Savaşı, kahramanlıklarıyla, yenilgileriyle, vahşetiyle tarih kitaplarından biliyoruz. Savaşsız bir uluslar tarihi kitabı yazılmamıştır henüz. Daha dün, 20. yüzyıl savaşlar yüzyılı olarak bilinir, sömürgecilikten özgürleşme, ideolojik ve devrimler yüzyılı.

Peki hiç barış yüzyılı duydunuz mu? Savaşın olmaması barışın varolduğu anlamına gelir mi? Barış gerçekten savaşın zıttı mı, yoksa diğer yüzü mü? Biri varken diğerini yok mu farzedeceğiz? Milyonlarca insanın yaşadığı bir toplumda farklı ideolojiler, farklı inançlar, farklı felsefeler, farklı kültürler kavgasız gürültüsüz, anlayış içinde, birarada, kardeşçe, sorunsuz yaşayabilmesi mümkün mü?

Savaşın zafer nidalarından gururlananları çok görürüz de, barış içinde yaşamaktan gururlanan gördünüz mü hiç? Aslında, birlik beraberlikten, kardeşlikten, yoldaşlıktan dem vurduğumuz zamanlar savaş zamanları değil mi? Şurası bir geçek ki, insanlık barış yüzyılı yaşamadı hiç. İmkansız belki de. Zira savaşın karşıtının barış olduğu düşünmüyorum.

Savaş yaşanmadığı zamanlar, ya savaşa hazırlık dönemidir, ya da korku/endişe çağı. 21. yüzyılın korku çağı olarak anılacağı şimdiden belli. İlginçtir ki, savaş zamanı yaşanan korkular çok azdır. Ölüm korkusu, fakirleşme korkusu ve açlık korkusu. Bu korkuları duyanlar da savaşanlar değil, sivillerdir. Oysa barış zamanının korkularının haddi hesabı yoktur.

Şöyle bir kendimize aynada bakalım, çevremizi gözlemleyelim, korku sarmalından geçtiğimizi anlamak zor değil. Sağlıklı beslenme korkusu, kilo alma korkusu, çocukların okulda başarısız olma korkusu, işten atılma korkusu, iş bulamama korkusu, taciz edilme korkusu, başarısız evlilik korkusu, anlaşamama korkusu, sevgisiz kalma korkusu, dövizin yükselmesi, borsanın düşüş korkusu, taksitleri ödeyememe korkusu, tatil yapamama korkusu, ev aletlerinin bozulma korkusu, şarjı bitmesi korkusu...

İstediğiniz kadar uzatabilirsiniz. Evet, toplumca korkar hale geldik. Artık yeni savaşlarımız korkularımızın savaşları olacak, silahsız, topsuz, mermisiz. Kim kimi daha çok korkutabilecek, ya da kim korkularıyla başedebilecek? "Benim korkum senin korkunu döver" diyerek dalga geçebilecek miyiz? Zira korkmak ayıp değil, hatta korkulacak bir hal değil artık. Korkularımızla yüzleşmek tedavülden kalktı. Üstelik hangi biriyle yüzleşeceğiz ki, sal gitsin.

Hem yüzleşip korkularımızı artırmaktansa, unutalım geçsin. Gelinin, "hem ağlarım hem giderim" dediği gibi, hem korkarım hem yaşarım. "Beni hatalarımla sev" derken aslında "beni korkularımla sev" demeye getiriyoruz. Korkuyu sever hale geldik, tıpkı Stockholm sendromu gibi. Hem sokakta tacizden korkarız, hem takıp takıştırıp en çekici halimizle sokağa çıkarız. Bu belki de korkulara meydan okuma biçimidir, kimbilir...

İnsan alışan varlıktır derim hep. Düzenden kaos, kaostan düzen çıkarabilen yegane yaratık. Uyumsuzluğa dahi uyum gösterebilen mükemmel canlı. Unutma yeteneği olan şahane ruh. Ruhunu bedeniyle, bedenini ruhuyla dengeleyebilen, sonsuz ikilemlerden kendini sıyırabilen eşsiz varlık. Tutarsızlık tutarlılığı, ikiyüzlülüğü tek bir yüze dönüştürebilen koca bir oksimoron.

İşte bu yüzden insanı anlamak gerekmiyor, dolayısıyla toplumu da. ilginç bir macera filmi gibi izlemeye değer, sessiz ve uzaktan. Savaşmayan insan, seyreden insandır aslında. Ama barış içinde yaşadığı anlamına da gelmez. Korku güvensizliğe, güvensizlik savaşı tetikleyecektir nasıl olsa...


odatv.com