Av. Abdurrahman Bayramoğlu

 

Cumhuriyetin kadim düzeninin son dönemlerde uğradığı gerici saldırılar karşısında, çoğunlukla ulusalcıların kullandığı “son kale” tabiri; görece bu saldırılara karşı direnerek statükosunu koruyabilen kurum ve kuruluşları tanımlamak için kullanılır.

Tabirle, görece çağdaş, devrimci, milli ve özellikle laik yapılar anlatılmak istenir. Kabul etmek gerekir ki bu kurumlar Türkiye’nin 200 yıla yaklaşan modernleşme sürecinde ortaya çıkmış ve cumhuriyet devrimiyle pekiştirdikleri statükolarını korumakla bir bakıma cumhuriyeti de korumuşlardır.

Ancak, Köy Enstitüleri’nin tasfiyesi, ezanın yeniden Arapça okunması, İmam Hatip seferberliği ve nihayet AKP iktidarıyla “zirve”ye ulaşan karşı devrimin, laiklik başta olmak üzere cumhuriyetin çağdaş görünümünü tümden ortadan kaldırmaya dönük saldırıları karşısında, bu kaleler bir bir düşmüştür.

15 Temmuz darbe girişiminin yalnızca küçük bir kısmını deşifre ettiği bu gerici istila karşısında, gerçekten direnebilen kurumlar hala var mı? Sorunun yanıtına geçmeden belirtmeliyim ki, kurumları yöneten kadroların kim olduğundan bağımsız bir olgudan söz ediyorum. Bir kurumu “bizimkiler”in yönetiyor olması o kurumun istila edilmemiş olduğunu göstermez.

15 Temmuz sonrasının başka bir tartışma konusu olduğunu kabul ederek ilerlersek, RTE’nin diktatörlüğünden özellikle “muhalif” kesimde kuşku duyan yoktu. Ülkenin, baskıcı bir tek adam yönetimine doğru yol aldığı görüşü, çoğunlukla kabul gören bir görüştü. Askeri vesayetin yerini sivil vesayetin aldığı apaçıktı…

Oysa şimdi başka tartışmalar Türkiye gündemindedir.

Ülke siyasetine ilişkin bu genel tartışmayı burada bitirerek İstanbul Barosu özelinde “son kale”lerden birine biraz yakından bakmak istiyorum.

Aradaki 2 yıllık Muammer Aydın dönemi dışında, ilk 6 yılında Kazım Kolcuoğlu, son 6 yılında ise Ümit Kocasakal başkanlığında İstanbul Barosunu yöneten Önce İlke Grubu, bilindiği üzere özellikle laiklik hassasiyeti ile seçim kazanmış bir gruptur.

Dönemin Baro Başkanı Yücel Sayman’ın türbanlı bir avukata odasında yemin ettirdiği ve bunun açık bir laiklik ihlali olduğu savıyla yönetimden istifalarla başlayan süreç, grubun kuruluşu ile yeni bir aşamaya evrilmiştir. Bu savlardan hareketle de grubun “ilkeleri önceleyen” tavrını betimlemek üzere de grubun adı Önce İlke Çağdaş Avukatlar Grubu olarak belirlenmiştir.

2002 yılında seçim kazanarak kaleyi teslim alan “ilke” grubunun, o günden beri yönetmekte olduğu “son kale”de neler oldu bir bakalım.

Adliyelerde törenlerle Kuran Tilavet edildi,

Avukatlar Adliyelerden yaka paça dışarı atıldı,

Avukatların türbanla yemin etmesi olağanlaştı,

Yargıçlar bile türbanla duruşmalara çıktı,

Çıkartmayız denilen Arabuluculuk Yasası çıktı,

İlkelerinden biri de iki dönem başkanlık olan grup, ömür boyu başkanlık ilkesini savunur hale geldi,

“Ortak akıl” güzellemeleriyle başlatılan demokratik süreç 14 yıllık iktidarın sonucunda, “Bizim yerimize de sen düşün başkan.” düzeyine kadar indi.

Nihayet “Diktatör ama sevimli.” rahatlığıyla “son kale”nin burçlarında soldan sağa dönerek uyumaya devam kararı verildi.

İradesini kullanmaktansa tek kişiye vekalet vererek uyumayı tercih edenlere söyleyecek sözümüz yok. Uyandıklarında kalenin yerine yapılan AVM’ye şaşırmazlar umarım.

Ama İstanbul Barosu 40.000 aşan Avukat sayısıyla böyle bir anlayışla yönetilmeye mahkum edilemez. Avukatlar yalnızca müvekkilleri adına konuşmazlar. Hatta çokça kendi adlarına konuşurlar, konuşmalıdırlar.

Baroyu yönetenler, Avukatların sessiz çoğunluğuna ve yönetimde olmanın avantajına güvenerek, İstanbul Barosunu giderek suskun ve etkisiz hale getirmişlerdir. Baroyu yönetenler o makamlardan emeklilik bekliyor olabilirler. Ama sessiz çoğunluk Baro yöneticilerinin emekli olmasını beklemeyecektir.

Servisler, lokaller ve lüks binalar Baroyu büyük yapmaz. 140 yıllık bir hukuk kurumu olan İstanbul Barosu İnsan Haklarını savunmaktan bile ürkmektedir ne yazık ki.

İstanbul Barosu mensubu sessiz çoğunluğa son söz;

Baronuza ve iradenize sahip çıkın.