Usta tiyatrocu Genco Erkal "Güneşin Sofrasında - Nâzım ile Brecht" isimli yeni oyununu "tam da hayal ettiği gibi" bir sahnede oynamanın heyecanını yaşıyor bu günlerde.


Usta tiyatrocu Genco Erkal'ın, Nâzım Hikmet ve Bertolt Brecht'in şiir ve şarkılarından uyarlayıp yönettiği "Güneşin Sofrasında - Nâzım ile Brecht" oyunu prömiyerini geçtiğimiz günlerde yaptı. İstanbul Kadıköy Lisesi içindeki tarihi konağın bahçesini açıkhava sahnesine dönüştüren Dostlar Tiyatrosu ekibi, insanları yaz boyunca, akşam serinliğinde muhteşem bir deneyim yaşamaya çağırıyor. Genco Erkal ve Tülay Günal oynadığı müzikli gösterinin müzik yönetimiyse ünlü piyanist Yiğit Özatalay'da.

Yeni oyununun heyecanını yaşayan Genco Erkal'la bu vesileyle bir söyleşi gerçekleştirdik. Tiyatroya başladığı yıllardan, tiyatro yaptığı için yargılanışlarına kadar birçok süreci paylaşan Genco Erkal, Dostlar Tiyatrosu'nun 'göçebelik' hikayesini, son olarak lisenin içindeki Mahmut Paşa Konağı'nın açıkhava sahnesine dönüştürülmesini soL'a anlattı.

Nâzım ile ilk tanışmasını anlatan ve Nâzım'la olan ilişkisini, "Ne ben Nâzım’ı bıraktım, ne de Nâzım beni bıraktı. İlk tanıştığımızda o benim babam yaşındaydı. Sonra aynı yaşa geldik. O 62 yaşında öldü ve şimdi ben neredeyse onun babası yaşındayım. Hâlâ beraberiz sahnede" cümleleriyle anlatan Genco Erkal, Bertolt Brecht içinse "Yolumuzu arıyoruz yani, 'Politik tiyatro nasıl olur?' Brecht’i keşfettiğimizde 'Haaa' dedik, 'Baba bunu yapmış zaten'…" diyor.


Bu kadar dolu dolu bir yaşamı bir röportaja sığdıramayız tabii ama…
Bütün hepsini mi?

En başından alacağız.
Eyvah eyvah… Yandım ben desene. (Gülüşmeler)

Flaşlar üzerinden, en başından başlamak isterim. Tiyatroya başlamanızda dönüm noktası saydığınız olaylar neler?
Çok doğal. Benim için sanki hep tiyatro vardı. İçindeydim hep. Kukla oynatırdım arkadaşlarla bahçede, misafirleri çağırıp onlara gösteriler yapardım. Tiyatro, küçüklüğümden beri benim yaşamımın bir parçası. Onun için çok şanslıyım. Mesleğimi doğal olarak, kendiliğinden seçtim ve şanslı olduğum yanı da, bu mesleğin aslında hayatta en çok sevdiğim şey olması. Okulda da yoğun olarak, özellikle Robert Kolej’de okurken çok yoğun tiyatro çalışmaları oldu.

BABAM TİYATROCULUĞU KABUL ETMEDİ

Her şey doğalında ilerliyordu ama babam kabul etmedi tiyatroculuğu meslek olarak. 18’imde, “Bu evdeyken olmaz. Tiyatrocu olmak istiyorsan çekip gideceksin bu evden” dedi bana. 

O zamanlar daha yeni 18’imi bitirmişim. Ben de cesaret edemedim öyle her şeyi silip süpürmeye. “İkinci tercihin nedir?” diye sordu bana. “Psikoloji” deyince, “Bak, o olur” dedi. Böylece psikoloji okumaya başladım.

SONRA ÇOK BÜYÜK BİR TEKLİF GELDİ

Onun da çok faydasını gördüm aslında bütün mesleğim boyunca. İyi ki onu okumuşum, gerçekten çok sevdiğim bir daldı psikoloji. Sonra yavaş yavaş babamı ikna ettim. Amatör çalışmalara geldi, gitti. Sonra çok büyük bir teklif geldi: Muhsin Ertuğrul…

Şimdiki kuşak Muhsin Ertuğrul’u çok bilmiyor ama bizim için Atatürk neyse tiyatroda da Muhsin Ertuğrul oydu. Onu büyük bir önder olarak görüyorduk. Muhsin Ertuğrul, “Kenterler Devlet Tiyatroları’ndan ayrıldı. Onlara İstanbul’da bir tiyatro açacağım. Genco gelsin oynasın, ona bir rol var” deyince inanamadım! 

