YARGITAY Hukuk Genel Kurulu
ESAS: 2013/587
KARAR: 2014/125


Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; ...6. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın reddine dair verilen 22.06.2010 gün ve 2010/168-319 sayılı kararın incelenmesi davacı ve davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19.Hukuk Dairesinin 19.09.2011 gün ve 2011/1898-11011 sayılı ilamı ile;

“…Davacı vekili, müvekkilinin EPDK'nun tanzim ettiği "Dağıtıcı Lisansı" kapsamında akaryakıt sektöründe faaliyet gösterdiğini, davalının maliki bulunduğu taşınmaz üzerinde müvekkili şirket lehine 28.04.2008 tarihinde geçerli olmak üzere 15 yıl 2 ay süreli intifa hakkı tesis edildiğini, bayilik ilişkisi nedeniyle davalı tarafa yatırım yapıldığını, demirbaşların ariyet olarak verildiğini ve bayiye ödemede bulunulduğunu, Rekabet Kurulu'nun 12.03.2009 tarihli genel bildirimi ile anlaşmaları 5 yılla sınırladığını ve kararın bağlayıcı olduğunu , kurul tarafından geçersiz sayılan anlaşmalar nedeniyle tarafların birbirlerine verdiklerinin BK 'nun 63 ve 64. çerçevesinde iadeye tabi olacağını belirterek 2.673,801,00 TL'nin faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalılar vekili, taraflar arasındaki intifa sözleşmesi ve bayilik anlaşmasının halen devam ettiğini, davanın zamansız ve yersiz açıldığını bildirerek davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, davacı tarafça sözleşmenin feshedilmediği, geçerliliğinin sürdüğü gerekçesiyle erken açılan davanın reddine karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.

1- Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2-Davalı vekilinin temyizi, lehlerine eksik vekalet ücreti takdir edilmesine ilişkindir.

Mahkemece, taraflar arasındaki akdin feshedilmediği ve geçerli olduğu gerekçesiyle verilen red kararı esasa ilişkin nihai karar olup, buna göre davalı yararına Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin üçüncü kısmına göre hesaplanacak nisbi vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken yazılı şekilde maktu vekalet ücretine hükmolunması isabetsizdir…”

gerekçesiyle (2) nolu bentte açıklanan nedenle hüküm bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, sebepsiz zenginleşme hukuksal nedenine dayalı tazminat istemine ilişkindir.

Davacı vekili, müvekkilinin EPDK'nun tanzim ettiği “Dağıtıcı Lisansı” kapsamında akaryakıt sektöründe faaliyet gösterdiğini, davalılardan B.. Ç..’nun maliki bulunduğu taşınmaz üzerinde müvekkili şirket lehine 28.04.2008 tarihinden geçerli olmak üzere 15 yıl süreli intifa hakkı tesis edildiğini, intifa bedelinin peşin ödendiğini, Rekabet Kurulu’nun 12.3.2009 tarihli genel bildirimi ile anlaşmaları 5 yılla sınırladığını, bu karar gereğince muafiyetlerin 18.09.2010 tarihine kadar uygulanabileceğini, bu tarihten sonra uygulanamayacağını, bu karar gereğince intifa hakkının ifasının imkansızlaşacağını belirterek, 2.673.801,00.-TL.nin faiziyle birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, taraflar arasında düzenlenen sözleşmenin halen yürürlükte olduğunu ileri sürerek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, davacı tarafça sözleşmenin feshedilmediği, sözleşmenin halen geçerli olduğu, gerekçesiyle erken açılan davanın reddine, yargılamada kendisini vekil ile temsil ettiren, davalı yararına maktu vekalet ücreti verilmesine karar verilmiş, hükmün taraf vekillerince temyizi üzerine; Özel Dairece, metni yukarıda aynen yazılı gerekçeler ile karar bozulmuştur.

Mahkemece, davanın dava tarihi itibariyle erken açıldığı, sözleşme, intifa hakkının süresi ve dava tarihi dikkate alınarak henüz taraflar arasındaki sözleşmenin feshedilmeyip yürürlükte olduğu, bu nedenle temerrüdün oluşmadığı, verilen hükmün esasa ilişkin nihai karar olmayıp, tekrar dava açılmasına bir engel bulunmadığı, dava şartı bulunmayan hallerde maktu vekalet ücreti verilmesi gerektiği gerekçeleri ile önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını, davalı vekili temyize getirmektedir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın, esastan mı yoksa dava şartı yokluğu nedeniyle usulden mi reddine karar verildiği; burada varılacak sonuca göre davalı yararına maktu mu, nispi vekalet ücreti mi verileceği noktalarında toplanmaktadır.

Davacının dava hakkına sahip olması, dava açabilmesi için yeterli değildir. Bundan başka, davacının dava açmakta hukuki bir yararının bulunması gerekir; yani, dava hakkı, hukuki yarar ile sınırlıdır. Dava açmakta hukuki yararı olmayan kişi, Devletin mahkemelerini gereksiz yere uğraştıramaz. Bu, hukuki korunma (himaye) ihtiyacı olarak da adlandırılmaktadır. Yani, davacının mahkemeden hukuki korunma istemesinde, korumaya değer bir yararı olmalıdır.

