alıştığımız şirkette iki deneyimli avukat olarak teknik işlere (angaryanın kibarcası) yetişemediğimiz için bize yardım edecek bir kişinin işe alınmasına karar verildi. Şirket yöneticileri her ne kadar “karın tokluğuna çalışacak” bir stajyer almamızı isteseler de, pazarlıklar sonucu mesleğe yeni başlamış bir avukata ikna oldular. Bu iş için aylık 2000 liralık bir bütçe ayrıldı. Görüşme yapma işini de istemememe rağmen benim üzerime bıraktılar. Birkaç yere ilan vereceğim, işi kıvırabileceğine inandığım ilk kişiyi de işe alacağım diye düşündüğümden çok ses çıkarmadım.
 
Cuma akşamı işten çıkmadan önce ilanı yayınladım. Başvuracakların özgeçmişlerini göndermesi için insan kaynaklarının mail adresini verdim. Pazartesi günü işe bir geldim ki, insan kaynaklarındaki hanımefendi masama bir kule dikmiş. Hani arada haberlerde çıkıyor ya “on kişilik hizmetli kadrosuna bin kişi başvurdu” diye, işte durum onun bir tık altı. Gelen özgeçmişlerin haddi hesabı yok. Neredeyse özgeçmişleri okuyacak yeni bir çalışan isteyeceğim!

Görüşeceğim kişi sayısını makul bir seviyeye indirmek için öncelikle bir eleme yaptım. Evi işe uzak olanları, teklif edeceğim maaşı beğenmeyecek kadar deneyimli avukatları, ayda iki kez iş değiştirenleri listeden çıkardım. En sonunda geriye kalan üç meslektaşı arayarak, bir sonraki gün görüşmeye çağırdım.
 
Her ne kadar görüşmeye üç kişiyi çağırdıysam da, içlerinden bir tanesi açık ara öndeydi. Kendisi hukuk fakültesini sene kaybına uğramadan bitirip, ara vermeden yüksek lisansa başlamış. Dünya kadar eğitime katılmış, elinde tomarla sertifika var. Bitirdiği kolej, İngilizce seviyesinin gayet iyi olduğunu göstermeye yetiyor. Ancak o yine de yurtdışına çıkıp, yabancı dilini geliştirmeyi ihmal etmemiş. Word, excel, icra programları ve UYAP dahil bilgisayar konusunda bilgi sahibi. Benim isteyeceğim işleri gözü kapalı yapacağı garanti yani. İlk görüşmeyi bu arkadaşla yapmaya karar verdim. Diğer görüşmeleri de aynı güne yarım saat arayla planladım.
 
Ertesi gün bahsettiğim ilk sıradaki genç meslektaş erkenden geldi. İçeri davet ettim, sandalyeye oturdu ama tedirginliği yüzünden okunuyordu. Rahatlaması için biraz havadan sudan konuştuk önce. Ardından bizim şirketten ve yapılacak işlerden bahsettim. Hiçbir şeyi tekrarlatmadı. Hatta çoğunu ben daha söylemeden anlayıp, sorular sordu. Deneyimli olmasa da, zeki ve gelişime açık birisi olduğu her cümlesinden belli oluyordu. Arada mesaiye kaldığımız akşamlar olduğundan, Cumartesi günleri yarım gün çalıştığımızdan, bazen şehirdışına çıkılması gerekebileceğinden bahsettim. Bunların kendisi için problem yaratmayacağını söyledi.
 
En son ücret safhasına geçtik. Daha önce de söylediğim gibi, şirketin vereceği ücret aylık 2000 liraydı. Bu ücretin yeterli gelip gelmeyeceği konusunda şüphelerim olsa da, şirketi stajyer yerine avukat çalıştırmaya zor ikna ettiğimiz için pek pazarlık şansım yoktu. Ben kendi yaptığım önceki iş görüşmelerinden edindiğim tecrübeyle, ücret teklifimi sunmadan önce, genç meslektaşa aklında olan bir ücret olup olmadığını sordum. Fısıltı gibi ağzından “1500 lira iyi olur aslında” cümlesi döküldü!
 
