Tarihe geçen o “uzun” yürüyüşün
“kısa” değerlendirmesi


Kılıçdaroğlu’nun başlattığı “Uzun yürüyüş” görkemli bir meydan toplantısıyla taçlandı…
Hemen ilk günlerde “sıcağı sıcağına” yorum yapmamak için duyguların birkaç gün yerli yerine oturmasını beklemek gerekiyordu, onu bekledik.
Gelelim şimdi şahsen de tanığı olduğumuz ve kim bilir üzerine kaç yıl konuşulacak olan bu olaya ilişkin değerlendirmelerimize.

1.
“Kısa” bir değerlendirme dedik…
Çünkü zaman içinde tüm ayrıntıları ortaya çıkınca ve gerek yurttaşlara gerekse parti politikasına yaptığı etkiler anlaşıldıkça bu konunun üzerine mutlaka yeni yeni tezler ileri sürülecek.
O açıdan, şimdi söylenecekleri “kısa bir değerlendirme” olarak kabul etmek daha doğru olacak.
2.
Sayın Kılıçdaroğlu’nun 24 günlük geniş katılımlı yürüyüşü ve son gün yapılan o görkemli toplantı, tabii ki Türkiye’nin siyaset tarihine geçecek boyutta ve hatta şimdiden geçmiş bir olaydır.
Bu nedenle ve “siyaset” toplum adına yapılan bir iş olduğuna göre, bu işe soyunan herkesin bu toplumsal olaya kendi siyasi rütbesi ve yeteneği oranında bazı değerlendirmeler yapması bir görev sayılmalıdır.
Çünkü öyle ya da böyle bu olayı görmemek, üstünü örtmeye çalışmak, anlamını saptırmak ya da sus pus olmak, her şeyden önce siyasi dürüstlükle bağdaşmaz.
3.
Yapılacak yorumlar herkesin bu konudaki kendi algısı, kendi düşüncesidir kuşkusuz.
Öyle de olabilir böyle de…
Ama bazı yorumların “açık gerçeklere” neredeyse taban tabana ters düşmesi; elbette hem bu gün, hem tarih boyunca sade yurttaşından siyasetçisine, siyasetçisinden tarihçisine kadar hemen herkesin sürekli ölçüp tartması ile karşılaşacaktır.

Ve… bu olayın değerlendirilmesinde görülecek o “açık farklılıklar”, yapılan değerlendirmelerde gerçeklerden hangi ölçülerde uzak kalınmış olduğunun tesbitinden başka, yapanların bu konulardaki dürüstlük derecesini de ortaya koyacaktır.
Böylece, yorum ve değerlendirmeler birer “turnusol kağıdı” işlevi görecektir.
4.
Yürüyüşün bir siyasi parti genel başkanı tarafından ve parti kararı ile başlatılması, ilk bakışta bunun bir “siyasi eylem” olduğu gibi gösterse de, hatta bundan gerçekten bazı siyasi avantajlar elde edilecek bile olsa; olay “salt parti propagandası amacıyla yapılmış gibi değerlendirilemez.

Yürüyüş ve sonrasındaki büyük katılımlı toplantı, bu toplum içinde kabaran bir tepkinin; yaşanmakta olan adaletsizliğe karşı duyulan tepkinin ölçüsü, dışa vurumudur.
Siyasetçi eğer toplumun duygularını sezip, onun iradesine tercüman olma sorumluluğunu taşıyorsa; elbette ki bir dip dalgası gibi alttan alta yükselen bu tedirginliğin dile getirilmesinde “rol alacaktır”.

Yükselen tepkinin görülmemesi, ucu yürütülen siyasete dokununca “yok böyle bir şey” denmesi olayı, asla siyasetin topluma yol göstermesi, ona hizmet etmesi değil, onun önünü tıkayarak sadece istenilen mecralara yönlendirilmesi gayreti olur..
Siz bu ülkede çöken üretimin, yükselen işsizliğin olmadığını söyleyen, onun üstünü kapatmaya gayret edenlere “bu toplumun siyasetçisidir” deyip benimseyebilir misiniz?
İşte adaletsizliğin görülüp görülmemesi de aynen böyle bir şey.
“Siyasetçi” görecek ve tavır alacaktır.
5.
Toplumda yükselen adalet talebinin bu biçimde dile getirilmesi, toplum açısından hayırlı bir girişimdir.
Eylem, bu yükselen tepkiyi denetim altına almış, demokratik yollara kanalize etmiştir.
Yürüyüş ve toplantının, karşıtlarınca yapılan ve yapılmasına niyetlenilen her türlü provakasyona karşın büyük bir disiplin içinde geçmesi, insanların günlük yaşamını sıkıntıya sokmamaya gayret edilmesi, “şikayet konusu olan adaletsiz yapıya ve taraflı yönetime karşın” yürüyüşün yine de kanunlara, hukuka uygun olarak gerçekleştirilmesi, her açıdan büyük bir başarıdır ve ülkemiz için hayırlı olmuştur.

