Siyaset umut dağıtmaktır derler ya;
Ah hele o propaganda dönemlerinde yapılan siyasette…
“Muhalifi, muvafıkı” yani ister iktidar olsun ister muhalefet; siyasi partilerin seçimlerde bir ortak tarafı vardır:
Umut dağıtmak!

“Umut” ne?
Kötü bir şey mi?
Asla değil tabii, ama nereden bakarsanız bakın “umut” denen şey, her zaman” gerçeğin bir adım ötesi”dir.
Adam cebindeki son paraları da piyango biletine yatırır mesela…
“Çıkmaz kardeşim, kazanma şansın milyonda bir; yakma paranı, o parayı kendin yesen?...”
“Olmaz” der, ben de biliyorum bir şey çıkmayacağını ama en azından çekilişe kadar umutlanıyorum, “ya çıkarsa” diyebiliyorum ya…

Ekonomi çok mu kötü mesela?
Karşı taraf hiç öyle bir şey yokmuş gibi davranıyor, örneğin yapacağı zamları bile öteleyip memleketi güllük gülistanlık mı gösteriyor?
Umut dağıtır.
Umut dağıtmak esas ya, her şey gözler önündeyken bile umut dağıtır.
Hani neredeyse “biz batırdık biz çıkartırız” “çıkartma umudu bizde” dercesine vaadler vaadler vaadler…
Muhalifsiniz… Lafın altında kalıp “durumlar vahim, biz gelince ayağımızı yorgana göre uzatacağız, bu şartlarda başka da yol yok” mu diyeceksiniz?
Diyemezsiniz ki…
“O üç mü veriyor, ben beş veririm” demeniz gerekir o furyada.

Peki denmemeli mi?
Siyasetin profesyonelleri “denmeli” diyor.
Kendiniz inanmasanız da diyeceksiniz anlaşılan.
“Bizim gibi” ülkelerde maalesef geçerli olan bu.
“Ben beş veririm, hatta on beş veririm…”

Bu söylemlerde iktidar rahat:
İşin başında olduğunuz için “eldeki kuş” örneği daha inandırıcısınız. Ve böyle demekle bir dönem daha iktidarınızı yeniliyorsunuz bir kere.

İkincisi; aldınız seçimi, “Olacak o kadar” der azını yapar kıvırtırsınız. Olmadı, vaadinizi biraz geciktirirsiniz, “tamam, dedik ama hemen de demedik” dersiniz falan… nasıl olsa artık ipler sizin elinizde.

Ama muhalefetseniz, ve bir de bu söylemler iktidarı almaya yetmediğinde, o en büyük ikna kampanyasında sadece “abartılmış umut” dağıtırken, doğruyu söyleyip gerçekçi politikaları, doğru stratejileri ortaya koyamadığınız için popülizm batağına yuvarlanmış olursunuz.

Dahası, stratejinizi peş peşe birkaç seçimde hep umut dağıtmak üzerine kurmak zorunda kalmış ve bir de üst üste kaybetmişseniz; bu sefer de ülkenin gerçekleri üzerine politikalar üretmekten uzaklaşmaya başlayabilirsiniz işin kötüsü…
Hani insan -yalan ya da doğru- bir şeyi kırk kere söylerse sonunda kendisi de buna inanmaya başlar ya…

Burada da o hesap…
Düşünsenize, işler göz göre göre kötüye gidiyor; görüyorsunuz, belli ki kemer sıkmaktan başka çözüm yolu yok; ama vaad yarışından da geri kalamıyorsunuz.
“İşçiye daha çok para verdireceğiz”
“Bayramdan bayrama emeklileri sevindireceğiz”
“Benzin ucuzlayacak”
“Yoksulum diyene para, dükkan açana kredi, ev kadınına maaş, aç kalana aş…”
İyi, güzel…
Bununla seçimi alsaydık çok da güzel olurdu da olmadı işte…

Geçen seçimlerde de aynı şeyleri vaad etmiştik hani...
Gidin daha gerilere, daha da gerilere… söylenmiş mi bundan farklı bir şey?
Söylenmemişse, “bu tarz-ı siyaset”, acaba giderek bizim ekonomi konusundaki temel görüşlerde dumura uğramamıza yol açmaz mı?
İktidar partisiyle sadece umut vermede yarışmak bizi giderek ona benzetmez mi?
Aynı düzenin partisi yapıp onun kopyası durumuna düşürmez mi?
O baştankara giden “düzen”in, en fazla işler ters gittiğinde enkazı devredebileceği “yedeği” haline getirmez mi?
Bir gün “hadi bakalım, al bu sefer de sen yap” dendiğinde apışılıp kalınmaz mı?
*
Gelelim sadede:
Bu sadece bu günkü düşüncelerimiz değil; daha önce de çeşitli zamanlarda yazdık:
“Kampanya” boyunca halka öyle söylenmiş olsa da, hemen seçim sonrasında; artık ülkenin geleceği konusunda endişeleri olan ve gerçekçi çözümlere ihtiyaç olduğunu düşünen esnafından, tüccarından sanayici örgütüne, üreticisinden ihracatçı birliklerine, sivil toplum örgütlerine ve hemen her türlü meslek örgütüne, bilim ehline, parti örgütüne ve ülkenin gidişatı konusunda arayış içerisinde olan her türlü etkin ve yetkin birime “asıl reçete”nin anlatılması gerekir.

