Başbakan Erdoğan Ankara SBF’de Burhan Kuzu’ya yumurta atan öğrencileri de ana muhalefet partisine maletmiş. “İllegal örgütler içinde yer alan bu tiplerle bir şeyler toplamaya gayret etmek”ten söz ettikten sonra “Benim milletim neyin ne olduğunu biliyor” demiş. Oysa aynı konuşmada “gösteri yapan öğrencilere polis şiddetini kınamış olan” CHP’nin aynı tuzağa düştüğünü, Burhan Kuzu’dan önce onların da öğrenci protestosuyla karşılaştığını söylemişti. Konuşmanın ikinci kısmı doğruysa (ki doğru; CHP Genel Sekreteri Süheyl Batum da Kuzu’dan önce kürsüye çıktığında protestoyla karşılaşmış ve kızarak ayrılmış) o zaman öğrencileri “ana muhalefet partisiyle ilişkisi varmış gibi göstermeye çalışmanın yanlışlığı” ortadadır.

Zaten ertesi gün Üniversite’den bir grup temsilci öğrenci Burhan Kuzu ve Süheyl Batum’la görüşmek istemiş, Batum’la görüşürken “siyasetçilerin protesto olabileceğine dair önceden uyarıldığını, protesto yapanların ‘İstanbul’daki olaylarda dayak yiyen arkadaşlarının üzüntüsü ve tepkisiyle’ bunu yaptığını anlatmış. Batum ise “Ben de yumurta yesem üzülürdüm ama bunu bir süredir öğrencilere karşı sürdürülen baskılara politik meşruiyet kazandırmak için kullanmaya karşıyız” demiş ve tekrar davet edilse yine gideceğini de eklemiş.

Yumurta atmak yanlıştır, bunu herkes kabul ediyor ama son yılarda herhangi bir öğrenci ya da vatandaş tepkisinde ve SBF olayından önce İstanbul’da, onun arkasından TBMM önünde “yumurta atmadıkları halde” polis şiddeti ile karşılaşıldığı biliniyor. Onun için faturayı ilgisiz yerlere kesmek yerine polisi şiddetten men etmeyi düşünseler, şiddeti kollamaya çalışmasalar çok daha uygun bir çözüm olacak.

(Not: Burhan Kuzu olaylar sırasında 4. Katta, odasında bulunan dekanı aradığını, onun “gösteri yapan öğrenciler arasında kendi üniversitesinden olmayanların da bulunduğunu” söylediğini belirtmiş. Eğer doğruysa ve dekan bunu biliyorsa odasında değil, aşağıda olması gerekirdi. Kuzu onun istifasını da istediğine göre dekanın acilen bu “kendi üniversitesinden olmayanlar”ı tesbit edip basına açıklaması gerekir.)

Molotof atana af, gösteri yapana cop!

Geçen yıl dershane dönüşü bindiği otobüse molotof kokteyli atan PKK’lıların yüzünden hayatını kaybeden öğrenci Serap’ı, onu yaşatabilme umuduyla kendi vücudundan deri söktürdüğü için günlerce hastanede yatan annesini unutmadık. Şimdi yaşlarından yararlanılarak hapisten kurtulma uyanıklığıyla PKK tarafından polise karşı her türlü eylemde kullanılan 18 yaş altı çocuklara uygulanacak yasadan; molotof kokteyli atan, sonra da durup kaç kişi öldü diye izleyen PKK’lıların da yararlandırılacağını öğreniyoruz. Serap’ın ailesi ise buna yerden göğe haklı olarak isyan ediyor.

Siyasetçilere protesto gösterisi yapan üniversite öğrencilerine uygulanan sınırsız polis şiddetini neredeyse övüp göklere çıkaranların, o öğrencilere saldırıyı doğal karşılayan ve yumurta atılmasını bile “şiddet gibi” göstermeye çalışanların, “halka bomba atanları” cezadan kurtarmak isteme nedenini anlayan var mı? Varsa bana da anlatsın lütfen.

Zira adaletin adalet olmaktan iyice çıkarıldığı günlerde bu yapılan hepsinin üstüne tüy dikmekten farksızdır. Aynen; işkence gören, herhangi bir devlet görevlisi tarafından ‘haksız ve kasıtlı olarak’ mağdur edilen vatandaşların bu kamu görevlileri aleyhinde dava açma hakkının elinden alınması, derdini Marko Paşa’ya anlatmaktan başka seçenek bırakılmaması gibi...

Aynen “görevini kötüye kullanan (örneğin milletin hakkına el uzatıp hırsızlık yapan, ihaleye fesat karıştıran) devlet görevlilerine ceza indirimi yapan” yasa gibi...

Biliyorsunuz bunun için koskoca TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı olan Kuzu, söz konusu suçları “Biz bunlara maydanoz suç deriz” benzeri bir cümleyle hafifletmeye çalıştığı için yasanın adı “maydanoz yasa” kaldı. İşte bu, gerçekte demokratik, insan haklarına, toplumun “şeffaf yönetime sahip olma” hakkına saygılı hiçbir ülkede görülmeyecek hukuksuzluklara sonunda cinayet işleyen teröriste de af katıldı.

Bir yanda yumurta atan öğrenci, öbür yanda bomba atan terörist... Siz söyleyin açıklaması olabilir mi bu dengesizliğin?

Baykal ve Sav taraftarları faaliyette!

Son günlerde “CHP’li olduğunu” söyleyen birileri tarafından telefonla aranıyorum. Bu kişiler konuşmanın bir yerine “ama Baykal’cı, Sav’cı değilim, partimi ve ülkemi seviyorum” cümlelerini sıkıştırdıktan sonra Kılıçdaroğlu’nun politikalarına kusurlar dizmeye başlıyor ve (yalan söylemek bile zeka gerektirdiği için)arkasından Sav ve Baykal’ı övmeye başlayıp “keşke onlara karşı çıkmasanız” filan diyorlar. Tam bu nokta benim konuşmayı kestiğim nokta oluyor.

Aynı telefonların başka yazarlara da geldiğini ve etkilemeyi de başardıklarını bazı yazılardan anlamak mümkün. Öyle görünüyor ki Kılıçdaroğlu ile ekibi Kurultay öncesinde ve sırasında (her ne kadar şu anda sessiz gibi dursalar da) sadece Baykal ve Sav’ın kendilerine karşı ‘derin parti’ faaliyetleriyle karşılaşmayacak, medyadan da önemli bir ‘tavsiye havasında yıpratma” devam edecek.

İşin üzücü tarafı; memlekete hizmeti dinle inançla karıştıranların arasına ‘bunu yapmaması gerekenlerin” de girdiğini ve mezhep farklılığını bile siyaseten kullandıklarını görmek... Oysa dini, mezhebi siyasi olarak kullanmak en ucuz, en aşağılık saldırı yöntemi dir...

Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlarda önemi daha da artan ana muhalefet partisinde “Kurultay fırsatını sabık başkan ile genel sekreterin ayak oyunları” için kullanmanın, 25 yıldır muhalefetten öteye gidememiş politikalara dönmeyi teşvik etmenin ve örneğin Kılıçdaroğlu’nun “laiklik çizgisinden sapabileceği” gibi bir anlamsızlığı ona yapıştırmaya çalışmanın da partisini, ülkesini sevmekle ilgisi yoktur. Tam aksi geçerlidir.