672 sayılı KHK ile ihraç edilen davacı işlemin iptali ile bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal haklarının yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesi istemiyle Isparta İdare Mahkemesine iptal ve tam yargı davası açmış, davanın reddi üzerine de bu kez İstinaf istemiyle Konya Bölge İdare Mahkemesine başvurmuştur.

KHK ile ihraçlarda önemli gelişme:

Isparta İdare Mahkemesi'nin istinaf yoluna başvuru dilekçesini tebliği üzerine, Milli Eğitim Bakanlığı istinaf talebine verdiği cevapta OHAL KHK’lerinde iç hukuk yollarının kapalı olduğunu savundu.

Bakanlığın KHK'lere karşı idari yargıda ve Anayasa Mahkemesinde dava açılamayacağını kabul etmesi AİHM başvuruları için önemli. Bilindiği gibi AİHM Akif Zihni başvurusunda iç hukuk yollarının tüketilmediği gerekçesi kabul edilmezlik kararı vermişti. AİHM Akif Zihni kararından sonra Venedik Komisyonu Raporu yayınlanmıştı ve raporda Türkiye'de KHK'ler için iç hukuk yolunun net olmadığı kaydedilmişti. Bu iki önemli gelişme AİHM'e yapacağımız toplu Pilot  başvurumuz açısından çok olumlu gelişmelerdir.
İşte Milli Eğitim Bakanlığının cevap dilekçesinin tam metni:

T.C.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI
Hukuk Müşavirliği
 
Sayı        : 75403665-641.04-2016/20329-E.14328091          20.12.2016
Konu: Cevap Lahiyası
 
                                       ANKARA İDARE MAHKEMESİ ELİYLE
 KONYA BÖLGE İDARE MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA SUNULMAK ÜZERE
ISPARTA  İDARE MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA
Esas  No : 2016/1286
Karar No:2016/1050
 
                CEVAP VEREN (DAVALI)               : Milli Eğitim Bakanlığı
                VEKİLİ  : Hukuk Müşaviri Sevgi KARA
                               Kızılay/ANKARA
                İSTİNAF  TALEP EDEN     : .............................................................
                                                                    .......................................................   
                                                                                              MERKEZ/ISPARTA
                D A V A                : İstinaf
                TEBLİĞİN KONUSU         : Davacının, Isparta İdare Mahkemesi tarafından verilen 01/11/2016 tarihli ve 2016/1286 Esas, 2016/1050 Karar sayılı kararının istinaf yolu ile incelenip iptal kararı verilmesi talebine karşı cevabımızdır.
                AÇIKLAMALAR  :
Davacı,  01/09/2016 tarih 29818 (Mükerrer) sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Ek 1 sayılı listesinde isminin yer alması nedeniyle kamu görevinden başkaca bir işleme gerek kalmaksızın çıkarılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan dava, aşağıda arz edeceğimiz nedenlerden de görüleceği üzere haksız ve hukuki dayanaktan yoksun olduğundan reddi gerekmektedir.
 
                Dava dilekçesinde, Isparta . İdare Mahkemesinin 01/11/2016 tarihli ve E:2016/1286 ve K:2016/1050 sayılı davanın incelenmeksizin reddine ilişkin kararının istinaf yoluyla incelenerek kaldırılmasına ve 01/09/2016 tarih 29818 (Mükerrer) sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 672 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Ek 1 sayılı listesinde isminin yer alması nedeniyle kamu görevinden başkaca bir işleme gerek kalmaksızın çıkarılmasına ilişkin işlemin iptali ile bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı parasal haklarının yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesi gerektiği iddia edilmektedir.
 
Arz edeceğimiz nedenlerden de görüleceği üzere dava haksız ve hukuki dayanaktan yoksun olduğundan reddi gerekmektedir.    
                                                
                Aşağıda ayrıntılı olarak açıklanmakla birlikte burada kısaca maddeler halinde sayılan sebeplerden görüleceği üzere, davacının iddialarının hukuki hiçbir dayanağı bulunmamaktadır:                                                       -1-
 
                1) FETÖ/PDY Örgütü; tehdit, şantaj, cebir, şiddet ve diğer yasal olmayan yöntemleri kullanarak, tüm Anayasal kurumları baskı altına almayı, zaafa uğratmayı, yönlendirmeyi ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmayı hedefleyen, Fetullah Gülen tarafından kurulmuş silahlı bir terör örgütüdür.
 