Normal şartlarda iş görüşmesinde işveren tarafında bulunan bir kişinin düşündüğünden çok daha az bir maaşa çalışan birisini bulunca sevinçten havalara uçması gerekir. Bu, patrondan alınacak prim ya da en azından övgü demektir çünkü. Bense uzun zamandır bu kadar şaşırdığımı ve üzüldüğümü hatırlamıyorum. Deneyimsiz olsa da, böylesine kalifiye bir avukatın kendisine biçtiği ücret gerçekten çok düşüktü. Benim düşünceli ve şaşkın bakışlarımla karşılaşınca meslektaş da yeniden tedirgin oldu. Ben istediği ücretin ne kadar az olduğunu düşünürken, o herhalde çok fazla istediğini sanmış olacak ki, “İsterseniz ilk ay deneme için maaş almadan da çalışabilirim” dedi. İnanılacak gibi değil!
 
Neden bu kadar düşük bir maaşa razı olduğunu anlayabilmek için biraz daha sohbet etmek istedim. Çok zor bir staj dönemi geçirmiş. Çalıştığı icra bürolarından birinde üç kuruş paraya haftanın yedi günü mesai yaptırmışlar. Diğerinde yoğun aşağılama ve hakaretlere maruz kalmış. “Patron çalışan herkese böyle davranıyordu. İnsanlar kabullenmiş her şeyi. İşini kaybetmemek için kimse ses çıkarmıyordu. Ben bir süre sonra dayanamayıp, işten ayrıldım” dedi. Başka bir tanesinde yeterince tahsilat yapamadığı gerekçesiyle, ötekisinde de yüksek lisans derslerine gidiyor diye ya maaşının üzerine yatmışlar ya da ücretinden büyük kesintiler yapmışlar. Özgeçmişine kafamızda soru işareti yaratmaması için bu işlerin hepsini yazmamış. İki aydır da iş arıyormuş. Birkaç görüşme yapmış ama icrada çalışmak istemeyince ne yazık ki hiçbir iş bulamamış.
 
O konuştukça gözümde John Steinback’in Gazap Üzümleri kitabı canlandı. Mesleğe yaptığı sıkıntılı başlangıçtan sonra, “İş olsun da, nasıl olursa olsun” noktasına gelmiş. Hatta avukatlığı bırakmayı bile düşünmeye başlamış. Meslekteki ilk yıllarımı hatırladım. Biz de zor dönemler geçirmiştik ama bu kadarı biraz fazlaydı. Tahminen avukat sayısının günden güne artması, genç meslektaşlara işsizlik tehdidiyle köle gibi davranılmasına kapı aralıyordu.
 
Kendisine teşekkür edip, diğer üç iş görüşmesini yaptım. Durum ilki kadar korkunç olmasa da üç aşağı beş yukarı aynıydı. Ardından diğer avukat arkadaşımla birlikte şirket yöneticilerini biraz daha sıkıştırıp, kavga gürültü verilecek maaşı 2500 liraya çektirdik ve bizim genç meslektaşı işe aldırdık. Sergilediğimiz davranışın, tek bir kişi için ve sadece belirli bir süreliğine bulunmuş anlamsız bir “çözüm” olduğunun farkındayım. Özellikle de dışarıda benzer durumda bulunan yüzlerce belki de binlerce genç işçi avukatın olduğunu ve günden güne bu kervana yenilerinin katıldığını bilince…
 
Hepimizin Avukatlar Günü kutlu olsun. En çok da mesleğin daha baharında umudunu kaybetmemeyi başarabilen genç meslektaşların…

Av. Ozan Gülhan / Avukados

Kaynak: www.avukados.com