Dün “bazı belediyelerle bazı siyasetçilerin işbirliği halinde” yeni yıl kutlaması yapan vatandaşlara, dükkan süsleyen esnafa karşı haksız , bölücü, düşmanca bir kampanya başlattıklarını, Diyanet İşleri Başkanlığı ’nın da yazdığı farklı(!) yılbaşı hutbesiyle bu işbirliğine ortak olduğunu yazmıştım.

Bütün vatandaşların vergisinden, devlet hazinesinden çok büyük bir pay alan Diyanet İşleri ‘siyasi bir organ gibi ’ çalışamaz. Vatandaşların ‘iyi niyetle, ailece, eğlenerek yeni yılı kutlaması’ nı bir yozlaşma; ahlaksızlık, içki düşkünlüğü hatta iyice ileri giderek cinsel taşkınlık şeklinde asla lanse edemez. Bu kutlamaları “din dışı bir eylem gibi” gösteremez, kendi keyfine göre din kuralı icat edemez. Diyanet İşleri Başkanı’nın koskoca bir devlet kurumunu siyasi amaçlı olarak kullanıp, toplumu din-ahlak-gelenek üzerinden birbirine düşürme, düşmanlık yaratma yetkisi yoktur.

Ve camilerde okutulan bu hutbe tam da bu amaca hizmet etmektedir. Diyanet İşleri Başkanı ‘kınanmayı hak eden’ bir eyleme imza atarak büyük hayal kırıklığı yarattığı gibi bu eylem bazı kesimleri diğerlerine karşı şiddete yöneltme potansiyeli taşıdığı için ‘suç duyurusu’ yapılacak niteliktedir. Diyanet Komisyonu bu yanlış hutbeye onay verdiğine göre hepsi topluca suça ortak olmuş demektir.

KUR’AN’DA YERLERİ YOK!

Bu Diyanet üyeleri, Müslümanlıkta bir ruhban, ulema sınıfına izin verilmediği için aslında Diyanet gibi bir kurumun; Kur’an’da da , her din ve inançtan toplum kesimlerine eşit hakları tanıması gereken laik devlette de yeri olmadığını biliyorlar. Ama madem ki Türkiye’de bu kuruma izin verilmiştir o zaman Diyanet’in görevi; toplumu kutuplandıran, düşmanlaştıran, bir yılbaşı kutlamasını bile yozlaşma gibi gösteren kışkırtmalar yerine bundan önce yapıldığı gibi güzel, doğru, bütünleştirici mesajlar vermektir.

Örneğin Maun Suresi ’nde söylenenler Türkiye için son derece önemlidir, ben bu Sure’yi TV programlarıma katılan Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk ’ten ve diğer din uzmanlarından defalarca duydum, kendim de ilgilenerek inceledim. Bildiğim kadarıyla Öztürk şu sıralarda sadece bunu anlatan büyük bir kitap yazmakta..Peki acaba yılbaşı kutlayanlara hutbe yazan Diyanet bu önemli sureye neden hutbelerinde hiç yer vermiyor?

YETİM HAKKI YİYENE..

Maun Suresi; yetim, öksüz hakkı yiyenlerin ve toplumun kaynaşmasını engelleyip bölmeye çalışanların dini inkar ettiğini, bunları yapanların kıldıkları namazın bile gaflet içinde kılındığını, hiçbir sevabı olmadığını anlatıyor ve “vay haline onların” diyor. Her türlü yolsuzluğun örtbas edildiği ve toplumu bölme gayretinin yoğun şekilde görüldüğü bir ülkede en çok bu sureye ihtiyaç olduğuna göre haydi Diyanet millete bunu da hatırlatsın.
Kendisi de kurum olarak toplumu ‘kıyafet’ ten ‘yılbaşına’ kadar her konuda kutuplaştırıp “dini inkar eder” duruma düşmesin! Zira böyle başlayan ulema sonunda Suudi Arabistan ’da yaptıkları gibi “spor yapan kadın ahlaksızdır” fetvasına gelebiliyor ve o duruma ulaşıldığında “bunun saçmalık olduğuna emin olan” Müslümanlar da artık gık çıkaramıyor.