                2) Başta Türk Silahlı Kuvvetleri, Yargı organları ve Emniyet Teşkilatı olmak üzere kamunun her kesiminde örgütlenen FETÖ/PDY Terör Örgütü Tarafından 15 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine darbe girişiminde bulunulmuştur.
 
                3) Bunun üzerine Anayasanın ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanununun ilgili hükümleri gereğince Olağanüstü Hal (OHAL) ilan edilip, olağanüstü hallerde uygulanacak tedbirlere ilişkin Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) çıkarılmıştır.
 
                4) Bu kapsamda davacı 672 sayılı KHK eki liste ile kamu görevinden çıkarılmıştır.
 
                5) Anayasanın 148 inci maddesi gereğince OHAL KHK’larının iptali için Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz.
 
                6) KHK’lar yasama işlemi niteliğinde olduğundan ne adli ne de idari yargıda dava konusu edilemez.
 
                7) Söz konusu KHK’larla getirilen düzenlemelerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına aykırılığı bulunmamaktadır.
 
                8) KHK’larla yapılan düzenlemelere karşı kazanılmış hak iddiasında bulunulması mümkün değildir.
 
                Yukarıda maddeler halinde saydığımız bu hususların ayrıntılı açıklamalarına aşağıda yer verilmiştir:
 
                1) FETÖ/PDY Terör Örgütü Yapılanması ve 15 Temmuz 2016 Tarihinde Gerçekleştirilen Darbe Teşebbüsüne İlişkin Açıklamalar:
 
                Bilindiği gibi; çok partili siyasal hayata geçtiğimiz günden bugüne kadar ülkemiz, Anayasal düzeni askıya alarak demokrasimizi kesintiye uğratan, temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldıran, milli iradeyi yok sayarak Türkiye Büyük Millet Meclisinin kapatılmasına neden olan ve 1960 darbesiyle başlayıp zaman zaman tekrarlayan hukuk dışı pek çok müdahaleye maruz kalmıştır. Milletimiz bu dönemlerde pek çok hukuksuzluk ve insan hakları ihlalleriyle karşılaşmıştır.
 
                Ancak, hiç şüphesiz ki ülkemiz demokrasisine ve devletimizin bütünlüğüne, Anayasada belirlenen demokratik hukuk devletine karşı en büyük ve ciddi saldırı 15 Temmuz 2016 tarihinde yapılmıştır. Söz konusu tarihte, Milli Güvenlik Kurulu Kararıyla da terör örgütü olarak belirlenen Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)’nün Türk Silahlı Kuvvetleri
                                                          -2-
 
 içinde kümelenmiş unsurları, örgütün sivil ve kamunun diğer kesimlerindeki unsurlarıyla birlikte Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine darbeye teşebbüs etmek suretiyle tüm ülke genelinde yaygın bir terör ve şiddet faaliyeti gerçekleştirmiş ve yüzlerce vatandaşımızın hayatını kaybetmesine ve binlercesinin yaralanmasına neden olmuştur.
 
                1960’lı yıllarda Fetullah Gülen isimli kişi tarafından kurulan ve zaman içinde “Fetullahçı Terör Örgütü” (FETÖ) ve/veya “Paralel Devlet Yapılanması” (PDY) olarak isimlendirilen bu örgütün gerçek amacının devleti ele geçirmek ve totaliter bir sistem tesis etmek olduğu, bu amaçla tüm kamu kurum ve kuruluşlarında; özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), mülki idare birimleri, yargı teşkilatı, kolluk birimleri, eğitim kurumları gibi yerlerde kadrolaştığı ve bu kişilerin devletin amaçlarından ziyade örgütün amaçları doğrultusunda faaliyette bulundukları açıkça ortaya çıkmıştır.
 
                Genel Olarak FETÖ/PDY’nin Amacı, Stratejisi, Yapısı ve Faaliyetleri;
                1.1)  Örgütün Ortaya Çıkış Süreci
                FETÖ/PDY tehdit, şantaj, cebir, şiddet ve diğer yasal olmayan yöntemleri kullanarak, tüm Anayasal kurumları baskı altına almayı, zaafa uğratmayı, yönlendirmeyi ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmayı hedefleyen, Fetullah Gülen tarafından kurulmuş silahlı bir terör örgütüdür. Ankara 4 üncü Ağır Ceza Mahkemesinin kabul etmiş olduğu Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'yla ilgili, örgütün elebaşı Fetullah Gülen'in de arasında bulunduğu şüpheliler hakkında hazırladığı "çatı iddianame”de de belirtildiği gibi FETÖ/PDY’nin örgüt olarak gelişimi, temelde üç aşamada gerçekleşmiştir; İlk aşama 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar süren Işık Evleri ve dershaneler üzerinden yürütülen “devlet kurumlarına sızarak kadrolaşma” hareketidir. Örgüt bu dönemde içe kapanık vaziyette kamu kurumlarında kadrolarını arttırmak ve bunlara yeni yeni sızmak ve tabanda kadro oluşturmakla meşguldür.
 