Hemen burada, “hukuki yarar” ve “dava şartları” üzerinde durulmasında fayda bulunmaktadır.

Dava şartları, 1086 sayılı HUMK’n da açıkça düzenlenmiş değildir. Ancak, ilk itirazlar bölümünde, “hakimin re’sen nazarı dikkate alması kanunen iktiza eden hususlar” saklı tutulmuştur (m.188 c.2).

Ancak, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 114 maddesinde, dava şartları açıkça sayılmıştır.
Dava şartları, medeni usul hukukuna ait bir kurumdur.

Bunun amacı, bir davanın esası hakkında incelemeye geçilebilmesi için gerekli bütün şartları ve bunların incelenmesi usulünü tespit etmek, böylece davaların daha çabuk, basit ve ekonomik bir şekilde sonuçlanmasına yardımcı olmaktır.

Mahkemenin, davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi (davayı esastan inceleyebilmesi) için varlığı veya yokluğu gerekli olan haller, dava (yargılama) şartları’dır. Davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi için varlığı gerekli hallere, olumlu dava şartları (mesela, görev, hukuki yarar gibi); yokluğu gerekli hallere ise olumsuz dava şartları denilmektedir (mesela, kesin hüküm gibi).
Dava şartları, dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esası hakkında inceleme yapabilmesi (davanın esasına girebilmesi) için gerekli olan şartlardır. Buna davanın dinlenebilmesi şartları da denir.

Dava şartlarından biri olmadan açılan dava da açılmış (var) sayılır, yani derdesttir. Ancak mahkeme, dava şartlarından birinin bulunmadığını tespit edince, davanın esası hakkında inceleme yapamaz; davayı dava şartı yokluğundan (usulden) reddetmekle yükümlüdür.

Dava şartlarının bulunup bulunmadığı davada hakim tarafından kendiliğinden (re’sen) gözetilir; taraflar bir dava şartının noksan olduğu davanın görülmesine (esastan karara bağlanmasına) muvafakat etseler bile, hakim davayı usulden reddetmekle yükümlüdür.
Dava şartları mahkemeye, taraflara ve dava konusuna (müddeabihe) ilişkin olmak üzere, üçe ayrılarak incelenebilir. Buna göre;
Mahkemeye ilişkin dava şartları: “yargı hakkı, yargı yolu, görev, kamu düzenine ilişkin yetki halleri”;

Taraflara ilişkin dava şartları: “davada iki tarafın bulunması, taraf ehliyeti, dava ehliyeti, davaya vekalet ehliyeti ve geçerli vekaletname, davayı takip yetkisi”;

Dava konusuna ilişkin dava şartları ise: “kesin hüküm bulunmaması ve hukuki yarar (menfaat) bulunması”

olarak sıralanmaktadır.

Davacının dava hakkına sahip olması, dava açabilmesi için yeterli değildir. Bundan başka, davacının dava açmakta hukuki bir yararının bulunması gerekir; yani, dava hakkı, hukuki yarar ile sınırlıdır. Dava açmakta hukuki yararı olmayan kişi, Devletin mahkemelerini gereksiz yere uğraştıramaz. Bu, hukuki korunma (himaye) ihtiyacı olarak da adlandırılmaktadır. Yani, davacının mahkemeden hukuki korunma istemesinde, korumaya değer bir yararı olmalıdır.

Bilindiği ve 07.12.1964 gün ve 3/5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nda da belirtildiği üzere; dava, mahkemeden verilecek bir hükümle, bir iddia üzerinde hukuki korunmanın sağlanması dileğidir.

Davacının dava açmaktaki yararı, hukuki olmalıdır; ideal veya ekonomik yarar yalnız başına yeterli değildir. Davacı, hakkına kavuşmak için mahkemenin kararına muhtaç bulunmalıdır.

Davacının dava açmaktaki hukuki yararının, korunmaya değer bir yarar olması gerekir. Dava edilen alacak miktarının çok az olması halinde de, davacının dava açmakta korunmaya değer bir hukuki yararı vardır.

Hukuki yarar dava açıldığı anda var olmalıdır; ilerideki bir yarar yeterli değildir. Bu nedenle, muaccel olmayan alacak için dava açılamaz; açılırsa, dava hukuki yarar yokluğundan (usulden) reddedilir. Fakat bu durum, alacağın muaccel hale gelmesinden sonra yeniden dava edilmesine engel değildir.

Dava ile erişilmek istenen amaç, aynı güvenle ve fakat daha basit bir yol ile gerçekleşebilecekse, o konuda dava açılmasında hukuki yarar yoktur.

Dava açılmasında olduğu gibi, mahkemeye yapılan her talep için, talepte bulunanın hukuki yararının varlığı şarttır. Aksi halde mahkeme, böyle bir talebi inceleyip yerine getiremez.

