“Tek direniş yolu olarak görünen bu açlık grevleri sadece Kürtler arasında değil, Türkiye’de yaşayan tüm halklar açısından önemli bir boyut almıştır. Umarım bu grevler en kısa sürede sonuçlanır ve talep edilenler Türkiye hükümeti tarafından onaylanır. İnsan hayatı önemli bir değerdir. İnsanlar yaşamalılar.”

Açlık grevi, insanın en önemli direniş yöntemlerinden biridir. Pasif ancak oldukça etkili bir direniş yöntemidir. Birey, grevdeyken beslenmeyi reddeder. Bilinçli olarak, ölümü bile göze alarak bir olaya, tutuma ve ihlale karşı dikkat çeker, bedensel bir direniş ortaya koyar.
Bilim insanlarının açıklamalarına göre bir insanın gıdayı reddetmesine rağmen sağlıklı kalması, normal şartlar altında üç hafta, en fazla dört hafta mümkündür. Fakat dört haftayı geçen her açlık grevinin, bedensel zararlar bırakma olasılığı yüksektir. Dünyada çok sayıda açlık grevi eylemi yapılmıştır, ancak en kitlesel açlık grevi ise 12 Eylül'de Kürt tutsakların başlattıkları süresiz dönüşümsüz açlık grevidir. Tarihte en belirgin açlık grevi eylemlerinden biri Hintli lider Mahatma Gandhi tarafından yapılmıştır. Gandhi, 1930-1940 yılları arasında Hindistan’da yaşanan ulusal ihlallere ve siyasi gerilimlere dikkat çekmek için açlık grevine girmiştir. Siyasi konjontürü değiştirmeye çalışmıştır.
 
Avrupa ve Filistin’de açlık grevleri

Avrupa’da son açlık grevleri, 2008, 2010, 2011 ve 2012 yıllarında yapılmıştır.
1 Ağustos 2008 tarihinde Almanya genelinde 49 cezaevinde, toplam 550 tutuklu, yaşadıkları taciz ve ağır cezaevi koşullarına dikkat çekmek amacıyla bir haftalık açlık grevine girdi. Tutukluların bu eylemine dayanışma amaçlı destekleri ile yanıt verilmişti. Başta Belçika, Fransa, Hollanda, İsviçre ve İspanya olmak üzere çok sayıda ülkede tutuklular, da bir haftalık gıda almayı reddederek açlık grevine katıldı. 
2010 yılında Almanya’nın Augsburg kentinde dört ayrı mülteci kampında toplu açlık grevi yapıldı. Dört ayrı mülteci kampında toplam 400 mülteci bu greve katılarak, yaşanması mümkün olmayan koşullara, hareket etmelerinin kısıtlanmasına, para yerine yemek alma kuponlarına karşı bu şekilde protesto eylemi yaptı. 
2011 yılında ise Almanya’nın Celle kentinde gençlik cezaevinde (Jugendvollzugsanstalt JVA) özel tecrit koşullarında (Sicherheitsverwahrung) bulunan 5 tutuklu, tecrit durumuna karşı protesto amacıyla toplam 37 günlük açlık grevine girdi. Protestonun temel dayanağı ise Mayıs 2011’de Federal Yasa Mahkemesi’nin vemiş olduğu karara dayanıyor. Bu karara göre cezaevinde tecrit olmaması gerektiği vurgulanıyor.

Kürtlerin Strasbourg’taki iki eylemi

1 Mart 2012’de Fransa’nın Strasbourg kentinde başlayıp tam 52 gün süren süresiz-dönüşümsüz açlık grevinin ise Avrupa’da Kürtler açısından çok önemli bir yeri vardır. 15 Kürdistanlı’nın, dış kamuoyunun dikkatini Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın üzerindeki tecrit koşullarına dikkat çekmek için yaptığı açlık grevi, Avrupa’daki ilgili kurumların tecridin sona erdirilmesi yönünde çaba harcayacaklarını belirtmeleri üzerine sona erdirilmişti. 
Öcalan üzerindeki tecride karşı aynı kentte 11 Nisan 2007’de 18 Kürt’ün başlattığı süresiz-dönüşümsüz açlık grevi ise 39 gününde son bulmuştu.
Avrupa Konseyi yetkililerinden alınan sözün ardından eylem sona erdirilmişti. Bu eylemden kısa bir süre sonra CPT heyeti Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın tutulduğu İmralı adasına bir heyet göndermişti.

1600 tutuklu açlık grevine girdi 

Bu arada 17 Nisan 2012 tarihinde İsrail cezaevlerinde büyük ve kapsamlı bir açlık grevi organize edildi. Greve toplam bin 600 Filistinli tutuklu katıldı. Bu rakkam, İsrail cezaevlerinde bulunan 4 bin 500 tutuklunun üçte biri demekti. 
Tutsakların talepleri şunlardı: Tutukluluk koşulların değişmesi, aile ziyareti kısıtlamalarının kaldırılması, eğitim imkanlarının sağlanması, tecridin kaldırılması, herhangi bir dava açılmadan süresiz tutukluluğa imkan veren uygulamaların kaldırılması. 
Filistinli tutsakların taleplerinin kabul edilmesiyle açlık grevi sona erdi. Taraflar arasındaki anlaşma Mısırlı yetkililerin arabuluculuğunda, Batı Şeria’daki Filistinli yetkililer, militan liderleri ve mahkum temsilcilerinin katıldığı 5-6 gün süren görüşmelerin ardından sağlandı. Grev, 70 gün sürdü.
 
Wernicke-Korsakoff Sendromu

 Açlık grevlerin en ağır sonuçları arasında Wernicke-Korsakoff Sendromu bulunuyor. Wernicke-Korsakoff Sendromu en ağır nörolojik hastalıklardan biridir. Bu sendrom sonucunda öğrenme ve hafızada tutma foksiyonlarının tümden zarar görebiliyor. Bununla beraber en ağır ve ömür boyu taşınan bir sendromdur.
Alman kökenli psikiyatrist ve nörolog Carl Wernicke ve Rus kökenli psikiyatrist ve nörolog Sergei Korsakoff isimli hekimlerin teşhis koydukları hastalıklar sonucunda iki hastalığının birleşmesi sonucunda ortaya çıkan Wernicke-Korsakoff-sendromu, nokta şeklinde kanama ve endotel hücrelerinin proliferasyonu (Hücrelerin kontrolsüz çoğalıp sayısını arttırması) ile başlar.
Merkezi sinir sisteminin zarar görmesi sonucundaki bu sendromun ikinci hastalık aşamasında etrograd amnezi ve anterograd amnezi gerçekleşir. Bu amnezi tarzlarında ne yeni bir hafıza kayıdı mümkündür (anterograd amnezi (Anterograde Amnesie) ne de geçmişte kaydedilmiş bir hafıza birimini bilince çıkarmak mümkündür.
Amnezi yanı hafıza kaybı ve bunun yanında oryentasyon kaybı genelde Hipotalamus (Zwischenhirn) ile Limbik Sistem (Limbisches System) arasından bulunan beyin hücrelerinin ölmesi sonucunda oluşmaktadır.
Hafıza bozukluluğunu oluşturan bu sendromun diğer bir aşama ise konfabulasyonlar (Konfabulation), yani hayal olayları/gerçekdışı olaylar ile hafıza boşlukları doldurma.
Bu sendromu yaratan temel nedenlerden biri açlık grevi esnasında Tiamin (Thyamin) yani B1 vitamini eksikliğidir.
Wernicke-Korsakoff Sendromu, ilk kez 1887 yılında kronik alkol bağımlı olanlarda tespit edilmişti.  
Sendromu ağırlaştıran boyutu ise hastanın hiç bir şekilde çevresel veya zaman dengesini bulabilmesi sonucunda ömür boyu bakıma ve yönlendirmeye muhtaç olmasıdır.
Konuya ilişkin (Nükleer Savaşın Önlenmesi için Uluslararası Doktorların Almanya Seksyonu/ Sosyal Sorumlulukta olan Doktorlar Kurumu (IPPNW) Sözcüsü ve aynı zamanda doktor olan Christa Blum ile görüştük. 
Dr.Christa Blum, izleme heyeti olarak Türkiye cezaevlerine giderek, yaşam ve cezaevi koşulları üzerinde incelemelerde bulunmuştu. 
 
