Haciz ve ihtiyati haciz kararlarının uygulamasının durdurulamaması anayasa ve AİHS’ne aykırıdır. 2577 sayılı yasanın28/1. maddesi aynı yasanın 27. maddesi ile çelişki oluşturmaktadır.

İYUK 27/2. Maddeye göre: “ Danıştay veya idari mahkemeler, idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda, davalı idarenin savunması alındıktan veya savunma süresi geçtikten sonra gerekçe göstererek yürütmenin durdurulmasına karar verebilirler. Uygulanmakla etkisi tükenecek olan idari işlemlerin yürütülmesi, savunma alındıktan sonra yeniden karar verilmek üzere, idarenin savunması alınmaksızın da durdurulabilir.”

İYUK’un 28/1. maddesine göre idare yürütmenin durdurulması kararlarını gecikmeksizin uygular, idare uygulamayı otuz günden fazla geciktiremez.

Yasanın bir maddesi dava açılması halinde Danıştay, idari mahkemeleri ve vergi mahkemelerinin idari işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar verebileceğini, diğer bir maddesi bu kararların uygulamasının otuz günden fazla geciktirilemeyeceğini söylerken aynı maddenin son cümlesinde: “Ancak, haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis edilir.” denmektedir.

 

Uygulamada,  idare yasanın bu hükmüne dayanarak mahkemelerin yürütmeyi durdurma kararlarını dava ile ilgili karar kesinleşinceye kadar uygulamamaktadır.

Anayasanın 125. maddesi   İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.” demektedir.  Bu şekilde idarenin haciz ve ihtiyati haciz kararlarının yargı denetimi dışında bırakılması anayasa aykırılık oluşturmaktadır.

Bu durum Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir hukuk devleti olduğunu söyleyen anayasanın 2. maddesine ve “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma (Değişik ibare: 3.10.2001-4709/14 md.) ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” diyen 36. maddesine aykırıdır.

Anayasanın bu açık hükümlerine rağmen anayasaya aykırı bu çelişik düzenlemenin sırf devletin çıkarları adına sürdürülmesi çağdaş hukuk devleti anlayışı ile bağdaşmaz.

Hiç şüphesiz bu düzenleme AİHS’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesine de aykırıdır.

Danıştay 9. D.’nin, 30.12.2008 tarih ve E. 2007/6035, K. 2008/6456 sayılı kararında idarece ihtiyati haciz konulan taşınmazın mahkeme kararı kesinleşinceye kadar satışa konu edilemeyeceğine hükmederek orta yolu bulmaya çalışmıştır.

Karar:

“Davacı hakkında uygulanan 30.05.2000 tarih ve 5573 sayılı ihtiyati haciz işlemine karşı açılan davada yürütmenin durdurulmasına ilişkin olarak verilen mahkeme kararına istinaden, anılan işlemin kaldırılması yolundaki davacı başvurusunun reddine dair 14.12.2006 tarih ve 44201 sayılı davalı idare işleminin iptali ile mahkeme kararının kasıtlı olarak uygulanmadığından bahisle; davalı idare hakkında dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte 30.000,00 YTL manevi tazminata hükmedilmesi istemiyle açılan davayı; davacı şirketin gayrimenkulüne uygulanan ihtiyati haciz işlemine karşı Mahkemelerinde açılan davada verilen 07.07.2006 tarih ve 2006/536 sayılı yürütmenin durdurulması kararı üzerine davacı tarafından söz konusu ihtiyati haczin kaldırılması istemiyle yapılan başvurunun reddinin hukuka aykırı olduğunun ileri sürüldüğü, 2577 sayılı Yasa md. 28 hükmünde haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis edileceğinin öngörüldüğü, söz konusu maddeden; yürütmenin durdurulması kararı üzerine davalı idarece ihtiyati hacze konu gayrimenkul hakkında mahkemeleri, kararı kesinleşinceye kadar 6183 sayılı Yasa’nın ilgili maddeleri uyarınca cebren tahsil ve takip yollarına gidilemeyeceği, taşınmazın satışa konu edilemeyeceği, ancak bu süreç zarfında tasarruf hakkının da korunacağını anlamak gerektiği; olayda, Mahkemelerince verilen yürütmenin durdurulması kararı üzerine esastan verilen 28.02.2007 tarih ve E.2006/536, K.2007/189 sayılı Kararın davalı idarece temyiz edildiği görülmekle, ancak temyiz sonucunda mahkemeleri kararının onaylanarak kesinleşmesi durumunda davalı idarece ihtiyati haciz işleminin kaldırılmasının söz konusu olabileceğinden bu yöndeki davacı iddialarında hukuka uyarlık bulunmadığı, öte yandan; idarece Mahkeme kararına uyulmadığı ileri sürülerek 30.000,00 YTL manevi tazminata hükmedilmesi istenilmekte ise de; yukarıda anılan Yasa ve yapılan açıklamalar ışığında ancak mahkemeleri kararının onaylanarak kesinleşmesi durumunda ihtiyati haciz işleminin kaldırılması söz konusu olabileceğinden, bu yöndeki davacı iddialarına da itibar edilemeyeceği gerekçesiyle reddeden Gaziantep Vergi Mahkemesi’nin, 13.07.2007 tarih ve E.2006/1422, K.2007/673 sayılı Kararı’nın; yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararın da bir mahkeme kararı olması ve olayda itiraz edilmeksizin kesinleşmiş bulunması karşısında uygulanması gerektiği, aksine bir düşüncenin yürütmenin durdurulması kararının yok sayılması anlamına geleceği, anılan karar uyarınca davalı idare tarafından işlem tesis edilmemesinin idarenin manevi tazminat sorumluluğunu doğuracağı ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.