Dava şartları, dava açılmasından hükmün verilmesine kadar var olmalıdır. Davanın açıldığı anda var olan bir dava şartı (mesela hukuki yarar) sonradan ortadan kalkarsa, o zaman dava esastan değil, dava şartı yokluğundan (usulden) reddedilecektir.

Dava şartı yokluğundan dolayı davanın (usulden) reddi kararı, nihai karar olması nedeniyle temyiz edilebilir (m 427). Böyle bir karar, ancak ilişkin olduğu dava şartının yokluğu hakkında kesin hüküm teşkil eder (m. 237, I).

Bu nedenle, dava şartı yokluğundan reddedilen dava, noksan dava şartı tamamlandıktan sonra yeniden açılabilir ve davalı bu yeni davaya karşı kesin hüküm (m. 427) itirazında bulunamaz. Çünkü ilk karar, davanın esası hakkında verilmiş olmayıp, yalnız belli bir dava şartının yokluğuna ilişkindir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 114/h maddesinde, hukuki yarar açıkça dava şartları içerisinde sayılmıştır.
Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 7. maddesi “Görevsizlik, yetkisizlik, dava ön şartlarının yokluğu veya husumet nedeniyle davanın reddinde, davanın nakli ve açılmamış sayılmasında ücret” başlığını taşımakta; maddenin 2.fıkrasında ise “davanın dinlenebilmesi için kanunlarda öngörülen ön şartın yerine getirilmemiş olması ve husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmesinde, davanın görüldüğü mahkemeye göre tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde yazılı miktarları geçmemek üzere üçüncü kısımda yazılı avukatlık ücretine hükmolunur” düzenlemesi bulunmaktadır.

Şu hale göre tarifenin açıklanan 7/2 maddesi hükmü gereğince; konusu para veya para ile değerlendirilmesi mümkün bulunan bir şey olan davanın dava şartlarından birinin bulunmaması (noksan olması) nedeniyle usulden reddine ilişkin kararda, vekalet ücreti nispi tarifeye göre takdir edilir; ancak, bu nispi vekalet ücretinin miktarı, maktu vekalet ücretini geçemez.

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde:

Davacı ile davalı şirket arasında bayilik anlaşması düzenlendiği, bu anlaşma kapsamında davalılardan B.. Ç..’na ait taşınmaza 28.04.2008 tarihinde 15 yıl süre ile davacı yararına intifa hakkı kurulduğu hususlarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Davacı, eldeki dava ile davalı ile aralarında yaptıkları 15 yıl süreli intifa hakkının, Rekabet Kurulu’nun 12.03.2009 tarihli genelgesi ile haksız rekabet kapsamında değerlendirdiğinden anlaşmaları 5 yıl süre ile sınırladığı gerekçesi ile fazla süreye ilişkin önceden yapılan ödemelerin iadesini talep etmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşmeler sırasında, bir kısım üyelerce mahkemece, taraflar arasındaki sözleşme hükümlerinin irdelenerek işin esasından bir ret kararı verildiğini, verilen kararın dava ön şartı yokluğundan olmadığını, bu durumda da davalı yararına nispi vekalet ücreti verilmesi gerektiğini, nitekim emsal nitelikteki Hukuk Genel Kurulu’nun (13.04.2012 gün ve 2011/7152 E., 2012/6038 K. sayılı; 13.11.2013 gün ve 2013/331-1562 E., K.; 13.11.2013 gün ve 2013/332-1563 E., K.) kararlarının da aynı yönde olması nedeniyle, mahkeme kararının bozulması gerektiğini ileri sürmüş iseler de, bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Yapılan görüşmeler sonucunda, mahkemece, verilen kararın niteliği itibariyle dava şartı (ön şartı) yokluğuna dayandığını, bu bakımdan mahkemece vekalet ücretinin AAÜT’nin 7/2.maddesi uyarınca taktirinin yerinde olduğu, benzer konuda HGK kararı da bulunduğu (25.05.2011 gün ve 2011/11-186-352 E.,K.; 06.12.2013 gün ve 2013/19-396-1655 E., K. sayılı) bu bakımdan mahkeme kararının onanması gerektiği Kurul çoğunluğunca kabul edilmiştir.

Şu halde mahkemenin, dava ön şartının yokluğu nedeniyle verdiği ret kararına uyumlu olarak AAÜT’nin 7/2 maddesine dayanarak ve bu maddede açıklanan, “hesaplanan nispi vekalet ücretinin maktu vekalet ücretini geçemeyeceği” kuralını da gözeterek sonuçta “maktu vekalet ücretine” hükmetmiş olması usul ve yasaya uygundur.

Açıklanan nedenlerle direnme kararının onanması gerekir.

S O N U Ç : Açıklanan gerekçeyle; davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile temyiz olunan direnme kararının ONANMASINA, eksik kalan 0,90 TL temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa eklenen “ Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440.maddesi uyarınca hükmün tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 19.02.2014 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

Kararara.com