Sayın Blum kendiniz doktorsunuz ve uzun dönemdir neredeyse her yıl Türkiye’ye IPPNW, Medinetz ve benzeri izleme heyeti olarak gezilerinde yer alıyorsunuz. Son olarak bu yıl da heyet olarak cezaevlerini ziyaret ettiniz. Konuya ilişkin görüşlerinizi belirte bilir misiniz?

Düzenli olarak IPPNW adına inceleme ve izleme grubu olarak Türkiye’ye gidiyoruz. Aramızda tıp doktorları, jinekologlar, çocuk doktorları, papazlar, tıp öğrecileri, avukatlar ve dosyal hizmet öğrencileri bulunmaktadır.
Son gidişimizde bizleri derinden etkileyen konulardan birisi cezaevlerindeki çocuklar oldu. 12 ila 16 yaş arasında yüzlerce çocuklar bir yürüyüşe katıldıkları için, zafer işareti yaptıkları için, polislere taş attıkları için veya yanlış bir zamanda yanlış bir yerde göründükleri için uzun yıllar hapis cezasına almışlar. İnsan hakları kuruluşlarından aldığımız bilgilere göre bu çocuklar tutuklandıkları sırada yoğun şekilde fiziki şiddet görmüşler. Bu çocuklar, ‘Terörle Mücadele Yasası’ gereğince yargılanıyorlar. Çocuk yetişkinler hukukuna göre yargılanıyor. Bakımsız, okul eğitimi alamadan cezaevlerinde tutuluyorlar. Cezaevleri ailelerin oturdukları kentlere çok uzak oldukları için onları sık sık ziyaret edemiyorlar ve yoğun masraflar yaparak çocuklarını ziyaret edebiliyorlar. Bu çocuklar cezaevlerinde çıksalar bile ardından okula gitmeleri yasaktır.

Türkiye’de 3 bine yakın tutuklu çocuk olduğu belirtiliyor. Bu yönteme başvurmakla devlet neyi amaçlıyor?

Bu çocukların yanında Türkiye cezaevlerinde binlerce yetişkin tutuklu vardır. Bunların çoğu tutuklu olarak aylardır duruşmalarının başlamasını bekliyorlar. Diğer bir kısmın duruşlamarı her defasında sudan gerekçeler ile erteleniyor. Bu tutuklular arasında Kürt halkının fertleri yoğunlukta bulunmaktadır. Bu tutuklamalar son yıllarda daha da endişe veren büyük bir artış göstermiştir. Tutuklular içeride duruşmalarını beklerlerken, eşleri, anneler, babalar, aileler dışarıda kapı önünde günler sayıyorlar. Delegasyonumuz birçok Kürt annesi ile tanıştı, konuştu, dertleşti. 
Fakat boyutlar deyişti... Artık bireylerin tutuklanması değil, artık toplu tutuklamalar vardır ve insanların böyle gözü korkutuluyor. Cezaevlerinde bulunan tutuklular yoğun baskı altında ve bir o kadar da izole edilmiş şekilde pasifleştirilmek isteniyorlar. İradenin kırılması, bedenin kırılması ve yaşama ilgisinin kırılması demektir. Fakat anlaşılan son gelişmelere göre tutuklular açlıkla direniyorlar.
 
10 bin tutsağın katıldığı bir açlık grevi direnişi var. Tutsaklar için risk sınırı her geçen gün daha da ağırlaşıyor. Açlık grevlerinin yarattığı bedensel zararlar da var. Wernicke-Korsakoff Sendromu hakkında bilgi verebilir misiniz?

Evet. Şahsen kendim bu Wernicke-Korsakoff Sendromunu ilk kez, Türkiye ziyaretlerimden birinde duymuştum. Türkiye’nin Doğu bölgesini ziyaret eden IPPNW’nin doktorlar heyetinde yer almıştım. Ziyaretimiz esnasında beni derinden etkileyen bir olay ile karşılaşmıştım. İHD İstanbul Şubesi’ne de gitmiştik. Orada merdiven çıkarken büyük bir zorluklar ayakta duran 40 yaşında bir adamı gördüm. Tedirgin ve dikkatli bir şekilde adım atarken zorlanıyordu. O, 2000 yılında açlık grevine katılanlardan biriydi ve bu grevden ağır yaralı olarak çıkmıştı. Bu olay beni derinden etkilediği kadar düşündürdü. Merakım araştırmalara yol açtı ve araştırdım.
 
Ağır bir yaşam koşulu olsa gerek…

Bence o insanlardan başka hiç kimse işkence ve tutuklu bulunmanın bedeni ve ruhu nasıl ağır derecede zedelediğini bilemez. Hayatının on yılını sadist şiddeti, hukuksuzluğun ve toptan bağımlılığın altında ezilmeyi ve dayanmayı… Ve sadece onlar anlayabilirler… Dayanmanın nasıl bir sınırının olduğunu ve açlık grevini tek çare olarak görmeyi onlardan başka hiç kimse anlayamaz. Bu karar ağır bir karardır ve bu kararı vermek ağır sonuçlar alabilmekte.
 
Açlık grevinin en yaygın sonuçları arasında Wernicke-Korsakoff Sendromu olsa gerek.

Evet doğrudur. Wernicke-Korsakoff Sendromu aslında içki bağımlılığından tanınmış bir sendromdur. Bu sendrom ağır bir sendromdur. Ağır nörolojik zararları sonuç olarak ortaya çıkaran bir sendromdur. Bunun en temel zaafı Vitamin B1’nin azalmasıdır. B1’in insan vücudunda azalması sonucunda beynin zarar görmesi, hareket koordinasyonunun bozulması, bedende hareket sisteminin bozulması ve kaşların foksiyon dışı kalmasıdır. Göz kasları bile fonksiyon dışı kalıyor. Yani resmen hareketsiz kalma riski vardır. Eliniz kolunuz bağlı gibi yaşıyor, ne yaptığınızın bilincinden olmuyorsunuz. Reşit olmayan bir çocuktan daha mağdur, çocuksu bir dünya içine düşer gibi hayaller ve fantaziler içinde yaşamadan sadece nefes alıp veriyorsunuz.
 
Göz fonksiyonu da etkinleniyor. Bu fonksiyon ise nasıl belirginleşiyor?

Göz foksiyonları yok olması ile beraberinde çift görüntü yani bir görüntüyü çift görme gibi, süreklı başdönmesi gibi, yürümede bozukluğun oluşması, yönleri kaybetme gibi, hatta aşırı açlık grevi sonucunda bayılma, hatta komaya düşme riskleri çok açıktır.
Bu risklerin yanında uzun vadeli olan en belirgin zarar ise Wernicke-Korsakoff’un amnesie sendromudur, yani hatırlamama sendromu. Kimileri geçmişi, sendrom öncesini unutur, kimileri ise daha ağır bir boyutunu yaşayarak yeni yaşadıklarını bir kaç dakika sonra tekrar unutuyor. Ve hal böyle olunca, yeni bilgi kazanma donatma zor, kimi zaman hatta imkansız oluyor.
 
Anlatımlarınız endişelendiriyor...

Konu anlaşıldığı gibi çok vahimdir. Açlık grevin hiç biri zararsız değildir. Mutlaka her bir açlık grevin sonucunda sağlık açısından vahim zararlar oluşmakta... Bunu bilmek gerekir. Bunu sadece bir doktor olarak söylemiyorum. Bunu bir insan olarak söylüyorum. Açlık grevini şahsen desteklemem mümkün değildir. Bunu çok açık söylüyorum.
Ancak tek direniş yolu olarak görünen bu açlık grevleri sadece Kürtler arasında değil, Türkiye’de yaşayan tüm halklar açısından önemli bir boyut almıştır. Umarım bu grevler en kısa sürede sonuçlanır ve talep edilenler Türkiye hükümeti tarafından onaylanır. İnsan hayatı önemli bir değerdir. İnsanlar yaşamalılar. İnsanlar ölmesinler.