Karar: Dayandığı hukuki ve kanuni nedenlerle gerekçesi yukarıda açıklanan Vergi Mahkemesi kararı, aynı gerekçe ve nedenlerle Dairemizce de uygun görülmüş olup, temyiz istemine ilişkin dilekçede ileri sürülen iddialar, sözü geçen kararın bozulmasını sağlayacak durumda bulunmadığından temyiz isteminin reddine ve kararın onanmasına, oybirliği ile karar verildi.”

Danıştay bir başka kararında ise idarenin ihtiyati haciz kararının hukuki dayanağını tartışmış ve hukuki dayanağı olmayan kararın ihtiyati tedbir kararı karşısında uygulanamayacağına karar vermiştir. Karar şöyle

Davacının sahibi olduğu menkul mallar üzerine 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrası gereğince ihtiyati haciz tesisine ilişkin 20.02.2009 tarih ve (...) sayılı davalı İdare işleminin iptali istemiyle açılan davayı reddeden mahkeme kararının bozulması istemiyle yapılan temyiz başvurusu hakkında karar verilinceye kadar yürütmenin durdurulması istenilmiştir.

6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrasında, 9. madde gereğince teminat istenmesini mucip hallerin mevcut olması halinde hiçbir müddetle mukayyet olmaksızın alacaklı amme idaresinin mahalli en büyük memurunun kararıyla, haczin ne suretle yapılacağına dair hükümlere göre, ihtiyati haczin derhal tatbik olunacağı belirtilmiştir.

Bu hükme göre ihtiyati haciz tesisi ancak teminat istenmesini gerektiren hallerin varlığının ortaya konulması durumunda mümkündür. Uyuşmazlık konusu vergilerle ilgili olarak davacıdan 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 9. maddesinin birinci fıkrası gereğince teminat istenmesine ilişkin 20.02.2009 tarih ve 8203 sayılı davalı İdare işleminin iptali istemiyle açılan davayı reddeden (...) Vergi Mahkemesinin kararının bozulması istemiyle yapılan temyiz başvurusu üzerine Danıştay Dördüncü ve Dokuzuncu Dairelerinin 2575 sayılı Danıştay Kanunu’na 3619 sayılı Kanunla eklenen Ek 1. maddesi uyarınca birlikte yaptığı toplantıda verilen Danıştay Dördüncü Dairesinin kararıyla, davacıdan teminat istenmesinin hukuka uygun olmadığı belirtilerek yürütmenin durdurulmasına karar verilmiştir.

 Bu durumda, 6183 sayılı Kanun’un 13. maddesinin 1. fıkrasına göre tesis edilen ihtiyati hacze ilişkin işlemin de hukuki dayanağı kalmadığından yürütmenin durdurulması için 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 52. maddesinin yollamada bulunduğu 27. maddenin 2. fıkrasında öngörülen şartların gerçekleştiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, temyize konu mahkeme kararının ve dava konusu işlemin teminat aranmaksızın yürütülmesinin durdurulmasına, oybirliğiyle karar verildi” (Dn. 4. D.’nin, 27.01.2010 tarih ve E. 2010/125 sayılı Kararı.)

Danıştay’ın iki dairesinin kararı özde çelişmemekle beraber yasanın sözü edile 28/1 fıkrası karşısında tartışılabilir.

Sonuç olarak İYUK’un 28/1 maddesi Anayasanın 2, 36 ve 125. maddesine ve AİHS’sinin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesine aykırıdır.

Rahmi Ofluoğlu( Hukukçu)