                12 Eylül 1980 askeri darbesinden hemen sonraki dönemde örgüt, ikinci aşamada “okullaşma” ve “kamu kurumlarındaki kadrolaşma hareketini” tamamlamıştır. Bu dönemin ikinci yarısı aynı zamanda örgütün yurt dışına açıldığı dönem olmuştur. Bu süreç, örgütün eğitim faaliyetlerini öne alarak diğer faaliyetlerini gizleyip her kuruma yerleştiği süreçtir. Kitlesel şekilde kamu kurumlarında kadrolaşma başlamıştır. Ekonomik kaynak bakımından artık şirketleşen ve şirketleri bağlayan holdinglere dönüşen örgüt, banka kurmuş, eğitim alanı yanında sağlık, finans, taşımacılık, basın yayın gibi alanlarda da faaliyetlere başlamıştır.
 
                Üçüncü aşamada ise örgüt liderinin ABD’ye kaçmasını müteakip görünüşte örgütün söylemi değişmiş, evrensel, küresel kavramları kullanmaya başlamış, gerçekte ise 15 Temmuz’a giden süreçte silahlı terör örgütü niteliğini kazandıran yapılanmasını tamamlamıştır.
 
                1.2) Örgütün Amacı:
                Erzincan Ağır Ceza Mahkemesinin E:2016/74 ve K: 2016/127 sayılı kararında açıkça ifade edildiği gibi; kuruluş yıllarından itibaren toplumun dini duygularını suistimal ederek “himmet” adı altında topladığı finans ile yurt içi ve yurt dışında faaliyete geçirdiği eğitim müesseleri üzerinden amaç ve ilkeleri doğrultusunda yetiştirdiği öğrencilerini, elde ettiği finans ve siyasi gücünü, örgütsel menfaat ve ideolojisi çerçevesinde kullanan Fetullah Gülen’in görünen ve örtülü iki temel amacı bulunmaktadır: Türkiye’de devletin bütün anayasal kurumlarını, güvenlik birimlerini mülki ve adli yapısını ele geçirmek ve aynı zamanda uluslararası düzeyde büyük ve etkili bir siyasi ve ekonomik güç haline gelmek. Bu amacın gerçekleştirilebilmesi amacıyla her türlü sahtecilik, sahte belge hazırlama, kamu                                                                    -3-
 kurumlarına giriş sınavlarının sorularını çalma, kaynağı bilinmeyen paralar kullanma,  kod adı kullanma, gizlenme, kriptolu iletişim araçları ile haberleşme gibi birçok hukuka aykırı yöntemi benimsemiştir. 
 
                1.3) Örgütün Stratejisi:
                Fetullah Gülen ilk etapta devlete karşı savaş vererek hedeflere ulaşmanın yıpratıcı olacağını teşhis etmiş; bu nedenle mevcut sistemi yıkmak yerine, devlet modeline uygun bir örgütlenme ile devlete alternatif bir sistem kurmayı hedeflemiştir. Örgüt için daha çok “Paralel Devlet Yapılanması” kavramının kullanılmasının temel nedeni de budur. Bu nedenle tüm devlet organlarında, yerel yönetimlerde ve sivil alanda örgütlenmeyi hedeflemiştir. İleride devlet yönetimini kontrol altına almak ve akabinde Anayasal demokratik rejimi değiştirmek için kısa vadede tüm kadrolara kendi mensuplarının getirilmesi veya bu kadrolarda bulunanların kendisine bağlanması hedeflemiştir.
 
                Bu kapsamda Örgüt sistematik olarak;
                -FETÖ/PDY’nin tabanında bulunan insanları istismar ederek kaynak ve meşruiyet devşirme,
                -Bünyesindeki vakıf, okul ve dershaneler marifeti ile ideolojisi doğrultusunda yetiştirilecek insan gücü elde etme,
                -Devlet modeline uygun bir paralel örgütlenme ile gizlice başta askeriye, mülkiye, adliye, maliye, emniyet ve eğitim olmak üzere devleti ele geçirme,
                -Devlet dışında kendisine bağlı bir ekonomik sistem kurma,
stratejilerini güttüğü ve her türlü faaliyetlerini bu stratejileri merkez alarak yürüttüğü ve ayrıca kamu görevlilerine himmet adı altında maaşlarının belirli bir kısmını örgüte aktarma zorunluluğunun getirildiği, bu şekilde örgütün kamu görevlileri üzerinde talimat verebilecek kadar etkin olduğu da,  anlaşılmaktadır.
 