NİHAL BAYRAM/MAINZ

YENİ ÖZGÜR POLİTİKA


 

Açlık grevi direnişin sembolüdür
2012-11-10 10:07:08
Yazdir

Dr.Christa Blum (IPPNW sözcüsü): “Tek direniş yolu olarak görünen bu açlık grevleri sadece Kürtler arasında değil, Türkiye’de yaşayan tüm halklar açısından önemli bir boyut almıştır. Umarım bu grevler en kısa sürede sonuçlanır ve talep edilenler Türkiye hükümeti tarafından onaylanır. İnsan hayatı önemli bir değerdir. İnsanlar yaşamalılar.”

Açlık grevi, insanın en önemli direniş yöntemlerinden biridir. Pasif ancak oldukça etkili bir direniş yöntemidir. Birey, grevdeyken beslenmeyi reddeder. Bilinçli olarak, ölümü bile göze alarak bir olaya, tutuma ve ihlale karşı dikkat çeker, bedensel bir direniş ortaya koyar.
Bilim insanlarının açıklamalarına göre bir insanın gıdayı reddetmesine rağmen sağlıklı kalması, normal şartlar altında üç hafta, en fazla dört hafta mümkündür. Fakat dört haftayı geçen her açlık grevinin, bedensel zararlar bırakma olasılığı yüksektir. Dünyada çok sayıda açlık grevi eylemi yapılmıştır, ancak en kitlesel açlık grevi ise 12 Eylül'de Kürt tutsakların başlattıkları süresiz dönüşümsüz açlık grevidir. Tarihte en belirgin açlık grevi eylemlerinden biri Hintli lider Mahatma Gandhi tarafından yapılmıştır. Gandhi, 1930-1940 yılları arasında Hindistan’da yaşanan ulusal ihlallere ve siyasi gerilimlere dikkat çekmek için açlık grevine girmiştir. Siyasi konjontürü değiştirmeye çalışmıştır.
 
Avrupa ve Filistin’de açlık grevleri

Avrupa’da son açlık grevleri, 2008, 2010, 2011 ve 2012 yıllarında yapılmıştır.
1 Ağustos 2008 tarihinde Almanya genelinde 49 cezaevinde, toplam 550 tutuklu, yaşadıkları taciz ve ağır cezaevi koşullarına dikkat çekmek amacıyla bir haftalık açlık grevine girdi. Tutukluların bu eylemine dayanışma amaçlı destekleri ile yanıt verilmişti. Başta Belçika, Fransa, Hollanda, İsviçre ve İspanya olmak üzere çok sayıda ülkede tutuklular, da bir haftalık gıda almayı reddederek açlık grevine katıldı. 
2010 yılında Almanya’nın Augsburg kentinde dört ayrı mülteci kampında toplu açlık grevi yapıldı. Dört ayrı mülteci kampında toplam 400 mülteci bu greve katılarak, yaşanması mümkün olmayan koşullara, hareket etmelerinin kısıtlanmasına, para yerine yemek alma kuponlarına karşı bu şekilde protesto eylemi yaptı. 
2011 yılında ise Almanya’nın Celle kentinde gençlik cezaevinde (Jugendvollzugsanstalt JVA) özel tecrit koşullarında (Sicherheitsverwahrung) bulunan 5 tutuklu, tecrit durumuna karşı protesto amacıyla toplam 37 günlük açlık grevine girdi. Protestonun temel dayanağı ise Mayıs 2011’de Federal Yasa Mahkemesi’nin vemiş olduğu karara dayanıyor. Bu karara göre cezaevinde tecrit olmaması gerektiği vurgulanıyor.

Kürtlerin Strasbourg’taki iki eylemi

1 Mart 2012’de Fransa’nın Strasbourg kentinde başlayıp tam 52 gün süren süresiz-dönüşümsüz açlık grevinin ise Avrupa’da Kürtler açısından çok önemli bir yeri vardır. 15 Kürdistanlı’nın, dış kamuoyunun dikkatini Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın üzerindeki tecrit koşullarına dikkat çekmek için yaptığı açlık grevi, Avrupa’daki ilgili kurumların tecridin sona erdirilmesi yönünde çaba harcayacaklarını belirtmeleri üzerine sona erdirilmişti. 
Öcalan üzerindeki tecride karşı aynı kentte 11 Nisan 2007’de 18 Kürt’ün başlattığı süresiz-dönüşümsüz açlık grevi ise 39 gününde son bulmuştu.
Avrupa Konseyi yetkililerinden alınan sözün ardından eylem sona erdirilmişti. Bu eylemden kısa bir süre sonra CPT heyeti Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın tutulduğu İmralı adasına bir heyet göndermişti.

1600 tutuklu açlık grevine girdi 

Bu arada 17 Nisan 2012 tarihinde İsrail cezaevlerinde büyük ve kapsamlı bir açlık grevi organize edildi. Greve toplam bin 600 Filistinli tutuklu katıldı. Bu rakkam, İsrail cezaevlerinde bulunan 4 bin 500 tutuklunun üçte biri demekti. 
Tutsakların talepleri şunlardı: Tutukluluk koşulların değişmesi, aile ziyareti kısıtlamalarının kaldırılması, eğitim imkanlarının sağlanması, tecridin kaldırılması, herhangi bir dava açılmadan süresiz tutukluluğa imkan veren uygulamaların kaldırılması. 
Filistinli tutsakların taleplerinin kabul edilmesiyle açlık grevi sona erdi. Taraflar arasındaki anlaşma Mısırlı yetkililerin arabuluculuğunda, Batı Şeria’daki Filistinli yetkililer, militan liderleri ve mahkum temsilcilerinin katıldığı 5-6 gün süren görüşmelerin ardından sağlandı. Grev, 70 gün sürdü.
 
Wernicke-Korsakoff Sendromu

 Açlık grevlerin en ağır sonuçları arasında Wernicke-Korsakoff Sendromu bulunuyor. Wernicke-Korsakoff Sendromu en ağır nörolojik hastalıklardan biridir. Bu sendrom sonucunda öğrenme ve hafızada tutma foksiyonlarının tümden zarar görebiliyor. Bununla beraber en ağır ve ömür boyu taşınan bir sendromdur.
Alman kökenli psikiyatrist ve nörolog Carl Wernicke ve Rus kökenli psikiyatrist ve nörolog Sergei Korsakoff isimli hekimlerin teşhis koydukları hastalıklar sonucunda iki hastalığının birleşmesi sonucunda ortaya çıkan Wernicke-Korsakoff-sendromu, nokta şeklinde kanama ve endotel hücrelerinin proliferasyonu (Hücrelerin kontrolsüz çoğalıp sayısını arttırması) ile başlar.
Merkezi sinir sisteminin zarar görmesi sonucundaki bu sendromun ikinci hastalık aşamasında etrograd amnezi ve anterograd amnezi gerçekleşir. Bu amnezi tarzlarında ne yeni bir hafıza kayıdı mümkündür (anterograd amnezi (Anterograde Amnesie) ne de geçmişte kaydedilmiş bir hafıza birimini bilince çıkarmak mümkündür.
Amnezi yanı hafıza kaybı ve bunun yanında oryentasyon kaybı genelde Hipotalamus (Zwischenhirn) ile Limbik Sistem (Limbisches System) arasından bulunan beyin hücrelerinin ölmesi sonucunda oluşmaktadır.
Hafıza bozukluluğunu oluşturan bu sendromun diğer bir aşama ise konfabulasyonlar (Konfabulation), yani hayal olayları/gerçekdışı olaylar ile hafıza boşlukları doldurma.
Bu sendromu yaratan temel nedenlerden biri açlık grevi esnasında Tiamin (Thyamin) yani B1 vitamini eksikliğidir.
Wernicke-Korsakoff Sendromu, ilk kez 1887 yılında kronik alkol bağımlı olanlarda tespit edilmişti.  
Sendromu ağırlaştıran boyutu ise hastanın hiç bir şekilde çevresel veya zaman dengesini bulabilmesi sonucunda ömür boyu bakıma ve yönlendirmeye muhtaç olmasıdır.
Konuya ilişkin (Nükleer Savaşın Önlenmesi için Uluslararası Doktorların Almanya Seksyonu/ Sosyal Sorumlulukta olan Doktorlar Kurumu (IPPNW) Sözcüsü ve aynı zamanda doktor olan Christa Blum ile görüştük. 
Dr.Christa Blum, izleme heyeti olarak Türkiye cezaevlerine giderek, yaşam ve cezaevi koşulları üzerinde incelemelerde bulunmuştu. 
 
