayınpeder ve valide ile damat ve gelin arasındaki muameleler, 2- Cürümden mütevellit olsun olmasın tazminatı müstelzim fiiller, 3- Yangın veya kazayı bahri veyahut düşman istilası gibi senet alınması gayrimümkün veya fevkalade müşkül hallerde yapılan muameleler. 4- Halin icabına ve iki tarafın vaziyetlerine nazaran senede raptı müteamil olmıyan muameleler, 5- Akitlerde hata, hile, gabin, cebir ve ikrah vukuu" hallerinde tanıkla ispat yapılabileceği hüküm altına alınmış, 294. maddede de; "Nagehani bir hadise veya mücbir bir sebep ile senedin sahibi yedinde veyahut her ne suretle olursa olsun alelüsul tevdi olunan resmi memur nezdinde zayi olduğu hakkında kanaatbahş delil ve emareler mevcut olduğu takdirde" tanıkla ispat olunabileceği belirtilmiştir. Bu istisnalar dışında, hukuk muhakemesinde senede bağlı bir borcun ödendiği hususunun senetle ispatı gerekmekte olup, bu nitelikte bir borcu elden ödeyen bir kimse muhtemel tehlikelere ve onun hukuki sonuçlarına katlanmalı ve senede karşı savunmasını yazılı delillerle ispat etmelidir. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu yönünden açıklanmış bulunan "istisnalar dışında tanıkla ispatın mümkün olmadığı"na ilişkin bu kuralın 5237 sayılı TCK'nun 156. maddesi yönünden ceza mahkemesinde de geçerli olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir. 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 254. maddesi, "Mahkeme irat ve ikame edilen delilleri duruşmadan ve tahkikattan edineceği kanaate göre takdir eder. Soruşturma ve kovuşturma organlarının hukuka aykırı şekilde elde ettikleri deliller hükme esas alınamaz", 255. maddesi ise; "Bir fiilin suç olup olmaması, adi hukuka müteallik bir meselenin halline bağlı ise ceza mahkemesi bu meseleye dahi ceza işlerindeki usul ve deliller için mer'i kaidelere göre karar verir. Bununla beraber mahkeme, muhakemeyi talik ve hukuk davası açılması için alakadarlara bir mehil verebilir. Hukuk mahkemesinden bu babda bir hüküm çıkmasını da bekliyebilir. Ceza mahkemelerinde son tahkikat esnasında suçtan zarar görenlerle maznunların yaşlarında ceza hükümleri bakımından lüzum görülecek tashihlerin Nüfus Kanunundaki usule göre icrası ceza mahkemesine aiddir. Bu babda verilecek karar esas hükümle birlikte temyiz olunabilir" şeklinde düzenlenmişken, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanununun 217. maddesinde; "(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir. (2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir", 218. maddesinde ise, "(1) Yüklenen suçun ispatı, ceza mahkemelerinden başka bir mahkemenin görev alanına giren bir sorunun çözümüne bağlı ise; ceza mahkemesi bu sorunla ilgili olarak da bu Kanun hükümlerine göre karar verebilir. Ancak, bu sorunla ilgili olarak görevli mahkemede dava açılması veya açılmış davanın sonuçlanması ile ilgili olarak bekletici sorun kararı verebilir. (2) Kovuşturma evresinde mağdur veya sanığın yaşının ceza hükümleri bakımından tespitiyle ilgili bir sorunla karşılaşılması halinde; mahkeme, ilgili kanunda belirlenen usule göre bu sorunu çözerek hükmünü verir" hükümlerine yer verilmiştir. Buna göre, bir eylemin suç olup olmaması başka bir mahkemenin görev alanına giren bir sorunun çözümüne bağlı ise, ceza mahkemesi bu sorunu kendi çözümleyebileceği gibi, yargılamaya ara vererek hukuk davası açılması için ilgililere uygun bir süre