Yaşar Kemal ile, 1955 yılı haziran ayında Cumhuriyet gazetesi muhabiri olarak gittiği Gaziantep’te, 17 yaşındaki Uğurol Barlas tarafından Demokrat Ülkü gazetesinde yayımlanmak üzere bir söyleşi yapılmıştı.

Bu yayın Kemal ile yapılan ilk röportajlardan biri olması ve onun dönemin sanat ve edebiyat ortamı ile ilgili görüşlerini içermesi açısından bir hayli ilginçti. O zamanlar genç bir ortaöğretim öğrencisi olan Barlas, 25 Kasım 1938’de Gaziantep’te doğmuş, sosyoloji, halk kültürü, tıp tarihi, basın tarihi gibi pek çok alanda yazdığı 43 kitabı, 120’yi aşkın makalesi ile tanınmış bir araştırmacı. Çocukluğundan beri okuyup yazmaya meraklı olan ve 1964’te İstanbul Üniversitesi Sosyoloji-Felsefe Bölümü’nden mezun olan Barlas, daha ortaokul öğrencisiyken başladığı yazın hayatını, bugün de sürdürüyor. Bu röportaj aynı zamanda kendisinin de yayımlanan ilk röportajı olma özelliğini taşıyor.

Söyleşide Barlas’ın Yaşar Kemal’e yönelttiği ilginç sorular ile Kemal’in verdiği sıcak ve samimi yanıtlar dikkat çekiyor. Kemal röportajında gazeteciliğe nasıl başladığından gerçeküstücü akıma dair görüşlerine uzanan bir çeşitlilik sunuyor. Birinci ölüm yıldönümünde roman ve öyküden şiire, yaşamının bazı dönemlerinden gazetecilik ve yazarlığına kadar uzanan bir yelpazede gerçekleşen ve ilgili yayının 1345-1349 sayılarında yer bulmuş bu söyleşiyi Kemal’in anısına sunuyoruz.

“Yaşar Kemal’in Gaziantep’e geldiğini duydum. Aradım, buldum. Gazetemiz adına şu röportajı, röportaj üstadı ile yaptım Bostancı’ya tere satmak gibi oldu ama. Bostancı da bu tereyi aldı- Yani Yaşar Kemal suallerimi cevaplandırdı. Yaşar Kemal’in kim olduğunu bilirsiniz herhalde... Yaşar Kemal, bundan üç yıl önce Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan ‘Antep’te Kaçakçılar Arasında’ isimli röportajın yazarıdır. Bu muharriri size nasıl tarif etsem bilmem ki... Tombul yusyuvarlak bir yüz; göz kapakları şiş şiş, bir gözü kırpık, uzunca boylu...

İlk sözü kendisi açtı: “Genç meslektaş, röportajcının bavulu kapı ardında hazır olmalı. Gazeteden ‘10 dakika sonra gideceksin hazır ol’ dediler mi, sen beş dakikada hazır olmalısın.”

“Edebiyatla uğraşmaya ne vakit başladınız?” diye sordum. Kırpık gözlerini daha çok kırpıştırarak: Zannedersem dokuz yaşında Halk şiirleri yazarak; daha sonra ilk hikâyem olan ‘Pis Hikâye’yi yazdım.

- Gaziantep’te ne işiniz var, herhalde buraya gezmeye gelmediniz?

Evet, gezmeye gelmediğim doğru... Ben Cumhuriyet Gazetesi’nin Anadolu Haberler Bürosu Şefi’yim. Şöyle Anadolu’yu bir dolaş dediler. Ben de hem dolaşıyor, hem de yol üstü röportaj yapıyorum. Gelirken de Gölbaşı’nda traktör sürücülüğü yaptım.

- İlk kitabınız?

Ağıtlar isimli 1943’te yayımlanan folklor derlemesi.

- Konularınızı neler teşkil eder?

14 yaşına kadar köyde, kasabada kaldığıma göre pek tabii bu hayat teşkil edecektir. Konularım bir bakıma benim hayatımdır...