Sayın Blum kendiniz doktorsunuz ve uzun dönemdir neredeyse her yıl Türkiye’ye IPPNW, Medinetz ve benzeri izleme heyeti olarak gezilerinde yer alıyorsunuz. Son olarak bu yıl da heyet olarak cezaevlerini ziyaret ettiniz. Konuya ilişkin görüşlerinizi belirte bilir misiniz?

Düzenli olarak IPPNW adına inceleme ve izleme grubu olarak Türkiye’ye gidiyoruz. Aramızda tıp doktorları, jinekologlar, çocuk doktorları, papazlar, tıp öğrecileri, avukatlar ve dosyal hizmet öğrencileri bulunmaktadır.
Son gidişimizde bizleri derinden etkileyen konulardan birisi cezaevlerindeki çocuklar oldu. 12 ila 16 yaş arasında yüzlerce çocuklar bir yürüyüşe katıldıkları için, zafer işareti yaptıkları için, polislere taş attıkları için veya yanlış bir zamanda yanlış bir yerde göründükleri için uzun yıllar hapis cezasına almışlar. İnsan hakları kuruluşlarından aldığımız bilgilere göre bu çocuklar tutuklandıkları sırada yoğun şekilde fiziki şiddet görmüşler. Bu çocuklar, ‘Terörle Mücadele Yasası’ gereğince yargılanıyorlar. Çocuk yetişkinler hukukuna göre yargılanıyor. Bakımsız, okul eğitimi alamadan cezaevlerinde tutuluyorlar. Cezaevleri ailelerin oturdukları kentlere çok uzak oldukları için onları sık sık ziyaret edemiyorlar ve yoğun masraflar yaparak çocuklarını ziyaret edebiliyorlar. Bu çocuklar cezaevlerinde çıksalar bile ardından okula gitmeleri yasaktır.

Türkiye’de 3 bine yakın tutuklu çocuk olduğu belirtiliyor. Bu yönteme başvurmakla devlet neyi amaçlıyor?

Bu çocukların yanında Türkiye cezaevlerinde binlerce yetişkin tutuklu vardır. Bunların çoğu tutuklu olarak aylardır duruşmalarının başlamasını bekliyorlar. Diğer bir kısmın duruşlamarı her defasında sudan gerekçeler ile erteleniyor. Bu tutuklular arasında Kürt halkının fertleri yoğunlukta bulunmaktadır. Bu tutuklamalar son yıllarda daha da endişe veren büyük bir artış göstermiştir. Tutuklular içeride duruşmalarını beklerlerken, eşleri, anneler, babalar, aileler dışarıda kapı önünde günler sayıyorlar. Delegasyonumuz birçok Kürt annesi ile tanıştı, konuştu, dertleşti. 
Fakat boyutlar deyişti... Artık bireylerin tutuklanması değil, artık toplu tutuklamalar vardır ve insanların böyle gözü korkutuluyor. Cezaevlerinde bulunan tutuklular yoğun baskı altında ve bir o kadar da izole edilmiş şekilde pasifleştirilmek isteniyorlar. İradenin kırılması, bedenin kırılması ve yaşama ilgisinin kırılması demektir. Fakat anlaşılan son gelişmelere göre tutuklular açlıkla direniyorlar.
 
10 bin tutsağın katıldığı bir açlık grevi direnişi var. Tutsaklar için risk sınırı her geçen gün daha da ağırlaşıyor. Açlık grevlerinin yarattığı bedensel zararlar da var. Wernicke-Korsakoff Sendromu hakkında bilgi verebilir misiniz?

Evet. Şahsen kendim bu Wernicke-Korsakoff Sendromunu ilk kez, Türkiye ziyaretlerimden birinde duymuştum. Türkiye’nin Doğu bölgesini ziyaret eden IPPNW’nin doktorlar heyetinde yer almıştım. Ziyaretimiz esnasında beni derinden etkileyen bir olay ile karşılaşmıştım. İHD İstanbul Şubesi’ne de gitmiştik. Orada merdiven çıkarken büyük bir zorluklar ayakta duran 40 yaşında bir adamı gördüm. Tedirgin ve dikkatli bir şekilde adım atarken zorlanıyordu. O, 2000 yılında açlık grevine katılanlardan biriydi ve bu grevden ağır yaralı olarak çıkmıştı. Bu olay beni derinden etkilediği kadar düşündürdü. Merakım araştırmalara yol açtı ve araştırdım.
 
Ağır bir yaşam koşulu olsa gerek…

Bence o insanlardan başka hiç kimse işkence ve tutuklu bulunmanın bedeni ve ruhu nasıl ağır derecede zedelediğini bilemez. Hayatının on yılını sadist şiddeti, hukuksuzluğun ve toptan bağımlılığın altında ezilmeyi ve dayanmayı… Ve sadece onlar anlayabilirler… Dayanmanın nasıl bir sınırının olduğunu ve açlık grevini tek çare olarak görmeyi onlardan başka hiç kimse anlayamaz. Bu karar ağır bir karardır ve bu kararı vermek ağır sonuçlar alabilmekte.
 
Açlık grevinin en yaygın sonuçları arasında Wernicke-Korsakoff Sendromu olsa gerek.

Evet doğrudur. Wernicke-Korsakoff Sendromu aslında içki bağımlılığından tanınmış bir sendromdur. Bu sendrom ağır bir sendromdur. Ağır nörolojik zararları sonuç olarak ortaya çıkaran bir sendromdur. Bunun en temel zaafı Vitamin B1’nin azalmasıdır. B1’in insan vücudunda azalması sonucunda beynin zarar görmesi, hareket koordinasyonunun bozulması, bedende hareket sisteminin bozulması ve kaşların foksiyon dışı kalmasıdır. Göz kasları bile fonksiyon dışı kalıyor. Yani resmen hareketsiz kalma riski vardır. Eliniz kolunuz bağlı gibi yaşıyor, ne yaptığınızın bilincinden olmuyorsunuz. Reşit olmayan bir çocuktan daha mağdur, çocuksu bir dünya içine düşer gibi hayaller ve fantaziler içinde yaşamadan sadece nefes alıp veriyorsunuz.
 
Göz fonksiyonu da etkinleniyor. Bu fonksiyon ise nasıl belirginleşiyor?

Göz foksiyonları yok olması ile beraberinde çift görüntü yani bir görüntüyü çift görme gibi, süreklı başdönmesi gibi, yürümede bozukluğun oluşması, yönleri kaybetme gibi, hatta aşırı açlık grevi sonucunda bayılma, hatta komaya düşme riskleri çok açıktır.
Bu risklerin yanında uzun vadeli olan en belirgin zarar ise Wernicke-Korsakoff’un amnesie sendromudur, yani hatırlamama sendromu. Kimileri geçmişi, sendrom öncesini unutur, kimileri ise daha ağır bir boyutunu yaşayarak yeni yaşadıklarını bir kaç dakika sonra tekrar unutuyor. Ve hal böyle olunca, yeni bilgi kazanma donatma zor, kimi zaman hatta imkansız oluyor.
 
Anlatımlarınız endişelendiriyor...

Konu anlaşıldığı gibi çok vahimdir. Açlık grevin hiç biri zararsız değildir. Mutlaka her bir açlık grevin sonucunda sağlık açısından vahim zararlar oluşmakta... Bunu bilmek gerekir. Bunu sadece bir doktor olarak söylemiyorum. Bunu bir insan olarak söylüyorum. Açlık grevini şahsen desteklemem mümkün değildir. Bunu çok açık söylüyorum.
Ancak tek direniş yolu olarak görünen bu açlık grevleri sadece Kürtler arasında değil, Türkiye’de yaşayan tüm halklar açısından önemli bir boyut almıştır. Umarım bu grevler en kısa sürede sonuçlanır ve talep edilenler Türkiye hükümeti tarafından onaylanır. İnsan hayatı önemli bir değerdir. İnsanlar yaşamalılar. İnsanlar ölmesinler.