verebilecek ve hukuk mahkemesinden bu konuda bir karar verilmesini de bekleyebilecektir. İlgililere süre verilerek hukuk mahkemesinden bir kararın çıkması beklendiği takdirde, örneğin senetten kaynaklanan bir borcun ödenip ödenmediği ile ilgili değerlendirme yapan hukuk mahkemesi, ceza usulünde benimsenen serbest delil ilkesi hükümlerine göre değil, hukuk usulünde uygulanan "istisnalar dışında senede karşı iddiaların ancak senetle ispat edilebileceği" ilkesi uyarınca bir karar tesis edecek ve senet hakkında hukuk mahkemesince verilen karar ceza mahkemesini de bağlayacaktır. Görüldüğü üzere, ceza mahkemesi yüklenen suçun ispatı açısından ceza usulü kuralları içinde karara bağlamadığı bir sorunun hukuk mahkemesinde çözümüne imkan tanımışsa, artık hukuk mahkemesinden verilen kararla bağlı olacaktır. Başka bir mahkemenin görev alanına giren bir sorunu kendisi karara bağlamak istediği takdirde ise, yine aynı kuralları, yani hukuk usulünde benimsenen kuralları uygulaması gerekecektir. Aksi halin kabulünde çelişkili kararların tesisi ihtimali nedeniyle adalete olan güven sarsılacaktır. Bu durumda ceza mahkemesi, bir fiilin suç olup olmamasını değil, bir hukuki işlemin, yani senede bağlı bir borcun ödenip ödenmediğini belirleyerek sonuca gideceğinden, senede bağlı bir borcun ödenip ödenmediğine bağlı olarak da bedelsiz senedin kullanılması suçunun sübutunu hukuk usulünde öngörülen kuralları uygulamak suretiyle çözümlemek zorundadır. Bu zorunluluk yalnızca ödeme iddiasına ilişkin olup, sanığın kastı, senedi kullanıp kullanmadığı gibi diğer unsurları değerlendirirken ceza muhakemesindeki serbest delil ilkesine uygun şekilde takdirini kullanabilecektir. Ceza ve hukuk mahkemelerinde, sübuta ilişkin bir sorunun çözümünde farklı usul kurallarının uygulanması farklı hukuki sonuçları ortaya çıkarabilecektir. Senede bağlı bir borcun ödendiği iddiasının ceza mahkemesinde serbest delil usulü, hukuk mahkemesinde ise, istisnalar dışında sınırlı delil usulüne göre çözümünün ve bundan dolayı farklı sonuçların ortaya çıkmasının kabulü, adalet ve hakkaniyete aykırı düşecektir. Bu nedenle, senede bağlı borcun ödenip ödenmediğine ilişkin sorunun çözümünde, ceza ve hukuk mahkemelerinden verilen farklı kararların uygulamada doğuracağı sakıncalarının önlenmesi bakımından, tanıkla ispat konusunda ceza mahkemesinin hukuk mahkemesinin bağlı olduğu usul kurallarını uygulaması gerekmektedir. Diğer bir anlatımla, farklı usul hükümlerinin uygulanması nedeniyle senetten kaynaklanan borcun ödendiği iddiasının ceza mahkemesinde sabit görülerek mahkûmiyet kararı verilmesi, buna karşılık hukuk mahkemesinde ödeme iddiasının yerinde olmadığının kabulü ile alacağın geçerli görülmesi durumunda, ceza mahkemesi kararı sonucu bedelsiz senedi kullanma suçundan hakkında mahkûmiyet hükmü kurulan alacaklı, hukuk mahkemesi kararına göre alacağını icrada tahsil edebilecektir. Bu tür sakıncalara ve böylesine çelişkili bir durumun ortaya çıkmasına hukuk mantığının cevaz vermeyeceği açıktır. Aksinin kabulü halinde senet borçlusu hiç bir zaman ilgili hukuk mahkemesine başvurma yoluna gitmeyecek, tanık temin ederek Cumhuriyet Savcılığına başvurmak suretiyle kamu davası açılmasını ve açılan kamu davasına katılmak suretiyle şahsi hakkının hüküm altına alınmasını sağlayabilecektir. Hal böyle olunca Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümleriyle getirilen sınırlamaların uygulanma imkanı da eylemli olarak ortadan kalkacaktır. Üstelik bu kabul, elinde gerçeğe ve hukuka uygun olarak düzenlenmiş senet bulunan alacaklının senede konu alacağını tahsil edememe tehlikesinin yanında, TCK'nun 156. maddesinde düzenlenen ceza tehdidi altında bulundurulmasına neden olacak, hatta Hukuk Muhakemeleri Kanunu, İcra İflas Kanunu ve Ticaret Kanunu hükümlerine güvenerek alacağını hukuki yönden güvende gördüğü için, işlemlerin yapılması sırasında tanık temini yoluna gitmeyen alacaklının kolayca mahkûm edilmesi sonucunu ortaya çıkaracak ve ekonomik hayatta güvensizliğe neden olacaktır. Nitekim, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun yürürlükte olduğu dönemde benzer uyuşmazlık konularının değerlendirildiği 12.04.1933 gün ve 31-7 sayılı, 02.04.1941 gün ve 19-12 sayılı, 24.03.1989 gün ve 1-2 sayılı İçtihat Birleştirme Kararlarında ve Ceza Genel Kurulunun 17.03.1986 gün ve 464-126 sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmış olup, 1412 sayılı CMUK'nun 254 ve 255. maddeleri ile 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanununun 217 ve 218. maddelerinin uyuşmazlık konusunu ilgilendiren bölümleri itibariyle paralel hükümler içermeleri nedeniyle değişen ceza mevzuatı karşısında dahi sözkonusu İçtihadı Birleştirme Kararları halen geçerliliklerini korumaktadır. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Katılan İbrahim ile sanık Bahri arasında 60.000 EURO bedelindeki bono ile ortaya konan bir borç ilişkisinin bulunduğu ve katılanın senetten kaynaklanan borcu ödediğine ilişkin hukuka uygun olarak yalnızca tanık deliline dayandığı olayda; ceza muhakemesinde hakimin delilleri serbestçe takdir edeceği açıklanmış ve ispat vasıtaları yönünden bir sınırlama getirilmemiş ise de, hukuki bir ilişkinin sonucu olup, aynı zamanda cezai sorumluluğu da gerektiren işlemlerde hukuk mahkemelerinde aranılan ispat şeklinin ceza mahkemelerinde de aranması gerektiği, ceza mahkemelerinden verilen mahkûmiyet hükümlerinin hukuk mahkemelerini de bağlayacağı, bedelsiz senedi kullanma suçunun işlendiğinin tanıkla ispatı kabul olunduğu takdirde katılanın ceza ilamına dayanarak 60.000 EURO bedelindeki borcu ödediğini herhangi bir yazılı delile ihtiyaç olmadan ispat edebileceği, bunun da miktar itibarıyla tanıkla ispat edilemeyecek bir iddianın HUMK'na aykırı olarak tanıkla ispatı sonucunu doğuracağı açık olup, katılanın senedin ödenmesine rağmen kullanıldığı yönündeki iddiasının tanık anlatımlarına göre sabit kabul edilmesi ve sanığın mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizdir. Bu itibarla, senetten kaynaklanan borcun ödendiği hususu Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uyarınca ispatlanamadığı ve elde edilen delillerin sanığın hükümlülüğüne yeter nitelik ve derecede bulunmadığı anlaşıldığından, bedelsiz senedi kullanma suçundan sanığın mahkûmiyetine ilişkin direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir. Yerel mahkeme direnme hükmünün bozulması gerektiği yönünde oy kullanan Genel Kurul Üyesi G. Yalvaç; "Bedelsiz kalmış senedi kullanmak suçundan sanık hakkında verilen mahkûmiyet kararı, Özel Dairece, 24.03.1989 tarih ve 1/2 sayılı İ.B.K. uyarınca sanığa yüklenen eylemin 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun cevaz verdiği ayrık durumlar dışında tanıkla ispat olunamayacağı, gerekçesiyle