PKK, yaygın ve hedefleri olan bir saldırı kampanyası sürdürüyor. Devlet de, PKK'yi bastırmak amacıyla, bildiğimiz klasik yollarla cevap veriyor. Sorun, yalnızca "devletle PKK arasında yürütülen bir çatışma" olmanın çok ötesine geçmiş durumda.

Güneydoğu'nun değişik kentlerinde, birbiri ardısıra, "özyönetim" ilan ediliyor. Kararların, “Kent Meclisleri”nce alındığı duyuruluyor. Bu açıklamalar, KCK tarafından da destekleniyor.

Dün, Muş Valiliği tarafından sokağa çıkma yasağının ilan edildiği Muş'un Varto ilçesindeki durum; KCK tarafından, Özgür Politika gazetesinde, şöyle duyuruldu: "Varto'da dün başlayan çatışmalar sabah saatlerine kadar sürerken, ilçenin giriş ve çıkışları HPG'lilerin kontrolüne geçti. Hendeklerin kazıldığı (Varto'nun) tüm ana caddelerinde silahlı gruplar denetim sağlarken, Muş Valiliği, ilçede sokağa çıkma yasağı ilan etti."

Varto, "özyönetim" ilan edilen ilçelerden birisi. Belli ki; KCK, burada, bir alan hakimiyeti sağlamayı ve yeni bir “yönetim modeli” oluşturmayı planlıyor.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Bese Hozat, son günlerde ilan edilen "özyönetim"ler konusunda, dün şunları söyledi: "Öz yönetim ilanlarının ve uygulamalarının her yerde geliştirilmesi gerekiyor. Devletin her türlü yönelimi karşısında da çok güçlü bir biçimde toplumsal direniş ve öz savunmayla kendi sistemini halkımızın savunması gerekiyor. Öyle olmalı ki polis tek bir kişiyi tutuklamaya dahi cesaret etmemelidir."

ÇATIŞMA TIRMANIRKEN

Yoğunluğu giderek artan bir çatışma döneminin ortasındayız. PKK, bir çok kentte sürdürdüğü silahlı saldırıları; şimdi, bazı daha somut hedeflere yöneltmiş durumda. Görünen şu: PKK; "özyönetim" ilanlarını yaygınlaştırarak, bu alanlarda, yönetimsel hakimiyetini korumaya ve yaymaya çalışacak.

Devletin bu hamleler karşısında ne yapmak istediğini, PKK'nin hamlelerine nasıl karşılık verileceğini; bu noktada, tam olarak değerlendirmek zor. Ama, şimdiye dek izlenen yolu, “topyekün bir bastırma kampanyası yürütmek” olarak adlandırabiliriz. Kandil bombalanıyor, "özyönetim" ilan edilen ilçelerde devletin inisiyatifi yeniden sağlanmaya çalışılıyor. “Yaygın tutuklama ve gözaltına alma” eksenli bir yol izleniyor.

Şöyle de toparlayabiliriz: PKK, yaygın ve hedefleri olan bir saldırı kampanyası sürdürüyor. Devlet de, PKK'yi bastırmak amacıyla, bildiğimiz klasik yollarla cevap veriyor.

BÖLGESEL HESAPLAR

Sorun, yalnızca “devletle PKK arasında yürütülen bir çatışma” olmanın çok ötesine geçmiş durumda. Örneğin, Almanya'nın, önceki günkü “Patriot füzelerini Türkiye'den söküp götürme” açıklaması da; bu çatışma ve hesaplaşma içinde, farklı bir anlam kazanıyor.

Alman basınının ağırlıklı kesiminde; özellikle YPG'yi, “IŞİD'le mücadelede önemli bir güç olarak” gören yönelim belirgin. Türkiye'nin Kandil'i bombalaması, Almanya'nın ve birçok Avrupa ülkesinin medyasında; “IŞİD'e karşı mücadele eden Kürtler hedefte” şeklinde yorumlanıyor. Almanya, “İran'la en sıcak ilişkisi olan Avrupa ülkesi” olarak da değerlendiriliyor. “Kürt sorununda bir ittifak içine girmiş olabilirler mi?” gibi sorular gündemde.

Tabii, Türkiye, bir yandan da; başta ABD olmak üzere, NATO ülkelerini, kendisine destek vermeye çağırıyor.

SEÇİM ORTAMI GERİLİMİ ARTIRIYOR

Bütün bu karmaşık tablonun içinde; Türkiye, sıradışı bir siyasi (ve ekonomik) belirsizlik de yaşıyor. Seçimlerin ardından iki aydan fazla zaman geçtiği halde, hükümet kurulamadı. Muhtemelen, Kasım ayında, erken seçim yapılacak. Seçim ortamının tırmandırdığı kamplaşmanın içinde; sorunları sağlıklı bir boyutta konuşmak, pek kolay değil. Kutuplaşma, daha da sertleşebilir.

Hergün gelen şehit haberleri, milliyetçi öfkeyi kışkırtıyor. Eğer böyle giderse, en azından seçimlere kadar, bu çatışma ortamının devam etmesi ihtimali; korkutuyor.

OTURUP KONUŞULMAZ MI?

KCK yöneticileri, ilan edilen "özyönetim"lerle ilgili; "devlete karşı değiliz" şeklinde bir savunma yapıyorlar. Bu yaptıklarının “yerel yönetimleri güçlendirmek” şeklinde anlaşılması gerektiğini söylüyorlar. Ancak, bu arada, "bu zalim devlet bizi yönetemez" demekten de, geri durmuyorlar.

Farklı modelleri, yönetim şekillerini; konuşmak, tartışmak; demokrasinin bir parçası. “Kürtlerin kendilerini yönetmek istekleri”de , “merkezi otoritenin baskısından şikayet” de; bu bağlamda değerlendirilebilir.

SİLAHSIZ ÇÖZÜM 

Önemli olansa, kullanılacak yöntem… Şu ana kadarki ana yöntemi, “silahlı KCK güçleri” oluşturuyor. Yani “askeri yollar” üzerinden gidiliyor. Kentlerin etrafına hendekler kazılıyor ve devlet güçleriyle çatışmaya giriliyor.

Bu yöntemin, “konunun makul bir şekilde konuşulma olanağı”nı ortadan kaldırdığı; bir gerçek. Şunu da tekrar vurgulamak gerekiyor: Hiçbir devlet, kendi egemenliğini başka güçlerle bölüşmeyi kabul edemez. Çatışma çıkar. Şimdi olan da bu.

Daha fazla zaman kaybetmeden, silahsız çözüm yollarını yeniden aramak ve bulmak zorundayız. Büyük felaketlere neden olmuş geçmiş tecrübe, hala çok taze. Çözüm süreci, bir huzur ve barış imkanı ve deneyimiydi: Ülkemize, insanımıza, toplumumuza; farklı bir perspektif geliyor, toplumda yeni bir denge gelişiyor, hayat normalleşiyordu.

7 Haziran’dan sonraki ivmenin sürdürülmesi demek, daha da şiddetlenen acı ve kayıplar demek... Ancak, her silahlı çatışmanın, bir sonu vardır. Bu ivme de, bir yerde son bulacak.

PKK, ısrarla, “çatışmayı biz başlatmadık” diyor. “AK Parti hükümetinin erken seçimi garanti altına almak amacıyla masayı devirdiğini” iddia ediyor. Aslında, bu tırmanışı kimin başlattığının, artık çok bir önemi kalmadı. Önemli olan, bitirebilmek... Eğer PKK, "ben başlatmadım" diyorsa, "ben bitirdim" de diyebilir.     

Buradan başlayabiliriz.