NİHAL BAYRAM/MAINZ

YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

- See more at: http://www.firathaberajansi.org/haber/19822/aclik-grevi-direnisin-semboludur.anf#sthash.5LV2sVMc.dpuf
Açlık grevi direnişin sembolüdür
2012-11-10 10:07:08
Yazdir

Dr.Christa Blum (IPPNW sözcüsü): “Tek direniş yolu olarak görünen bu açlık grevleri sadece Kürtler arasında değil, Türkiye’de yaşayan tüm halklar açısından önemli bir boyut almıştır. Umarım bu grevler en kısa sürede sonuçlanır ve talep edilenler Türkiye hükümeti tarafından onaylanır. İnsan hayatı önemli bir değerdir. İnsanlar yaşamalılar.”

Açlık grevi, insanın en önemli direniş yöntemlerinden biridir. Pasif ancak oldukça etkili bir direniş yöntemidir. Birey, grevdeyken beslenmeyi reddeder. Bilinçli olarak, ölümü bile göze alarak bir olaya, tutuma ve ihlale karşı dikkat çeker, bedensel bir direniş ortaya koyar.
Bilim insanlarının açıklamalarına göre bir insanın gıdayı reddetmesine rağmen sağlıklı kalması, normal şartlar altında üç hafta, en fazla dört hafta mümkündür. Fakat dört haftayı geçen her açlık grevinin, bedensel zararlar bırakma olasılığı yüksektir. Dünyada çok sayıda açlık grevi eylemi yapılmıştır, ancak en kitlesel açlık grevi ise 12 Eylül'de Kürt tutsakların başlattıkları süresiz dönüşümsüz açlık grevidir. Tarihte en belirgin açlık grevi eylemlerinden biri Hintli lider Mahatma Gandhi tarafından yapılmıştır. Gandhi, 1930-1940 yılları arasında Hindistan’da yaşanan ulusal ihlallere ve siyasi gerilimlere dikkat çekmek için açlık grevine girmiştir. Siyasi konjontürü değiştirmeye çalışmıştır.
 
Avrupa ve Filistin’de açlık grevleri

Avrupa’da son açlık grevleri, 2008, 2010, 2011 ve 2012 yıllarında yapılmıştır.
1 Ağustos 2008 tarihinde Almanya genelinde 49 cezaevinde, toplam 550 tutuklu, yaşadıkları taciz ve ağır cezaevi koşullarına dikkat çekmek amacıyla bir haftalık açlık grevine girdi. Tutukluların bu eylemine dayanışma amaçlı destekleri ile yanıt verilmişti. Başta Belçika, Fransa, Hollanda, İsviçre ve İspanya olmak üzere çok sayıda ülkede tutuklular, da bir haftalık gıda almayı reddederek açlık grevine katıldı. 
2010 yılında Almanya’nın Augsburg kentinde dört ayrı mülteci kampında toplu açlık grevi yapıldı. Dört ayrı mülteci kampında toplam 400 mülteci bu greve katılarak, yaşanması mümkün olmayan koşullara, hareket etmelerinin kısıtlanmasına, para yerine yemek alma kuponlarına karşı bu şekilde protesto eylemi yaptı. 
2011 yılında ise Almanya’nın Celle kentinde gençlik cezaevinde (Jugendvollzugsanstalt JVA) özel tecrit koşullarında (Sicherheitsverwahrung) bulunan 5 tutuklu, tecrit durumuna karşı protesto amacıyla toplam 37 günlük açlık grevine girdi. Protestonun temel dayanağı ise Mayıs 2011’de Federal Yasa Mahkemesi’nin vemiş olduğu karara dayanıyor. Bu karara göre cezaevinde tecrit olmaması gerektiği vurgulanıyor.

Kürtlerin Strasbourg’taki iki eylemi

1 Mart 2012’de Fransa’nın Strasbourg kentinde başlayıp tam 52 gün süren süresiz-dönüşümsüz açlık grevinin ise Avrupa’da Kürtler açısından çok önemli bir yeri vardır. 15 Kürdistanlı’nın, dış kamuoyunun dikkatini Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın üzerindeki tecrit koşullarına dikkat çekmek için yaptığı açlık grevi, Avrupa’daki ilgili kurumların tecridin sona erdirilmesi yönünde çaba harcayacaklarını belirtmeleri üzerine sona erdirilmişti. 
Öcalan üzerindeki tecride karşı aynı kentte 11 Nisan 2007’de 18 Kürt’ün başlattığı süresiz-dönüşümsüz açlık grevi ise 39 gününde son bulmuştu.
Avrupa Konseyi yetkililerinden alınan sözün ardından eylem sona erdirilmişti. Bu eylemden kısa bir süre sonra CPT heyeti Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın tutulduğu İmralı adasına bir heyet göndermişti.

1600 tutuklu açlık grevine girdi 

Bu arada 17 Nisan 2012 tarihinde İsrail cezaevlerinde büyük ve kapsamlı bir açlık grevi organize edildi. Greve toplam bin 600 Filistinli tutuklu katıldı. Bu rakkam, İsrail cezaevlerinde bulunan 4 bin 500 tutuklunun üçte biri demekti. 
Tutsakların talepleri şunlardı: Tutukluluk koşulların değişmesi, aile ziyareti kısıtlamalarının kaldırılması, eğitim imkanlarının sağlanması, tecridin kaldırılması, herhangi bir dava açılmadan süresiz tutukluluğa imkan veren uygulamaların kaldırılması. 
Filistinli tutsakların taleplerinin kabul edilmesiyle açlık grevi sona erdi. Taraflar arasındaki anlaşma Mısırlı yetkililerin arabuluculuğunda, Batı Şeria’daki Filistinli yetkililer, militan liderleri ve mahkum temsilcilerinin katıldığı 5-6 gün süren görüşmelerin ardından sağlandı. Grev, 70 gün sürdü.
 
Wernicke-Korsakoff Sendromu

 Açlık grevlerin en ağır sonuçları arasında Wernicke-Korsakoff Sendromu bulunuyor. Wernicke-Korsakoff Sendromu en ağır nörolojik hastalıklardan biridir. Bu sendrom sonucunda öğrenme ve hafızada tutma foksiyonlarının tümden zarar görebiliyor. Bununla beraber en ağır ve ömür boyu taşınan bir sendromdur.
Alman kökenli psikiyatrist ve nörolog Carl Wernicke ve Rus kökenli psikiyatrist ve nörolog Sergei Korsakoff isimli hekimlerin teşhis koydukları hastalıklar sonucunda iki hastalığının birleşmesi sonucunda ortaya çıkan Wernicke-Korsakoff-sendromu, nokta şeklinde kanama ve endotel hücrelerinin proliferasyonu (Hücrelerin kontrolsüz çoğalıp sayısını arttırması) ile başlar.
Merkezi sinir sisteminin zarar görmesi sonucundaki bu sendromun ikinci hastalık aşamasında etrograd amnezi ve anterograd amnezi gerçekleşir. Bu amnezi tarzlarında ne yeni bir hafıza kayıdı mümkündür (anterograd amnezi (Anterograde Amnesie) ne de geçmişte kaydedilmiş bir hafıza birimini bilince çıkarmak mümkündür.
Amnezi yanı hafıza kaybı ve bunun yanında oryentasyon kaybı genelde Hipotalamus (Zwischenhirn) ile Limbik Sistem (Limbisches System) arasından bulunan beyin hücrelerinin ölmesi sonucunda oluşmaktadır.
Hafıza bozukluluğunu oluşturan bu sendromun diğer bir aşama ise konfabulasyonlar (Konfabulation), yani hayal olayları/gerçekdışı olaylar ile hafıza boşlukları doldurma.
Bu sendromu yaratan temel nedenlerden biri açlık grevi esnasında Tiamin (Thyamin) yani B1 vitamini eksikliğidir.
Wernicke-Korsakoff Sendromu, ilk kez 1887 yılında kronik alkol bağımlı olanlarda tespit edilmişti.  
Sendromu ağırlaştıran boyutu ise hastanın hiç bir şekilde çevresel veya zaman dengesini bulabilmesi sonucunda ömür boyu bakıma ve yönlendirmeye muhtaç olmasıdır.
Konuya ilişkin (Nükleer Savaşın Önlenmesi için Uluslararası Doktorların Almanya Seksyonu/ Sosyal Sorumlulukta olan Doktorlar Kurumu (IPPNW) Sözcüsü ve aynı zamanda doktor olan Christa Blum ile görüştük. 
Dr.Christa Blum, izleme heyeti olarak Türkiye cezaevlerine giderek, yaşam ve cezaevi koşulları üzerinde incelemelerde bulunmuştu. 
 