                1.4) Örgütün Yapısı ve Faaliyetleri
                FETÖ/PDY terör örgütünün yapısı ve faaliyetleri, Anayasa Mahkemesinin, Anayasa Mahkemesi üyeleri Alparslan Altan ve Erdal Tercan’ın meslekten çıkarılmasına ilişkin olarak verdiği 04.08.2016 tarihli ve E: 2016/6 (Değişik İşler), K:2016/12 sayılı kararında, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun bazı hakim ve cumhuriyet savcılarının meslekten çıkarılmalarına dair 24/08/2016 tarihli ve 2016/426 sayılı, 04/10/2016 tarihli ve 2016/430 sayılı kararları, Milli Savunma Bakanlığının 02/09/2016 tarihli ve 2016/1 sayılı Komisyon Kararı, Erzincan Ağır Ceza Mahkemesinin yukarıda da değindiğimiz E:2016/74 ve K: 2016/127 sayılı kararında ayrıntılı olarak açıklanmıştır.
 
                Sözü edilen kararlarda;
                İtaat ve teslimiyet temelinde oluşturulmuş örgütün en üst noktasında kendisini ‘kainat imamı’ olarak adlandıran Fetullah Gülen’in olduğu, ona bağlı üst yöneticiler bulunduğu, üyelerin sadakat ve bağlılık yönünden sınıflandırıldığı, örgütte dikey bir hiyerarşik yapılanma olduğu, imamlara bağlı zincirler şeklinde teşkilatlanan yapının yönetici kadro dışındaki her biriminin bağımsız hücreler şeklinde örgütlendiği, böylece her bir örgüt mensubunun en fazla bir üst sorumlusunu ve bir altında bulunan örgüt mensubunu tanımasının sağlandığı, yöneticilerinin ve üyelerinin faaliyetlerini gizlilik esasıyla yürüttükleri ve gizliliği sağlayacak haberleşme yöntemleri kullandıkları, hiç bir hücrenin diğer bir hücreden haberdar olmadığı, bu örgütlenme modelinin geliştirilmesinin sebebinin bir hücre açığa çıksa bile diğer hücrelerin faaliyetine devam ederek deşifre olmamalarını temin etmek olduğu, örgüt içinde katı bir askeri/hiyerarşik disiplinin hâkim olduğu, bu şekilde devletin içinde de örgütlenen                                                         -4-
 
 yapıda her kurum ve kuruluş için belirlenen sorumlu bir kişiye bağlı olarak mevcut idari sisteme paralel bir yapının oluşturulduğu, ayrıca örgüt içerisinde Fetullah Gülen tarafından atanan ve yalnızca kendisinin bildiği kişilerden oluşan, örgütün iç işleyişini denetleyen ve lidere rapor eden farklı bir teşkilatın da bulunduğu,
 
                Devletin bütün anayasal kurumlarını, güvenlik birimlerini, mülki ve adli yapısını ele geçirmek ve aynı zamanda uluslararası düzeyde büyük ve etkili bir siyasi ve ekonomik güç haline gelmek amacıyla hareket eden örgütün, bu amacını gerçekleştirmek için  bünyesinde bulunan ışık (talebe) evleri, okullar, yurtlar ve dershaneler aracılığıyla ulaştığı gençleri maddi ve manevi yönden istismar ederek kendine bağladığı; eğitim, sivil toplum, medya ve benzeri alanlardaki çalışmalarıyla gayrimeşru faaliyet ve amaçlarını maskeleyerek toplumda meşruiyet kazanmaya çalıştığı; kamuda görev almak veya görevde yükselmek için yapılan sınavlarda sorulacak soruları önceden elde ederek mensuplarına vermek suretiyle kamu kurumlarında haksız şekilde kadrolaştığı ve mensuplarının önemli görevlere gelmesini sağladığı, başta TSK, emniyet teşkilatı, Millî İstihbarat Teşkilâtı ve yargı organları olmak üzere neredeyse tüm kamu kurum ve kuruluşlarında; sivil organizasyonlarda örgütlendiği, kamu kurum ve kuruluşlarında kadrolaşmış olan örgüt mensuplarının özellikle stratejik birimlere  (personel, istihbarat, özel kalem, bilişim, muhasebe vb.) yerleşmeye teşvik edildiği, bunu sağlamak amacıyla yapılanmaya dahil olmayan kamu görevlilerinin bir takım hukuk dışı yöntemlerle safdışı bırakıldığı, örgüte mensup kamu görevlileri vasıtasıyla elde edilen kişisel verilerin, devlete ait gizli bilgi ve belgelerin arşivlendiği ve sonrasında bunların, gerek kişilerin gerekse devletin itibarını zedeleyecek, milli güvenliğimizi tehlikeye düşürecek şekilde kullanıldığı, gelinen son noktada yapılanmanın, paralel bir devlet yapılanmasına dönüşerek devlet ve toplum üzerinde “vesayet” oluşturduğu, belirtilmektedir.                   
                 