Çünkü bunun yapılmaması, ne zaman patlayacağı belli olmayan ama sürekli gerilen bir balonun “patlayana kadar” beklenmesi, “patladığı zaman düşünürüz” diye ihmal edilmesi olurdu.
“İhkak-ı hak” duygularının gelişmesine, yani adaleti kişilerin devlet yerine kendi eliyle yerine getirme ihtiyacının yükselmesine yol açardı.
Bu yanıyla, ana muhalefet partisi doğru bir girişimde bulunmuş, bu konunun demokratik usuller içerisinde gündeme getirilebilme şansını yaratabilmek için adeta bir “supap” görevi görmüştür.
6.
Yürüyüşün bir siyasi parti kararı, bir muhalif lider eliyle başlatılması; bu konunun bir siyasi propagandaya alet edilmek istendiği, bundan günlük siyasi nema elde etme niyeti olduğunu asla göstermemektedir.
Doğrudur, bir siyasetçi eliyle başlatılmıştır ama burada amaç “siyaset yapmak” değildir. Çünkü siyasetin yapılabilmesinin ön koşulu her şeyden önce “adalet” ortamıdır.
Adaletin olmadığı yerde, muktedire karşı siyaset yapma imkanı olabilir mi?

Düşünsenize bir futbol maçı oynayacaksınız, hakemin kime çalıştığını biliyorsanız bu maça çıkıp “İyi oynayan kazansın” mı dersiniz yoksa önce adaleti mi talebedersiniz?
Hiç hakemi adaletli davranmaya davet etmek “taraftarlık” sayılabilir mi?
Demokratik ortamda yapılacak siyaset de aynen öyle…
Dolayısıyla bu düzende gerçek anlamda ve toplum için siyaset yapılacaksa, “herkes için”, ama “siyaset yapmasını beklediğimiz hemen herkes ve her kesim için” önce adalet gereklidir ve yürüyüşte de sadece o istenmiştir.
7.
Bu anlayışın, hem yürüyüşün geçtiği yörelerin insanlarında, hem ilçe ilçe, il il yürüyüşe katılan büyük kitlelerde geniş kabul gördüğü anlaşılmaktadır.
Yirmi dört günlük yürüyüşün olaysız geçmesi, geçilen yerlerde hiç bir kampanya, teşvik, görevlendirme olmadan yürünmesi ve hatta o sıcak günlerin insan bedenini hayli zorlayan koşullarına karşın yeni yeni katılımlar görülmesi toplumumuzun hala sağduyuya, selim akla sahipliliğini koruduğunu göstermektedir.
“Olmasaydı daha da iyi olurdu” denebilecek bazı provokatif çıkışların bu genel tabloyu bozmayacağı, eğer varsa arkasındaki patalojik yapıların zaman içinde daha iyi anlaşılacağı açıktır ve bütün bunlar şimdi üzerine düşmeye değmeyecek düzeylerde kalmıştır.
8.
Yürüyen ve son gün Maltepe’de bir araya gelen kitlenin büyüklüğü konusundaki göz göre göre yapılan düşük ve kendi içinde bile çelişkili değerlendirmeler, fotoğrafların ve TV’ler üzerinden yapılan yayınların gerçeği yedi cihana belgelemesi karşısında, “gerçeklerin üstünün ne kadar da örtülmek istendiği” konusunda fikir verdiği gibi, yürüyüş ve toplantının asıl mesajının ne kadar fütursuzca görmezden gelinme gayreti içinde olduğu tesbit edilmektedir.
Ayan beyan ortada olan gerçekler için kimilerince söylenenler bunlar ise, “göze görünmeyen” “örtülü” işlerde hangi ölçülerin kullanıldığı endişesi herhalde toplumda giderek daha büyük dalgalar halinde yayılacaktır.
9.
”Bu yürüyüş ne işe yaradı?” ya da “Bundan sonra ne olacak?” gibi sorular yaygındır.
Bu konudaki soruların yanıtı ilerideki günlerde ortaya çıkacak olmasına karşın şimdiden bazı olasılıklardan söz etmek gerekirse:

- İktidar kanadı bu yürüyüşün anlamını her ne kadar inkar etse, hafife alma, tersini savunma ihtiyacı duysa ve kabullenmez görünse de, artık ülkede ve kendi siyasetinin önünde ciddi bir adalet sorununun olduğunu “görmüştür”.
Giderek büyüyen bu sorun, iktidarı hem kendi seçmeni, hem muhalefet ve hem de dış dünya karşısında hayli zorlayacaktır.