- İdeal gazetecilik denince ne anlarsınız?

Muhitle yüzde yüz kaynaşmak, en kısa yoldan en doğru haberler vermek, mutlak ve mutlak cemiyete yol göstermek...

- Varlık mecmuası geçen ayki sayısında sayfalar dolusu Sait Faik Abasıyanık’tan bahsetti; aynı sayıda Hüseyin Rahmi Gürpınar’dan bahseden kısım da dört sütundu. Bunun sizce sebebi ne?

Efendim... Sait hem yeni öldü, hem de Hüseyin Bey eskilerin yazarıdır.

- Sait Faik hakkındaki fikirleriniz?

Sait’in bazı hikâyelerinde meselâ ‘Alemdağı’nda Var Bir Yılan’ isimli eserinde olduğu gibi masal teması vardır, üslubu da akıcı ve çekicidir. Sait Faik ‘Sivri Ada Geceleri’nde kendi sanat telâkkisini açıklar: Kütleden ayrılıp kendini yalnız sanata vermek, hiçbir işle meşgul olmamak... Bu doğru değildir. Bence bir yazar ‘Çukurova Traktörleri’ isimli bir hikâye mi yazacak, Çukurova’ya gelip bu sanatta çalışmalıdır. Bu devirde halk hayatına iştirak etmeyen san’atçının, san’atçı olacağına ihtimal veremiyorum.

Yazı dili ile konuşma dili arasında ne fark vardır? Sizce yazı dilinin konuşma dili haline gelmesinde en büyük rolü kimler, ne şekilde oynayabilirler dedim.

Bence, yazı dili ile konuşma dili ayrı değildir, ayrı olmamalıdır, dedi... Hikâyede konuşma havası, konuşma ile aynı tür, aynı şekil olmalıdır. Edebiyatçı konuşma diline yaklaşmakla ancak anlatım serbestliğine erişebilir...

- Nurullah Ataç’ın başında bulunduğu devrik cümlecilik cereyanına taraftar mısınız?

Bu cereyana doğrudur, yüzde yüz olsun denemez. Bu kadar aşırılık iyi değil... Ölçülü olsun, az olsun, öz olsun. Ben şahsen Nurullah Ataç’ı çok severim nedense...

- Nerelisiniz, kaç yaşındasınız?

Osmaniye’nin Gövceli köyünde 1926’da doğduğumu nüfus cüzdanım yazar. Ama ben 1922’de doğduğuma eminim...

- Evvelce yani gazeteciliğe başlamadan evvel ne işle meşgul olurdunuz?

1951 yılına kadar Kadirli’de arzuhalci idim. Hacı Ali Çavuş’la birlikte... Tesadüfen röportajcı oldum.

- Yaşar Bey, şu tesadüfü tesadüfen öğrenebilir miyiz?

Anlatayım: ‘Bebek’ isminde bir hikâye yazmış, Nadir Nadi’ye okumaya vermiş ve İstanbul’da iş aramaya koyulmuştum. ‘Hürriyet’e, ‘Vatan’a müracaatla röportaj muhabiri olarak 50 lira aylık istedim, vermediler... Bu sırada ‘Cumhuriyet’ beni röportajcı olarak işe aldı: Herhalde ‘Bebek’i beğenmiş olacaklar. ‘Cumhuriyet’e girdikten altı ay sonra beni işe almayan gazeteler büyük para vaadi ile almak istediler ama ben gitmedim...

- İlk röportajınızı nerede yaptınız, esas mevkiinizi hangisi sağladı?

Beni ilk defa Van’a yolladılar; esas mevkiimi ‘Gaziantep’te Kaçakçılar Arasında’ isimli röportajım sağladı. Bu yazım çok beğenilmişti.

- Kitaplardan ve yazarlardan sevdikleriniz?

Kızıl ve Kara, Harp ve Sulh, La dam o Kamelya, Don Kişot’u sever, Pir Sultan Abdal’ı, Karaca Oğlan’ı, Orhan Veli’yi takdir ederim.

- En çok beğendiğiniz bir hikâyeci?