Sayın Blum kendiniz doktorsunuz ve uzun dönemdir neredeyse her yıl Türkiye’ye IPPNW, Medinetz ve benzeri izleme heyeti olarak gezilerinde yer alıyorsunuz. Son olarak bu yıl da heyet olarak cezaevlerini ziyaret ettiniz. Konuya ilişkin görüşlerinizi belirte bilir misiniz?

Düzenli olarak IPPNW adına inceleme ve izleme grubu olarak Türkiye’ye gidiyoruz. Aramızda tıp doktorları, jinekologlar, çocuk doktorları, papazlar, tıp öğrecileri, avukatlar ve dosyal hizmet öğrencileri bulunmaktadır.
Son gidişimizde bizleri derinden etkileyen konulardan birisi cezaevlerindeki çocuklar oldu. 12 ila 16 yaş arasında yüzlerce çocuklar bir yürüyüşe katıldıkları için, zafer işareti yaptıkları için, polislere taş attıkları için veya yanlış bir zamanda yanlış bir yerde göründükleri için uzun yıllar hapis cezasına almışlar. İnsan hakları kuruluşlarından aldığımız bilgilere göre bu çocuklar tutuklandıkları sırada yoğun şekilde fiziki şiddet görmüşler. Bu çocuklar, ‘Terörle Mücadele Yasası’ gereğince yargılanıyorlar. Çocuk yetişkinler hukukuna göre yargılanıyor. Bakımsız, okul eğitimi alamadan cezaevlerinde tutuluyorlar. Cezaevleri ailelerin oturdukları kentlere çok uzak oldukları için onları sık sık ziyaret edemiyorlar ve yoğun masraflar yaparak çocuklarını ziyaret edebiliyorlar. Bu çocuklar cezaevlerinde çıksalar bile ardından okula gitmeleri yasaktır.

Türkiye’de 3 bine yakın tutuklu çocuk olduğu belirtiliyor. Bu yönteme başvurmakla devlet neyi amaçlıyor?

Bu çocukların yanında Türkiye cezaevlerinde binlerce yetişkin tutuklu vardır. Bunların çoğu tutuklu olarak aylardır duruşmalarının başlamasını bekliyorlar. Diğer bir kısmın duruşlamarı her defasında sudan gerekçeler ile erteleniyor. Bu tutuklular arasında Kürt halkının fertleri yoğunlukta bulunmaktadır. Bu tutuklamalar son yıllarda daha da endişe veren büyük bir artış göstermiştir. Tutuklular içeride duruşmalarını beklerlerken, eşleri, anneler, babalar, aileler dışarıda kapı önünde günler sayıyorlar. Delegasyonumuz birçok Kürt annesi ile tanıştı, konuştu, dertleşti. 
Fakat boyutlar deyişti... Artık bireylerin tutuklanması değil, artık toplu tutuklamalar vardır ve insanların böyle gözü korkutuluyor. Cezaevlerinde bulunan tutuklular yoğun baskı altında ve bir o kadar da izole edilmiş şekilde pasifleştirilmek isteniyorlar. İradenin kırılması, bedenin kırılması ve yaşama ilgisinin kırılması demektir. Fakat anlaşılan son gelişmelere göre tutuklular açlıkla direniyorlar.
 
10 bin tutsağın katıldığı bir açlık grevi direnişi var. Tutsaklar için risk sınırı her geçen gün daha da ağırlaşıyor. Açlık grevlerinin yarattığı bedensel zararlar da var. Wernicke-Korsakoff Sendromu hakkında bilgi verebilir misiniz?

Evet. Şahsen kendim bu Wernicke-Korsakoff Sendromunu ilk kez, Türkiye ziyaretlerimden birinde duymuştum. Türkiye’nin Doğu bölgesini ziyaret eden IPPNW’nin doktorlar heyetinde yer almıştım. Ziyaretimiz esnasında beni derinden etkileyen bir olay ile karşılaşmıştım. İHD İstanbul Şubesi’ne de gitmiştik. Orada merdiven çıkarken büyük bir zorluklar ayakta duran 40 yaşında bir adamı gördüm. Tedirgin ve dikkatli bir şekilde adım atarken zorlanıyordu. O, 2000 yılında açlık grevine katılanlardan biriydi ve bu grevden ağır yaralı olarak çıkmıştı. Bu olay beni derinden etkilediği kadar düşündürdü. Merakım araştırmalara yol açtı ve araştırdım.
 
Ağır bir yaşam koşulu olsa gerek…

Bence o insanlardan başka hiç kimse işkence ve tutuklu bulunmanın bedeni ve ruhu nasıl ağır derecede zedelediğini bilemez. Hayatının on yılını sadist şiddeti, hukuksuzluğun ve toptan bağımlılığın altında ezilmeyi ve dayanmayı… Ve sadece onlar anlayabilirler… Dayanmanın nasıl bir sınırının olduğunu ve açlık grevini tek çare olarak görmeyi onlardan başka hiç kimse anlayamaz. Bu karar ağır bir karardır ve bu kararı vermek ağır sonuçlar alabilmekte.
 
Açlık grevinin en yaygın sonuçları arasında Wernicke-Korsakoff Sendromu olsa gerek.

Evet doğrudur. Wernicke-Korsakoff Sendromu aslında içki bağımlılığından tanınmış bir sendromdur. Bu sendrom ağır bir sendromdur. Ağır nörolojik zararları sonuç olarak ortaya çıkaran bir sendromdur. Bunun en temel zaafı Vitamin B1’nin azalmasıdır. B1’in insan vücudunda azalması sonucunda beynin zarar görmesi, hareket koordinasyonunun bozulması, bedende hareket sisteminin bozulması ve kaşların foksiyon dışı kalmasıdır. Göz kasları bile fonksiyon dışı kalıyor. Yani resmen hareketsiz kalma riski vardır. Eliniz kolunuz bağlı gibi yaşıyor, ne yaptığınızın bilincinden olmuyorsunuz. Reşit olmayan bir çocuktan daha mağdur, çocuksu bir dünya içine düşer gibi hayaller ve fantaziler içinde yaşamadan sadece nefes alıp veriyorsunuz.
 
Göz fonksiyonu da etkinleniyor. Bu fonksiyon ise nasıl belirginleşiyor?

Göz foksiyonları yok olması ile beraberinde çift görüntü yani bir görüntüyü çift görme gibi, süreklı başdönmesi gibi, yürümede bozukluğun oluşması, yönleri kaybetme gibi, hatta aşırı açlık grevi sonucunda bayılma, hatta komaya düşme riskleri çok açıktır.
Bu risklerin yanında uzun vadeli olan en belirgin zarar ise Wernicke-Korsakoff’un amnesie sendromudur, yani hatırlamama sendromu. Kimileri geçmişi, sendrom öncesini unutur, kimileri ise daha ağır bir boyutunu yaşayarak yeni yaşadıklarını bir kaç dakika sonra tekrar unutuyor. Ve hal böyle olunca, yeni bilgi kazanma donatma zor, kimi zaman hatta imkansız oluyor.
 
Anlatımlarınız endişelendiriyor...

Konu anlaşıldığı gibi çok vahimdir. Açlık grevin hiç biri zararsız değildir. Mutlaka her bir açlık grevin sonucunda sağlık açısından vahim zararlar oluşmakta... Bunu bilmek gerekir. Bunu sadece bir doktor olarak söylemiyorum. Bunu bir insan olarak söylüyorum. Açlık grevini şahsen desteklemem mümkün değildir. Bunu çok açık söylüyorum.
Ancak tek direniş yolu olarak görünen bu açlık grevleri sadece Kürtler arasında değil, Türkiye’de yaşayan tüm halklar açısından önemli bir boyut almıştır. Umarım bu grevler en kısa sürede sonuçlanır ve talep edilenler Türkiye hükümeti tarafından onaylanır. İnsan hayatı önemli bir değerdir. İnsanlar yaşamalılar. İnsanlar ölmesinler.