-İktidarın bu durumdan gereken dersi çıkartıp çıkartmayacağını, istese bile artık “geniş halk kitlelerini” ikna edip edemeyeceğini, ya da “bundan ders çıkartmayı bile gözden çıkarıp çıkartmadığını” önümüzdeki günler gösterecektir.
Dolayısıyla bu konuda birbirine ters iki ayrı gelişme de beklenebilir.

-İlk gelişmelerde buna ilişkin bir ipucu aramak gerekirse, iktidarın meseleye “sözde” tanımlamasıyla yaklaşması, kitlelerin verdiği mesajı değerlendirmekten çok arkasına aldığı medya gücüyle meydanda kaç kişinin toplandığı konusundaki zorlama ve dayanaksız tartışmaya yoğunlaşması, bu aşamadan sonra işin özüne eğilip bu konudaki tepki ve talepleri olması gerektiği gibi değerlendireceğine olan inançları hayli zayıflatmaktadır.
Sanki “dönüşü olmayan bir yola girilmiş olma hali” mevcuttur.

-İşin “salt adaletimiz” dışında başka yönleri de var.
Baştan pek konuyla ilgili görünmese de, bu tavrın bize özünde “ekonomik amaçlı” bakan yabancıları daha da uzaklaştıracağı açıktır.
İktidarın aldığı tavrın, hukuk tedirginliği içinde ülkeden kaçan yerli-yabancı yatırımcıları da, acaba yatırım yapsam mı diyen müstakbel yatırımcıları da pek hoşnut etmeyeceğinin beklenmesi, dış dünya nezdindeki “hukuki görünüm” notumuzun biraz daha düşeceğinin tahmin edilmesi çok abartı sayılmasa gerektir.

-Bu yürüyüşün muhalefete, ya da iktidardan hoşnut olmayan ya da iktidara oy vermiş ama iki arada bir derede kalanlara ne getirdiğine bakacak olursak;
Her şeyden önce insanımızın “adalet” duygusunun hala ciddi bir konu olduğu, adaletin büyük çoğunluk açısından –particilik anlamındaki- siyasetin de önüne konabileceği anlaşılmıştır.
Bu konuda ilk adımın ana muhalefet partisi genel başkanı tarafından atılması, adalet konusunun “partiler üstü”lüğünün kabulüne engel olmamıştır.

Zaten sayın başkanın da bu yürüyüşü başlatırken “ben tek başıma yola çıkıyorum” demesi, parti bayrağı istememesi, “hak hukuk adalet” dışında başka sloganı reddetmesi, kendisinin bu konudaki niyetini, konuya inançlı olduğunu göstermiş, sonuç da bu doğrultuda gerçekleşmiştir.
Dolayısıyla yürüyüşle birlikte, her kesimden adalet arayışı içindekilere güç gelmiş, bu işin önünde sonunda olacağına dair beklentiler kuvvetlenmiştir.

-Bu başarının ana muhalefet partisine ve parti içinde de sayın genel başkanın şahsına yarayıp yaramadığı tartışmasına gelince:
Toplum ve partilerin kendi tabanları, siyasetçilerini verdikleri sözler, yaptıkları icraat, gösterdikleri tutarlıkla değerlendirerek onlara “tamam” ya da “devam” derler.
Dolayısıyla gerek toplumda gerekse bir partinin içindeki siyaset tahtaravallisinde birilerinin çıkarken diğerini indirmesi, birisi kazanırken karşısındakilerinin kaybetmesi oyunun temel kuralıdır.
Bu nedenle, toplum nezdinde itibarı yükselene, puan toplayana “sen iyi bir işyaptın ama bundan siyasi çıkar da sağladın” denmesi çok anlamsız bir tartışma olur.

Bir icraat ya da eylem doğruysa doğrudur, haklıysa o birinin yıldızı yükselecektir.
Herkesin gözü önündeki ve hatta geniş kitlelerin katılımıyla başarılan bu eylem, sonuçta toplumun vicdanını dile getirmişse, kabul görüp doğru bulunmuşsa, “olay doğrudur, haklıdır” ama “bu durum eylemi yapana siyasi çıkar da sağlar”, “o zaman bu iş siyasidir, siyaset için yapılmıştır ” demenin bir haklılığı olabilir mi?

Ziya Paşa ne güzel söylemiştir zamanında:
“Marifet iltifata tabidir”

Kılıçdaroğlu bunları yaparken buna burun kıvıranların, buna karşı çıkanların elini tutan mı vardı?
Hala iyi şeyler yapmak isteyen siyasetçilere kim dur der ki?
Siz de karşılayın bu toplumun isteklerini, siz de dile getirin duygularını, siz de aynı iltifatlara mazhar olun.
Hodri meydan, hodri siyaset…
Yapın siz de ne duruyorsunuz, bundan millet de kazansın siz de.