Orhan Kemal. Kendisi hemşerimdir; istikbal için büyük ümitler vaad eden bir yazardır.

Yahya Kemal Beyatlı ‘Yeni Türk şiiri diye bir şey yoktur’ demiş? Yahya Kemal yok değil ki...

- Senarist olarak kimi beğenirsiniz?

Cevat Fehmi’yi ‘Kadıköy İskelesi’nde takdir ederim. Bu eser lâyıkı ile anlaşılmadı...

- Yunanlıların ‘Odiseaİlyada’sı ile bizim ‘Dede Korkut' masallarının bazı yerlerinin aynı olduğu malûm. Sizce bize mi onlardan geçti, yoksa onlar mı bizden aldılar?

Bizden onlara geçmesi denebilir ama epope meydana gelen cemiyetlerde sosyal gelişme hemen hemen aynıdır, bu benzerlik ondan da gelebilir.

- Yunanlılar Homeros’un âmâ olduğunu söylerler...

Yok!.. Bu doğru değil, bir epope yazan yüzde yüz hayata iştirak etmelidir. Âmâ olsaydı eğer ‘Odysseia ile İlyada’ yaratılmazdı.

- Siyasî yazarlardan kimi beğenirsiniz?

Yok!.. İlgim!..

- Halkın arasında halktan olduğunuza göre sevdiğiniz türküler vardır herhalde?

Vardır. “Mahpushane çeşmesi, İnce Mehmet. Kozanoğlu” türkülerini severim. Sizin de “Sürerim sürerim gitmez gadana; Fransız gurşunu değmez adama” türkünüze bayılırım...

(Ben burada gülümsemiş olacağım ki) Gülmeyin canım... Ben bu türküye bayılırım; Anladığınız gibi değil...

- Bizim bu çevrede san’atına hayran olduğunuz bir şair veya hikâyecimiz var mı?

Türkiye’nin büyük şairleri arasında sayılan ve “Ekincilik” gibi birçok şiirlerle Çukurova şairlerine örnek olan bir şair tanırım, o da hemşehriniz Zeki Savcı Bey’dir. Zeki Savcı gerçekten Türkiye çapında bir şairdir.

- Pekâlâ... Söz Gaziantep’e gelmişken bir şey daha sorayım.

Sor bakalım! Ama uzun olmasın.

- Şehrimizin en tipik tarafı?

Şehreküstü’nün isminin Şehreküstü olması.

Kalktı gidecekti. Bir dakika Yaşar Bey; son bir soru... Şimdi sürrealizm diye bir cereyanın olduğunu biliyorsunuz herhalde.

- Bu sürrealizm ne sizce?

San’atta sürrealizm diye bir şey olmaz, realitenin üstünde bir şey tanımıyorum.”

 

Barlas o günü hatırlıyor

Uğurol Barlas, Yaşar Kemal ile yaptığı söyleşiyi şöyle anlatıyor: “Ben o zaman 17 yaşındayım. 1955 yılında bir gün birisi Yaşar Kemal’i göstererek, ‘bu adam Cumhuriyet gazetesinin muhabiri Yaşar Kemal, buraya bir yazı dizisi hazırlamak için geldi’ dedi. Yaşar Kemal o zaman henüz yazar olarak tanınmıyor. Oturduğu yere gittim, dedim ki; ‘Ben sizinle bir röportaj yapabilir miyim?’, Yaşar Kemal ‘olur’ dedi. Ondan sonra gittim Demokrat Ülkü Gazetesi’ne; ‘ben Yaşar Kemal’le bir röportaj yapsam yayınlar mısınız?’ dedim, ‘yayınlarız’ dediler. Yani imzalı ilk gazete yazım 17 yaşımda iken yayımlandı. Ama bu şöyle oldu; benim ilkokulumun karşısı adliye binası idi, onun altında da bir sürü kitapçılar, gazete büroları vardı. Daha önceden çok gidiyor ve biliyordum oraları, o nedenle onlarla iletişime geçtim”.


Kaynak: Cumhuriyet.com.tr