BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan'ın önceki gün çatışmacı bir üslup içinde Avrupa'ya meydan okuduğu mekânın Türk demokrasisi için çok değerli bir yeri var.

12 Eylül darbesinden sonra Türkiye'deki askeri rejimin Batı dünyasında en ağır eleştirilere uğradığı forum, Erdoğan'ın önceki gün kürsüsüne çıktığı Strasbourg'daki Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi idi (AKPM).

O dönemdeki insan hakları ihlalleri ve demokrasiye geçiş süreci bu kurum tarafından yakın gözetim altında tutulmuş, AKPM aldığı kararlarla demokrasiye bir an önce dönülmesi için kuvvetli bir baskı uygulamıştı Milli Güvenlik Konseyi üzerinde. Demokrasiye dönüşün daha fazla zamana yayılmadan gerçekleşmesinde en çok payı olan Batı kurumları arasında Strasbourg'da toplanan bu parlamentonun başat bir yeri vardır.

Bir başka deyişle, bu meclis Türk demokrasisi üzerinde manevi hakka sahiptir. Mensuplarının, Türkiye'de yanlış gördükleri bir şey varsa Batı dünyasında bunu açıkça söyleme hakkına en çok sahip oldukları kurum burasıdır.

Dolayısıyla Başbakan'ın önceki günkü üslubu açısından çok yanlış bir mekândı Avrupa Konseyi Parlamentosu.

KONSEY NE ZAMAN KIYMETE BİNER?


Başbakan, önceki gün burada bir başka hata daha yaptı. Avrupa Konseyi'nin AB'den çok farklı bir işlevi var. Konsey'in asli görevi, Avrupa'da demokrasi ve hukukun üstünlüğü değerlerini güçlü kılmak ve ileri götürmek. Bu haliyle Avrupa'nın vicdanını temsil ediyor.
Avrupa Konseyi'nin bu işlevini daha etkili bir şekilde yerine getirebilmek için Berlin duvarının yıkılışından sonra Venedik Komisyonu gibi yeni organlar da oluşturdu.

İlginçtir ki, Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetleri, demokratikleşme ve hukuk alanlarında attıkları bazı kritik adımların kalite kontrolü konusunda Venedik Komisyonu ile istişareye, bu kurumun vereceği “Avrupa ölçülerine uygundur” mührüne hep özel bir değer atfetti, son Anayasa değişikliği gibi...
Hal böyleyken Avrupa Konseyi'nin parlamentosunda seçim barajın düşürülmesi yolunda ifade edilen bir beklentiye tersleyen bir tonlamayla “Onu size soracak değiliz...” yanıtının verilmesi, kuşkusuz bugüne dek sürdürülen işbirliğinin ruhuna ters düşen bir davranıştır. Avrupa Konseyi ve onun kurumlarının kıymete binmesi için yalnızca hükümetin işine gelen mütalaalar mı vermeleri gerekiyor?

ERDOĞAN VE MASUMİYET KARİNESİ


Başbakan Erdoğan'ın özellikle ifade ve basın özgürlüğü alanlarındaki açıklamalarında da tartışmaya açık bir dizi sorunlu nokta vardı. Örneğin, Orhan Pamuk'un durumuyla ilgili olarak “Suç duyurusu değerlendirilmiş ve iş olumlu bir şekilde sonuçlanmış bitmiştir” şeklindeki sözleri...

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun Türklüğe hakaretten herkesin Pamuk aleyhinde emsal dava açabilmesi yönündeki kararı sonrasında Başbakan'ın hangi “olumlu gelişme”den söz ettiğini doğrusu anlayamadık.

Erdoğan, ayrıca, tutuklu gazetecilerle ilgili açıklamalarında ceza hukukunun en temel kavramlarından biri olan “masumiyet karinesi”ni gözetmek konusunda gereken özeni göstermedi. Başbakan, şüphelilerin suçlulukları konusunda peşin hüküm taşıyan ifadeler kullandı. “Avrupa'dan gelecek heyet bunların suç örgütleriyle nasıl ilintili olduklarını görecektir” sözleri bu ifadelerden biridir. Ayrıca, bu gazetecilerin hepsine genelleyici ifadelerle “darbeleri teşvik etme” fiilini yüklemiş olması da çok ağır bir suçlamadır.

Başbakan, bu gibi ifadeleriyle polis ve savcılık makamlarının iddialarıyla aynı pozisyonu alarak bu çizgiyi kuvvetlendirmiş oluyor. Peki tutuklu meslektaşlarımız ileride beraat etmeleri halinde Başbakan onlara haksızlık yapmış duruma düşmeyecek midir?

BUGÜNÜ DÜN ÜZERİNDEN PÜSKÜRTMEK

Dikkatimize takılan bir başka nokta, Başbakan'ın basınla ilgili bugüne ait eleştirileri püskürtmek için her seferinde basının geçmişini suçlama ve kötüleme yoluna gitmesidir. Geçmişte basının “demokrasi dışı odaklar”la ilişkisini eleştiri konusu yapmıştı. Strasbourg konuşmasında ise bu kez bilinen bu görüşünü tekrarlarken, yeni unsur olarak “8 yıl öncesinde çeteler ve mafyadan da talimat alarak manşetler atıldığını” söylemiştir.

Yine bütün gazetecileri töhmet altında bırakan bu genelleyici ifadeler basına büyük bir haksızlık içeriyor. Başbakan, neyi kastettiğine açıklık getirmek durumundadır.

Ayrıca, bugünlerde Batı'da yayımlanan Türkiye ile ilgili ciddi insan hakları raporlarında 8 yıl öncesinin sorunlarından söz edilmiyor ki...