Kenterlere de çok hayranım o zamanlar. Sömestr tatillerinde falan kaçıp Ankara’da onları seyrederdim o zamanlar. “Bir kerecik deneyeyim, ne olacak? Herkesin eline geçmez bu fırsat” dedim babama. O da, “Peki” dedi. Bir kere “Peki” demiş oldu. (Gülüyor) Ondan sonra babam da çok destek oldu.

Tiyatroda sanırım 57 yılı geride bıraktınız?
Evet, profesyonel olarak.

1959’da tiyatroya özel kurumlarda başladığınızı biliyorum.
Ben hep özel çalıştım.

Neden hiç ödenekli tiyatroları tercih etmediniz?
Şöyle oldu: Öncelikle teklif ilk olarak oradan geldiği için öyle başladım. Ondan sonra, burada çalışırken Asaf Çiyiltepe’den teklif geldi, Arena Tiyatrosu’ndan. O da AST’ın (Ankara Sanat Tiyatrosu) anasıdır; Ankara Sanat Tiyatrosu ilk Arena olarak kuruldu. AST Ankara’ya taşınınca ben de 1 yıl sonra onlara katıldım. O sırada -Onlar gidecekti, ben İstanbul’da kalacaktım- Gülriz Sururi’nin tiyatrosundan teklif geldi. Yani hep özel tiyatrolarla sürdü. Sonra kendi tiyatromuzu kurduk tabii.

BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ’NİN İLK SANSÜRÜ

Biraz fırsat mı bulamadınız yani?

Hayır. Şöyle bir şey oldu, o ilginçti: Zamanın Devlet Tiyatroları genel müdürü dedi ki; “Biz sizi beğeniyoruz, uzaktan izliyoruz”… Ben konservatuarda değilim ama Devlet Tiyatroları genel müdürünün konservatuardan yetişmemiş bir oyuncuya “Gel seni bizim tiyatroya alalım” falan demesi olmayacak bir şeydi. “Çok memnun olurum” dedim. “Bu yıl bir tekst buldum, Bir Delinin Hatıra Defteri diye. Onun üzerine çalışıyorum” dedim. Bu 65 yılında oluyor, Ankara’da. “Onu sizde oynayabilirim, geleyim” dedim. Dedi ki, “Siz bize gelirsiniz, ne oynayacağınıza biz karar veririz.” İşte orada benim için ödenekli tiyatro bitti. O yüzden hiçbir zaman –ne Şehir Tiyatrosu ne de Devlet Tiyatrosu- düşünmedim.

ORADA MEMUR OLUNUYOR

'İstediğimi yapamayacaktım' diyorsunuz...
Evet. Ben hep bağımsız olmak istedim, hep kendi çizgimde, kendi düşündüğüm ve inandığım tiyatroyu yapmak istedim. Onu da devlette ya da belediyede yapamayacağımı anladım. Orada memur olunuyor çünkü. Tepenizde bir sanat yönetmeni var, birileri var; onlar karar veriyor senin hakkında. Ben bunu hiçbir zaman istemedim. Bundan da çok mutluyum. Evet, özel tiyatro yapmak çok zor, hele de politik tiyatro yapmak daha da zor ülkemizde. Ödenmesi gereken bedeller var çünkü. Ama benim yaşamım da bu. Bundan hiç şikâyetçi değilim.

SANAT DÜZENE BİR BAŞKALDIRIDIR

Bir mücadele başlığı daha koymuş oldunuz aslında önünüze?
Evet. Zaten tiyatro ya da sanat bir mücadeledir zaten. Kurulu düzene karşı bir başkaldırıdır sanat. Onu da ödenekli olarak 
yapmak zor tabii… (Gülüyor)

DEVAMI
http://haber.sol.org.tr/kultur-sanat/genco-erkalla-soylesi-biraksam-ayakta-duramam-insani-ayakta-tutan-mucadeleye-devam