bozulmuş, yerel mahkemece de, anılan İ.B.K.'nın ceza hukukundaki serbest delil ilkesine aykırı olduğu, dayandığı yasanın yürürlükten kalktığı hukuk usulündeki biçimsel gerçeğin ceza hukukunda kabul edilemeyeceği gerekçesiyle önceki hükümde direnilmiştir. Yüksek Dairece, 765 sayılı TCK'nın 509. maddesinin uygulanması ile ilgili İ.B.K.'nın yeni yasa döneminde de bağlayıcılığını sürdürdüğü kabul edilerek bozma yapılmıştır. Bu nedenle öncelikle bu sorun çözümlenmeli ve bilahare varılan sonuca göre dosyadaki deliller değerlendirilmeliydi, bu konu çözümlenmeden, dosyadaki diğer delillerin değerlendirilmesi kanaatimizce mümkün değildir. Verilen kararın somut olaya özgü olduğu ileri sürülebilir ise de, öncelikle ilkelerin belirlenmesi ve daha sonra somut olayın değerlendirilmesi gerekmektedir. İçtihadı Birleştirme Kararı halen varlığını sürdürmekte midir? Yüksek Kurul; Özel Dairece bu suç açısından kabul edilen bağlı delil ilkesini benimsemiş midir, yoksa CMK’daki serbest delil sistemini mi kabul etmiştir? Kurula katılan üyeler tarafından, bu dosya açısından yukarıdaki her iki soruya da farklı cevaplar verilmesini haklı kılan bir çok neden bulunmaktadır. Şöyle ki; madem ki Özel Daire bozması kabul edildi, o halde Ceza Genel Kurulu’nca da, yürürlükten kalkmış yasa ile ilgili verilmiş olsa da, İ.B.K.'nın bağlayıcılığı kabul edildi şeklinde düşünülebileceği gibi, dosyadaki tüm deliller sunulup, uyuşmazlıkla ilgili oylama yapıldığına göre, Ceza Genel Kurulu’nca, bağlı delil ilkesinin kabul edilmediği dolayısıyla yürürlükten kalkmış bulunan bir yasa hükmü ile ilgili verilen İ.B.K.'nın bağlayıcılığını sürdürmediği de ileri sürülebilir. Kişisel olarak 765 sayılı TCK'nın 509. maddesine dayalı olarak verilen İ.B.K., ilgili yasa hükmü yürürlükten kalktığından artık bağlayıcılığını kaybetmiştir. Ne Ceza Muhakemesinde ne de ilgili suç tanımında yasa koyucunun bu suçla ilgili olarak ispat yöntemini belirleyen İ.B.K.’nın varlığını sürdürdüğü yönünde bir hüküm ve yasa koyucunun iradesinin de bu yönde olduğuna ilişkin bir açıklama bulunmamaktadır. Ceza muhakemesinde delil serbestisi bulunmakta olup, hukuka uygun olmak kaydıyla her türlü delil hangi aşamada sunulmuş olursa olsun değerlendirilebilir, dolayısıyla somut olayda da, dosyadaki mevcut delillerin hükümlülüğe yetmediği kanaatiyle, direnme hükmünün isabetsiz olduğu, ancak, yapılan oylamanın mevcut sorunu çözmeyip, aksine müphem bıraktığı" şeklindeki değişik gerekçe ile görüş bildirmiştir. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; 1- Turhal Sulh Ceza Mahkemesinin 20.09.2011 gün ve 342-634 sayılı direnme hükmünün BOZULMASINA, 2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 05.02.2013 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi. Abdulkadir İLHAN Celal ALTUNKAYNAK H. Ruhi US Birinci Başkanvekili 6.C.D.Bşk. 10.C.D.Bşk. Hakkı MANAV E. Saba Yalçın ERTUĞRUL Nuray T. DURANOĞLU 3.C.D.Bşk. V. 4.C.D.Bşk. V. 8.C.D.Bşk. V. Saniye TARHAN Rıza ŞAHİN Halim AŞANER 9.C.D.Bşk.V. Halit BAYSOY M. Nuri ÖZTÜRK Şakir AKTI Davut TELLİ Abdulhalik YILDIZ Erdal NOYAN Nazmi ÇATAK M. Kemal SEMERCİOĞLU Gürsel YALVAÇ Değişik Gerekçe İle Bozma Mustafa KILIÇ İdris ASAN Kerim TOSUN 5.C.D.Bşk. V. 7.C.D.Bşk.V. Necati MERAN Yüksel KOCAMIŞ Muhammet GÜNEY A. Turan DOĞAN Abdurrahman KAVUN Osman ATALAY Seyfettin TUNCER Gürler DURSUN Alp ARSLAN Muhsin ŞENTÜRK Ö.I