NİHAL BAYRAM/MAINZ

YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

- See more at: http://www.firathaberajansi.org/haber/19822/aclik-grevi-direnisin-semboludur.anf#sthash.5LV2sVMc.dpuf

Dr.Christa Blum (IPPNW sözcüsü): “Tek direniş yolu olarak görünen bu açlık grevleri sadece Kürtler arasında değil, Türkiye’de yaşayan tüm halklar açısından önemli bir boyut almıştır. Umarım bu grevler en kısa sürede sonuçlanır ve talep edilenler Türkiye hükümeti tarafından onaylanır. İnsan hayatı önemli bir değerdir. İnsanlar yaşamalılar.”

Açlık grevi, insanın en önemli direniş yöntemlerinden biridir. Pasif ancak oldukça etkili bir direniş yöntemidir. Birey, grevdeyken beslenmeyi reddeder. Bilinçli olarak, ölümü bile göze alarak bir olaya, tutuma ve ihlale karşı dikkat çeker, bedensel bir direniş ortaya koyar.
Bilim insanlarının açıklamalarına göre bir insanın gıdayı reddetmesine rağmen sağlıklı kalması, normal şartlar altında üç hafta, en fazla dört hafta mümkündür. Fakat dört haftayı geçen her açlık grevinin, bedensel zararlar bırakma olasılığı yüksektir. Dünyada çok sayıda açlık grevi eylemi yapılmıştır, ancak en kitlesel açlık grevi ise 12 Eylül'de Kürt tutsakların başlattıkları süresiz dönüşümsüz açlık grevidir. Tarihte en belirgin açlık grevi eylemlerinden biri Hintli lider Mahatma Gandhi tarafından yapılmıştır. Gandhi, 1930-1940 yılları arasında Hindistan’da yaşanan ulusal ihlallere ve siyasi gerilimlere dikkat çekmek için açlık grevine girmiştir. Siyasi konjontürü değiştirmeye çalışmıştır.
 
Avrupa ve Filistin’de açlık grevleri

Avrupa’da son açlık grevleri, 2008, 2010, 2011 ve 2012 yıllarında yapılmıştır.
1 Ağustos 2008 tarihinde Almanya genelinde 49 cezaevinde, toplam 550 tutuklu, yaşadıkları taciz ve ağır cezaevi koşullarına dikkat çekmek amacıyla bir haftalık açlık grevine girdi. Tutukluların bu eylemine dayanışma amaçlı destekleri ile yanıt verilmişti. Başta Belçika, Fransa, Hollanda, İsviçre ve İspanya olmak üzere çok sayıda ülkede tutuklular, da bir haftalık gıda almayı reddederek açlık grevine katıldı. 
2010 yılında Almanya’nın Augsburg kentinde dört ayrı mülteci kampında toplu açlık grevi yapıldı. Dört ayrı mülteci kampında toplam 400 mülteci bu greve katılarak, yaşanması mümkün olmayan koşullara, hareket etmelerinin kısıtlanmasına, para yerine yemek alma kuponlarına karşı bu şekilde protesto eylemi yaptı. 
2011 yılında ise Almanya’nın Celle kentinde gençlik cezaevinde (Jugendvollzugsanstalt JVA) özel tecrit koşullarında (Sicherheitsverwahrung) bulunan 5 tutuklu, tecrit durumuna karşı protesto amacıyla toplam 37 günlük açlık grevine girdi. Protestonun temel dayanağı ise Mayıs 2011’de Federal Yasa Mahkemesi’nin vemiş olduğu karara dayanıyor. Bu karara göre cezaevinde tecrit olmaması gerektiği vurgulanıyor.

Kürtlerin Strasbourg’taki iki eylemi

1 Mart 2012’de Fransa’nın Strasbourg kentinde başlayıp tam 52 gün süren süresiz-dönüşümsüz açlık grevinin ise Avrupa’da Kürtler açısından çok önemli bir yeri vardır. 15 Kürdistanlı’nın, dış kamuoyunun dikkatini Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın üzerindeki tecrit koşullarına dikkat çekmek için yaptığı açlık grevi, Avrupa’daki ilgili kurumların tecridin sona erdirilmesi yönünde çaba harcayacaklarını belirtmeleri üzerine sona erdirilmişti. 
Öcalan üzerindeki tecride karşı aynı kentte 11 Nisan 2007’de 18 Kürt’ün başlattığı süresiz-dönüşümsüz açlık grevi ise 39 gününde son bulmuştu.
Avrupa Konseyi yetkililerinden alınan sözün ardından eylem sona erdirilmişti. Bu eylemden kısa bir süre sonra CPT heyeti Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın tutulduğu İmralı adasına bir heyet göndermişti.

1600 tutuklu açlık grevine girdi 

Bu arada 17 Nisan 2012 tarihinde İsrail cezaevlerinde büyük ve kapsamlı bir açlık grevi organize edildi. Greve toplam bin 600 Filistinli tutuklu katıldı. Bu rakkam, İsrail cezaevlerinde bulunan 4 bin 500 tutuklunun üçte biri demekti. 
Tutsakların talepleri şunlardı: Tutukluluk koşulların değişmesi, aile ziyareti kısıtlamalarının kaldırılması, eğitim imkanlarının sağlanması, tecridin kaldırılması, herhangi bir dava açılmadan süresiz tutukluluğa imkan veren uygulamaların kaldırılması. 
Filistinli tutsakların taleplerinin kabul edilmesiyle açlık grevi sona erdi. Taraflar arasındaki anlaşma Mısırlı yetkililerin arabuluculuğunda, Batı Şeria’daki Filistinli yetkililer, militan liderleri ve mahkum temsilcilerinin katıldığı 5-6 gün süren görüşmelerin ardından sağlandı. Grev, 70 gün sürdü.
 
Wernicke-Korsakoff Sendromu

 Açlık grevlerin en ağır sonuçları arasında Wernicke-Korsakoff Sendromu bulunuyor. Wernicke-Korsakoff Sendromu en ağır nörolojik hastalıklardan biridir. Bu sendrom sonucunda öğrenme ve hafızada tutma foksiyonlarının tümden zarar görebiliyor. Bununla beraber en ağır ve ömür boyu taşınan bir sendromdur.
Alman kökenli psikiyatrist ve nörolog Carl Wernicke ve Rus kökenli psikiyatrist ve nörolog Sergei Korsakoff isimli hekimlerin teşhis koydukları hastalıklar sonucunda iki hastalığının birleşmesi sonucunda ortaya çıkan Wernicke-Korsakoff-sendromu, nokta şeklinde kanama ve endotel hücrelerinin proliferasyonu (Hücrelerin kontrolsüz çoğalıp sayısını arttırması) ile başlar.
Merkezi sinir sisteminin zarar görmesi sonucundaki bu sendromun ikinci hastalık aşamasında etrograd amnezi ve anterograd amnezi gerçekleşir. Bu amnezi tarzlarında ne yeni bir hafıza kayıdı mümkündür (anterograd amnezi (Anterograde Amnesie) ne de geçmişte kaydedilmiş bir hafıza birimini bilince çıkarmak mümkündür.
Amnezi yanı hafıza kaybı ve bunun yanında oryentasyon kaybı genelde Hipotalamus (Zwischenhirn) ile Limbik Sistem (Limbisches System) arasından bulunan beyin hücrelerinin ölmesi sonucunda oluşmaktadır.
Hafıza bozukluluğunu oluşturan bu sendromun diğer bir aşama ise konfabulasyonlar (Konfabulation), yani hayal olayları/gerçekdışı olaylar ile hafıza boşlukları doldurma.
Bu sendromu yaratan temel nedenlerden biri açlık grevi esnasında Tiamin (Thyamin) yani B1 vitamini eksikliğidir.
Wernicke-Korsakoff Sendromu, ilk kez 1887 yılında kronik alkol bağımlı olanlarda tespit edilmişti.  
Sendromu ağırlaştıran boyutu ise hastanın hiç bir şekilde çevresel veya zaman dengesini bulabilmesi sonucunda ömür boyu bakıma ve yönlendirmeye muhtaç olmasıdır.
Konuya ilişkin (Nükleer Savaşın Önlenmesi için Uluslararası Doktorların Almanya Seksyonu/ Sosyal Sorumlulukta olan Doktorlar Kurumu (IPPNW) Sözcüsü ve aynı zamanda doktor olan Christa Blum ile görüştük. 
Dr.Christa Blum, izleme heyeti olarak Türkiye cezaevlerine giderek, yaşam ve cezaevi koşulları üzerinde incelemelerde bulunmuştu. 
 