                1.5) FETÖ/PDY’ye İlişkin Soruşturma ve Kovuşturmalar
                Yukarıda açıklandığı şekilde yapılanan FETÖ/PDY’nin lideri ve örgütün yasadışı faaliyetlerine ilişkin geçmişten günümüze Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun anılan kararında ve Ankara 4 üncü Ağır Ceza Mahkemesinin kabul etmiş olduğu Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması'yla ilgili, örgütün elebaşı Fetullah Gülen'in de arasında bulunduğu şüpheliler hakkında hazırladığı “çatı iddianame”de de detaylı olarak belirtildiği gibi çok sayıda soruşturma ve kovuşturma açılmıştır.
 
                Bunlar, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs, FETÖ/PDY adına hırsızlık yapmak, görev sırrını açıklamak, rüşvet almak, Hrant Dink’in öldürülmesi, delil saklanması ve delil imhası, terör örgütlerine destek sağlamak, casusluk yapmak amacıyla dinleme yapmak, üst düzey devlet yetkililerine verilen kriptolu telefonları devlet sırlarının ifşası ve casusluk amacıyla dinlemek, istihbari ve devlet sırrı niteliğindeki bilgilerin ifşası için Milli İstihbarat Teşkilatına ait tırların hukuka aykırı olarak durdurulması, aranmak istenmesi, kamuya giriş sınavlarında hırsızlık ve sahtecilik, zimmet, nitelikli dolandırıcılık, resmi belgede sahtecilik, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama, kişisel verilerin hukuka aykırı olarak kaydedilmesi, hukuka aykırı olarak başkasına verilmesi, yayılması, ele geçirilmesi suçları olarak özetlenebilir.
 
                FETÖ/PDY'nin silahlı terör örgütü olduğu, 15 Temmuz öncesinde Erzincan Ağır Ceza Mahkemesince verilen kararla da teyit edilmiştir. Ayrıca bu örgüt ve mensupları hakkında açılmış birçok dava halen devam etmektedir.
 
                                                           -5-
                1.6)  Milli Güvenlik Kurulunun FETÖ/PDY Hakkındaki Değerlendirmeleri:
                Milli Güvenlik Kurulu (MGK) tarafından 26 Şubat 2014 ile 26 Mayıs 2016 tarihleri arasındaki dönemde yapılan birçok toplantıda FETÖ/PDY’nin milli güvenliği tehdit ettiğine, bir terör örgütü olduğuna ve diğer terör örgütleri ile işbirliği yaptığına dair kararlar verilmiş olup bu kararlarda, Devlet içindeki illegal yapılanmalara yönelik olarak yürütülen adli ve idari işlemler hakkında Kurul’a bilgi sunularak, milli güvenliğimizi tehdit eden ve kamu düzenini bozan iç ve dış legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten paralel yapılanmalar ve illegal oluşumlar ile yürütülen mücadelenin kararlılıkla sürdürüleceği vurgulanmış, terör örgütleriyle işbirliği içerisinde hareket ettiği belirlenen paralel devlet yapılanmasıyla, yurt içinde ve yurt dışında, illegal ekonomik boyutu da dâhil olmak üzere sürdürülmekte olan mücadelenin kararlılıkla devam ettirileceği belirtilmiştir. Bu kararlar tüm kamuoyunun bilgisine sunulmuş, birçok basın yayın kuruluşunda yer almıştır. Ayrıca Milli Güvenlik Kurulu tavsiye kararlarının Bakanlar Kuruluna iletilmiş olması sebebiyle kamuoyuyla birlikte tüm kamu kurumları da bu hususta bilgilendirilmiştir.
 