*****


BDP ve PKK’dan usta manevralar!

Öyle konuşmalar yapılıyor ki taşları doğru yerine oturtmak için bilmece uzmanı olmak lazım.. Mesela BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş aniden “açılımı ve pazarlıkları tek başına ve silah bırakma şartı koymadan başlatan” AKP’yi alıp “açılıma baştan beri bu nedenlerle ve içeriği söylenmediği için karşı çıkan” muhalefet partilerinin yanına ustaca monte ediveriyor. “AKP-CHP-MHP, üçkağıtçılar BDP’ye karşı birleştiler” diyor.

Böylece 2010’un son günlerinde Başbakan Erdoğan ile Demirtaş ’ın karşılıklı “sanki birbirlerine kızar gibi ama eski alışılmış tehditkar üslupları içermeyen” çıkışlarıyla verilen “Bunlar anlaşmış olamaz” imajı bu sözlerle pekiştiriliyor. O zaman zaten bir öyle, bir böyle açıklamalardan şaşırmış milletin kafası iyice karışıyor. Hani BDP “Devletle harika bir görüşme yaptık, çok mutluyuz, PKK da eylemsizlik kararını seçime kadar sürdürecek” demişti? Hani referandum öncesi başlayan, BDP’nin referandumu boykot ederek verdiği destekle güçlenen “BDP-AKP anlaşması” sürüyor gibi görünmekteydi? Karayılan bile ABD gazetelerine “artık barışçı çözümü bekliyoruz” demişti?
Hani “yeni anayasanın yapılacağı” seçim sonrasına kadar uyum söz konusuydu? Birdenbire ortaya atılan “iki dil ve özerklik” söylemleriyle bu uyum neden bozuldu? Seçim sonrasına kadar beklemekte ne mahzur vardı?
Bu karşılıklı çıkışlar “iki parti yeni anayasaya kadar anlaşma içinde” görüntüsünü başarılı şekilde ortadan kaldırmayı bir ölçüde sağlamıştır. Ama bir dakika, o zaman Öcalan ne diyor?

ÖCALAN VE DEMİRTAŞ’IN FARKLI SÖYLEMLERİ

Selahattin Demirtaş ’ın hemen arkasından Öcalan garip bir açıklama yaparak “Öyle bir süreçte Özal öldürüldü, Erdoğan da öldürülebilir” dedi. Bir taşla iki kuş..Tek cümlede hem doktorlarının israrla “kalpten öldüğünü” söylediği Özal’ın derin devlet tarafından ve “federasyon olabilir” dediği için öldürüldüğünü, hem de Erdoğan’ın “aynı şeyi savunduğu için” öldürülebileceğini vurguluyor.

Özal’la Erdoğan’ı aynı çizgiye oturtuyor ama bu sözüyle “AKP-CHP-MHP’yi işbirliği içinde göstermeye çalışan” Demirtaş’ı da yalanlamış oluyor. Ne kadar karışık değil mi? Beklenti çok önemli olduğunda bütün bu karmaşalar yaratılabiliyor işte.

HÜKÜMET AÇIKLAMALI

Ama AKP için gayet kolay bir yol var; bir oraya, bir buraya çekilmektense, “Ameliyat ettirmeyiz” gibi soyut açıklamalar yerine “Seçim sonrası yapılacak yeni anayasada ‘iki dil, iki bayrak, iki meclis, ayrı güvenlik gücü , kısacası ‘özerk bölge’ yer almayacak” derse durum net şekilde anlaşılacaktır. Zaten milletin seçim öncesi bunu duyması gerekir.

Hükümet yapar mı dersiniz? Bekleyelim bakalım.