Sayın Blum kendiniz doktorsunuz ve uzun dönemdir neredeyse her yıl Türkiye’ye IPPNW, Medinetz ve benzeri izleme heyeti olarak gezilerinde yer alıyorsunuz. Son olarak bu yıl da heyet olarak cezaevlerini ziyaret ettiniz. Konuya ilişkin görüşlerinizi belirte bilir misiniz?

Düzenli olarak IPPNW adına inceleme ve izleme grubu olarak Türkiye’ye gidiyoruz. Aramızda tıp doktorları, jinekologlar, çocuk doktorları, papazlar, tıp öğrecileri, avukatlar ve dosyal hizmet öğrencileri bulunmaktadır.
Son gidişimizde bizleri derinden etkileyen konulardan birisi cezaevlerindeki çocuklar oldu. 12 ila 16 yaş arasında yüzlerce çocuklar bir yürüyüşe katıldıkları için, zafer işareti yaptıkları için, polislere taş attıkları için veya yanlış bir zamanda yanlış bir yerde göründükleri için uzun yıllar hapis cezasına almışlar. İnsan hakları kuruluşlarından aldığımız bilgilere göre bu çocuklar tutuklandıkları sırada yoğun şekilde fiziki şiddet görmüşler. Bu çocuklar, ‘Terörle Mücadele Yasası’ gereğince yargılanıyorlar. Çocuk yetişkinler hukukuna göre yargılanıyor. Bakımsız, okul eğitimi alamadan cezaevlerinde tutuluyorlar. Cezaevleri ailelerin oturdukları kentlere çok uzak oldukları için onları sık sık ziyaret edemiyorlar ve yoğun masraflar yaparak çocuklarını ziyaret edebiliyorlar. Bu çocuklar cezaevlerinde çıksalar bile ardından okula gitmeleri yasaktır.

Türkiye’de 3 bine yakın tutuklu çocuk olduğu belirtiliyor. Bu yönteme başvurmakla devlet neyi amaçlıyor?

Bu çocukların yanında Türkiye cezaevlerinde binlerce yetişkin tutuklu vardır. Bunların çoğu tutuklu olarak aylardır duruşmalarının başlamasını bekliyorlar. Diğer bir kısmın duruşlamarı her defasında sudan gerekçeler ile erteleniyor. Bu tutuklular arasında Kürt halkının fertleri yoğunlukta bulunmaktadır. Bu tutuklamalar son yıllarda daha da endişe veren büyük bir artış göstermiştir. Tutuklular içeride duruşmalarını beklerlerken, eşleri, anneler, babalar, aileler dışarıda kapı önünde günler sayıyorlar. Delegasyonumuz birçok Kürt annesi ile tanıştı, konuştu, dertleşti. 
Fakat boyutlar deyişti... Artık bireylerin tutuklanması değil, artık toplu tutuklamalar vardır ve insanların böyle gözü korkutuluyor. Cezaevlerinde bulunan tutuklular yoğun baskı altında ve bir o kadar da izole edilmiş şekilde pasifleştirilmek isteniyorlar. İradenin kırılması, bedenin kırılması ve yaşama ilgisinin kırılması demektir. Fakat anlaşılan son gelişmelere göre tutuklular açlıkla direniyorlar.
 
10 bin tutsağın katıldığı bir açlık grevi direnişi var. Tutsaklar için risk sınırı her geçen gün daha da ağırlaşıyor. Açlık grevlerinin yarattığı bedensel zararlar da var. Wernicke-Korsakoff Sendromu hakkında bilgi verebilir misiniz?

Evet. Şahsen kendim bu Wernicke-Korsakoff Sendromunu ilk kez, Türkiye ziyaretlerimden birinde duymuştum. Türkiye’nin Doğu bölgesini ziyaret eden IPPNW’nin doktorlar heyetinde yer almıştım. Ziyaretimiz esnasında beni derinden etkileyen bir olay ile karşılaşmıştım. İHD İstanbul Şubesi’ne de gitmiştik. Orada merdiven çıkarken büyük bir zorluklar ayakta duran 40 yaşında bir adamı gördüm. Tedirgin ve dikkatli bir şekilde adım atarken zorlanıyordu. O, 2000 yılında açlık grevine katılanlardan biriydi ve bu grevden ağır yaralı olarak çıkmıştı. Bu olay beni derinden etkilediği kadar düşündürdü. Merakım araştırmalara yol açtı ve araştırdım.
 
Ağır bir yaşam koşulu olsa gerek…

Bence o insanlardan başka hiç kimse işkence ve tutuklu bulunmanın bedeni ve ruhu nasıl ağır derecede zedelediğini bilemez. Hayatının on yılını sadist şiddeti, hukuksuzluğun ve toptan bağımlılığın altında ezilmeyi ve dayanmayı… Ve sadece onlar anlayabilirler… Dayanmanın nasıl bir sınırının olduğunu ve açlık grevini tek çare olarak görmeyi onlardan başka hiç kimse anlayamaz. Bu karar ağır bir karardır ve bu kararı vermek ağır sonuçlar alabilmekte.
 
Açlık grevinin en yaygın sonuçları arasında Wernicke-Korsakoff Sendromu olsa gerek.

Evet doğrudur. Wernicke-Korsakoff Sendromu aslında içki bağımlılığından tanınmış bir sendromdur. Bu sendrom ağır bir sendromdur. Ağır nörolojik zararları sonuç olarak ortaya çıkaran bir sendromdur. Bunun en temel zaafı Vitamin B1’nin azalmasıdır. B1’in insan vücudunda azalması sonucunda beynin zarar görmesi, hareket koordinasyonunun bozulması, bedende hareket sisteminin bozulması ve kaşların foksiyon dışı kalmasıdır. Göz kasları bile fonksiyon dışı kalıyor. Yani resmen hareketsiz kalma riski vardır. Eliniz kolunuz bağlı gibi yaşıyor, ne yaptığınızın bilincinden olmuyorsunuz. Reşit olmayan bir çocuktan daha mağdur, çocuksu bir dünya içine düşer gibi hayaller ve fantaziler içinde yaşamadan sadece nefes alıp veriyorsunuz.
 
Göz fonksiyonu da etkinleniyor. Bu fonksiyon ise nasıl belirginleşiyor?

Göz foksiyonları yok olması ile beraberinde çift görüntü yani bir görüntüyü çift görme gibi, süreklı başdönmesi gibi, yürümede bozukluğun oluşması, yönleri kaybetme gibi, hatta aşırı açlık grevi sonucunda bayılma, hatta komaya düşme riskleri çok açıktır.
Bu risklerin yanında uzun vadeli olan en belirgin zarar ise Wernicke-Korsakoff’un amnesie sendromudur, yani hatırlamama sendromu. Kimileri geçmişi, sendrom öncesini unutur, kimileri ise daha ağır bir boyutunu yaşayarak yeni yaşadıklarını bir kaç dakika sonra tekrar unutuyor. Ve hal böyle olunca, yeni bilgi kazanma donatma zor, kimi zaman hatta imkansız oluyor.
 
Anlatımlarınız endişelendiriyor...

Konu anlaşıldığı gibi çok vahimdir. Açlık grevin hiç biri zararsız değildir. Mutlaka her bir açlık grevin sonucunda sağlık açısından vahim zararlar oluşmakta... Bunu bilmek gerekir. Bunu sadece bir doktor olarak söylemiyorum. Bunu bir insan olarak söylüyorum. Açlık grevini şahsen desteklemem mümkün değildir. Bunu çok açık söylüyorum.
Ancak tek direniş yolu olarak görünen bu açlık grevleri sadece Kürtler arasında değil, Türkiye’de yaşayan tüm halklar açısından önemli bir boyut almıştır. Umarım bu grevler en kısa sürede sonuçlanır ve talep edilenler Türkiye hükümeti tarafından onaylanır. İnsan hayatı önemli bir değerdir. İnsanlar yaşamalılar. İnsanlar ölmesinler.


NİHAL BAYRAM/MAINZ

YENİ ÖZGÜR POLİTİKA

- See more at: http://www.firathaberajansi.org/haber/19822/aclik-grevi-direnisin-semboludur.anf#sthash.5LV2sVMc.dpuf