                1.7) FETÖ/PDY’nin Yargı Organlarındaki, Emniyet Teşkilatındaki ve TSK İçerisindeki Yapılanması ve Faaliyetleri;
                FETÖ/PDY’nin yargı organları ile emniyet teşkilatı ve Türk Silahlı Kuvvetlerindeki örgütlenmesi, örgüt personeli olan kamu görevlileri eliyle gerçekleştirilen hukuk dışı uygulamaları Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun 04.08.2016 tarihli ve E: 2016/6 (Değişik İşler), K:2016/12 sayılı kararında ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 24/08/2016 tarihli ve 2016/426 sayılı kararında ayrıntılı olarak açıklanmış olup burada kısaca belirtmek gerekirse;
 
                FETÖ/PDY’nin bilhassa (yakın döneme kadar faaliyette olan) özel yetkili mahkemelerde ve savcılıklarda örgütlendiği, yargı ve emniyet içerisindeki mensuplarının örgütün imamlarından aldıkları talimatlar uyarınca ve örgüt çıkarları doğrultusunda hareket ettikleri, bu kapsamda ciddi hukuki sorunlar içeren uygulamalar yaptıkları bilinmektedir.
 
                Bu bağlamda Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 06/06/2016 tarihli iddianamesinde, yargı içinde FETÖ/PDY’nin önemli bir kadrosunun varlığını sürdürdüğü, yapılanmanın istediğinde her türlü hukuksuz kararı verecek ve yargı eliyle kamu gücünü örgüt menfaatine kullanacak binlerce hâkim ve savcı mensubunun bulunduğu, son yıllarda kamuoyu tarafından yakından takip edilen birçok olaya ilişkin soruşturma ve yargılama süreçlerinin FETÖ/PDY’nin yargı teşkilatı içerisindeki mensuplarınca bu örgütün amaçları doğrultusunda ve yargı imamları tarafından verilen talimatlar uyarınca yapıldığı, bu süreçlerde bilinçli olarak hukuka aykırı uygulamalarda bulunulduğu iddia edilmiştir. Bu kapsamda “Şemdinli”, “Ergenekon”, “Balyoz”, “Askeri Casusluk”, “Devrimci Karargâh”, “Oda TV” ve “Şike” davaları gibi kamuoyunda yoğun tartışmalara neden olan birçok davayı başta TSK olmak üzere farklı kamu kurum ve kuruluşlarındaki örgüt mensubu olmayan kamu görevlilerini tasfiye etmek ve farklı sivil çevrelerde örgütün çıkarlarına aykırı davrandığını düşündüğü kişileri etkisizleştirmek amacıyla kullandığı belirtilmiştir.
 
                Yine aynı iddianamede yer verilen tespit, değerlendirme ve öngörülerde özetle;
                FETÖ/PDY’nin en çok önem verdiği, en fazla kadrolaşarak egemen hale geldiği kurumun TSK olduğu, TSK’daki kadrolaşmanın uzun yıllar önce başladığı ve ilk yerleştirilen örgüt mensuplarının general veya albay rütbesine yükseldikleri, FETÖ/PDY’nin subay ve astsubay olacak mensuplarını özel olarak yetiştirdiği, yapılanmaya mensup olmayan personelin bazı soruşturma ve davalarla tasfiye edildiği ve bu personelin yerine örgüt mensuplarının terfi etmesinin sağlandığı, özellikle bu                                                                    -6-
 yapılanmaya mensup olmayan askeri pilotların çeşitli yöntemlerle kurumdan uzaklaştırıldığı, TSK içerisindeki bu yapılanmanın ordu disiplinini bozacak ve ülke savunmasında zafiyet oluşturacak bir yoğunluğa ulaştığı, FETÖ/PDY’nin kuvvet komutanlıkları, jandarma ve emniyet teşkilatları içindeki mensuplarından oluşan ve on binleri bulan devletten ayrı hiyerarşiye bağlı silahlı bir yapılanmasının olduğu, PDY’nin anayasal düzeni değiştirecek veya ortadan kaldıracak silahlı güce ulaşan örgütün bir askeri darbe yapabilecek tek organize güç olduğu ve darbe teşebbüsünde bulunma tehlikesinin açık ve yakın olduğu, ifade edilmiştir.
 