Bunu anlatamazsanız, herkes sizi daha çok o “kampanya” günlerindeki popüler vaadler ile hatırlamaya, sizi öyle görmeye, “bir iktidar hazırlıkları bile yok” demeye devam edecektir.

Bir düşünsenize;
İşletmeleri bıçak sırtı olan bizim gibi bir ülkede üretim giderek geriler, maliyetler kaldırılamaz, dış rekabet dayanılmaz hale gelirken siz öğünerek “asgari ücreti net 2200 lira yapacağız” dediğinizde;

-İstihdamın toplam yükü, çalıştırılan adam başına yaklaşık 3500 lirayı bulacaksa; irili ufaklı sayıları 1 milyon sekiz yüz bin dolayında olan can derdindeki “iş veren” kesimi buna nasıl tepki gösterecektir?

-Üretimi arttırmasını beklediğiniz yatırımcı, kendi çalıştıracağı işçi için “sizin” onun kesesinden yaptığınız bu bonkörlüğü duyunca size nasıl yaklaşacaktır?

-“Türkiye dünyanın en pahalı benzinini kullanıyor, bunu ucuzlatacağız” dediğinizde haydi “özel araç sahiplerini” biraz umutlandıracaksınız da, 2018 yılında 100 milyarın liranın üzerinde bütçe açığı ile karşı karşıya olan ülkede yapacağınız bu “jest” daha beyan ettiği vergisini ödeyemeyen, sürekli yapılandırmalara bel bağlayan esnaf ve sanayiciyi çok derin düşüncelere boğmayacak "dur bakalım buradan kaldırılan vergiler dönüp dolaşıp nereden sırtımıza binecek" dedirtmeyecek midir?

-Ucuz benzinin, özel otomobil kullanımını da, ithalatını da “patlatacağını”; bu patlamanın “üretim ekonomisi” tercihine hiç denk düşmediğini, aksine tüketimi kamçılayacağını, böylece ülkenin cari açığını daha da açacağını düşünenler acaba kendi kendilerine “neden toplu taşıma değil de özel otomobillere ucuz benzin?” “neden herkes fedakarlık edecek iken özel araba saltanatına bütçeden yapılan kolaylık” demeyecekler mi?

-Ve bu ülkede bir yandan “üretimi arttıracağız, üretim ekonomisine geçeceğiz” derken bir yandan da hemen her haneye maaş bağlama vaad edildiğinde bunun ne üretimle ne istihdam politikasıyla bir ilişkisinin kurulamayacağını düşünenler, “üretim ekonomisi” konusuna olan inançlarını kaybetmeyecekler midir?
Onlar “neden herkese bir iş üretmek değil de herkese maaş tahsis etmek?” demeyecekler midir?
Hatta bu tahsisler, kendisine maaş bağlatmak için şeklen boşanmaların bile yaygın olduğu, kayıt dışılığın sıradan sayıldığı bu ülkede gerçek işsizlere bir de “sanal işsizler” ordusu eklemeyecek midir?

-Daha bir çok vaadin yerine getirilmesinde “hangi kaynak” dendiğinde “saray harcamalarından, danışman maaşlarından tasarrufla” türü cevapların yerine “daha gerçekçi” finansman modelleri üretilmedikçe o pek çok vaadin asla bu tasarruflarla finanse edilemeyeceği, örneğin 2018 bütçe açığının bile o sarayın 1milyarlık dillere destan yıllık masrafının tam 100 katı olduğunu, yani buradan tasarrufun ancak işin yüzde birini çözebileceğini düşünmeyecekler midir?

Şüphesiz daha söylenecek çok şey var.
Hani deriz ya “Mani oluyor halimi takrire hicabım”…
Biraz öyle…
Ama gerektiğinde ya da ilgilenildiğinde tabii ki onları da sıralarız.

Şimdi en büyük iddiası ülkenin çarpık düzenini rayına oturtmak, popülist düzene son vermek olan bir siyasetin hiç olmazsa seçim aralarında ve “erbabı için” artık daha “temelden” tezler geliştirip o tezlerle anılması gerekmez mi?