                1.8) 15 Temmuz 2016 Tarihli Darbe Teşebbüsü:
                Yukarıda kısaca örgüt yapısına ve devlet kurumlarındaki hukuk dışı yapılanmasına yer verdiğimiz FETÖ/PDY, ülkemizde 15/7/2016 gecesi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü demokratik hukuk düzenini cebir ve şiddet kullanarak ortadan kaldırma teşebbüsünde bulunmuştur.
 
                Teşebbüs sırasında TBMM, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, Ankara Emniyet Müdürlüğü, Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekât Daire Başkanlığı, MİT yerleşkelerinin de aralarında bulunduğu birçok yere uçak ve helikopterlerin de kullanıldığı bombalı ve silahlı saldırılar yapılmış, Sayın Cumhurbaşkanı’na yönelik suikast girişiminde bulunulmuş, Sayın Başbakan’ın aracının bulunduğu konvoya silahla ateş edilmiş, Genelkurmay Başkanı’nın da aralarında bulunduğu birçok üst düzey askeri yetkili rehin alınmış, çok sayıda kamu kurumu silah zoruyla işgal edilmiş veya buna teşebbüs edilmiştir. Darbe teşebbüsüne karşı koyan güvenlik görevlileri ile tepki göstermek üzere sokaklara çıkan sivillere uçaklar, helikopterler, tanklar, diğer zırhlı araçlar ve hafif silahlarla saldırılmış, bu sırada (polis, asker ve sivil) 241 kişi hayatını kaybederken, 2194 kişi yaralanmıştır.
 
                Teşebbüste bulunan grup, işgal ettiği Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu aracılığıyla sözde “Yurtta Sulh Konseyi” adına bir korsan bildiri yayınlamıştır. Teşebbüs sırasında ülke genelinde yayın yapan radyo ve televizyonları ele geçirerek darbe girişimi lehine yayın yaptırma girişiminde bulunulmuş; bazı özel televizyon kanallarının binaları işgal edilmiştir.
 
                Darbe girişimine, başta Sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere TBMM, Hükümet ve diğer anayasal organlar tarafından karşı konulmuş, Sayın Cumhurbaşkanı’nın çağrısı üzerine halk sokağa çıkarak darbecilere tepki ve direnişini kahramanca ortaya koymuştur. Türk Halkı o gece siyasi parti, dünya görüşü ayrımı olmaksızın sadece demokratik değerler etrafında birleşerek darbe girişimine karşı eşi benzeri görülmemiş bir direnme örneği göstermiştir. Yurt genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları darbe teşebbüsünde bulunanlar hakkında soruşturma başlatarak güvenlik güçlerine teşebbüse katılanların yakalanması emrini vermişlerdir. Meşru devlet otoritelerinin emir ve talimatlarına göre hareket eden güvenlik güçleri darbecilere karşı harekete geçmiştir. TBMM’de temsil edilen tüm siyasi partiler ile sivil toplum örgütleri darbe teşebbüsünü kabul etmediklerini açıklamışlardır. Basın yayın organlarının neredeyse tamamı darbe teşebbüsü aleyhine yayınlar yapmıştır. Nihayetinde kapsamlı ve güçlü bir dirençle karşılaşan darbe teşebbüsü engellenmiştir.
 
                Darbe girişimine ilişkin olarak çeşitli illerimizde adli soruşturmalar sürmekte olup, Denizli Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/20846 Sor. Nolu, 28/09/2016 tarihli ve 2016/650 sayılı iddianamesiyle, sanıklar hakkında “Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçunun beraberinde başka suç işleme, TBMM’yi ortadan kaldırma veya görevini engellemeye teşebbüs suçunun beraberinde başka suç işleme, TBMM’yi ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini                                                             -7-
 ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma” suçlarından 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2016/167 İDD. Değerlendirme numarasına kayden dava açılmıştır.
 
                Aynı şekilde Denizli Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/19700 soruşturma nolu 06/10/2016 tarihli ve 2016/661 sayılı iddianamesinde de sanıklar hakkında “Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve terör örgütüne üye olma” suçlarından kamu davası açılmıştır.
 
                2) Anayasa ve İlgili Mevzuat Hükümleri:
                2.1) Anayasa'nın “Başlangıç” bölümünün ilgili kısımlarında, “… Anayasa, …Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı; …Hiçbir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin … karşısında korunma göremeyeceği …FİKİR, İNANÇ VE KARARIYLA anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere, TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.” denilmiştir.
 
                Anayasa’nın “Cumhuriyetin nitelikleri” başlıklı 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin insan haklarına saygılı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olduğu;
 
                “Devletin temel amaç ve görevleri” başlıklı 5. maddesinde, Devletin temel amaç ve görevlerinin, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak olduğu,
 
                “Egemenlik” başlıklı 6. maddesinde ise, egemenliğin kayıtsız şartsız Millete ait olduğu, Türk Milletinin, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanacağı, egemenliğin kullanılmasının, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamayacağı, hiçbir kimse veya organın kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı, hüküm altına alınmıştır.
 
                Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması” başlıklı 15. maddesi şöyledir:
                “Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.
 
                Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu                                                                   -8-
 mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.
 
                Anayasa’nın Türkiye Büyük Millet Meclisinin “Kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verme” yetkisini düzenleyen 91. maddesi şöyledir:
                “Türkiye Büyük Millet Meclisi, Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verebilir. Ancak sıkıyönetim ve olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan siyasî haklar ve ödevler kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemez. Yetki kanunu, çıkarılacak kanun hükmünde kararnamenin, amacını, kapsamını, ilkelerini, kullanma süresini ve süresi içinde birden fazla kararname çıkarılıp çıkarılamayacağını gösterir.
 
                Bakanlar Kurulunun istifası, düşürülmesi veya yasama döneminin bitmesi, belli süre için verilmiş olan yetkinin sona ermesine sebep olmaz. Kanun hükmünde kararnamenin, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından süre bitiminden önce onaylanması sırasında, yetkinin son bulduğu veya süre bitimine kadar devam ettiği de belirtilir.
 
                Sıkıyönetim ve olağanüstü hallerde, Cumhurbaşkanının Başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunun kanun hükmünde kararname çıkarmasına ilişkin hükümler saklıdır.
 
                Kanun hükmünde kararnameler, Resmî Gazetede yayımlandıkları gün yürürlüğe girerler. Ancak, kararnamede yürürlük tarihi olarak daha sonraki bir tarih de gösterilebilir.
 
                Kararnameler, Resmî Gazetede yayımlandıkları gün Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulur. Yetki kanunları ve bunlara dayanan kanun hükmünde kararnameler, Türkiye Büyük Millet Meclisi komisyonları ve Genel Kurulunda öncelikle ve ivedikle görüşülür.
 
                Yayımlandıkları gün Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmayan kararnameler bu tarihte, Türkiye Büyük Millet Meclisince reddedilen kararnameler bu kararın Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte, yürürlükten kalkar. Değiştirilerek kabul edilen kararnamelerin değiştirilmiş hükümleri, bu değişikliklerin Resmî Gazetede yayımlandığı gün yürürlüğe girer.”
 
                Anayasa’nın Cumhurbaşkanı’nın “görev ve yetkileri”ni düzenleyen 104. maddesinde, Cumhurbaşkanının Devletin başı olduğu, bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil edeceği, Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözeteceği düzenlenmiş olup, Anayasanın ilgili maddelerinde gösterilen şartlara uyarak yapacağı görev ve kullanacağı yetkiler arasında “Başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu kararıyla sıkıyönetim veya olağanüstü hal ilân etmek ve kanun hükmünde kararname çıkarmak,” görev ve yetkisine de yer verilmiştir.
 
                Anayasa’nın “Olağanüstü yönetim usulleri”nden “Şiddet olaylarının yaygınlaşması ve kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması sebepleriyle olağanüstü hal ilânı”nı düzenleyen 120. maddesinde; Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddî belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması hallerinde, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunun, Millî Güvenlik Kurulunun da görüşünü aldıktan sonra yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde, süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilân edebileceği,
                                                               -9-
 
                Anayasa’nın “Olağanüstü hallerle ilgili düzenleme” başlıklı 121. maddesinde; Anayasanın 119 ve 120 nci maddeleri uyarınca olağanüstü hal ilânına karar verilmesi durumunda, bu kararın Resmî Gazetede yayımlanacağı ve hemen Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulacağı, TBMM tatilde ise derhal toplantıya çağırılacağı belirtildikten sonra, Meclis’in olağanüstü hal süresini değiştirebileceği, Bakanlar Kurulunun istemi üzerine, her defasında dört ayı geçmemek üzere, süreyi uzatabileceği veya olağanüstü hali kaldırabileceği, 119 uncu madde uyarınca ilân edilen olağanüstü hallerde uygulanacak yönetim usullerinin Olağanüstü Hal Kanununda düzenlendiği, olağanüstü hal süresince, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulunun, olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda, kanun hükmünde kararnameler çıkarabileceği, hüküm altına alınmıştır.
 
                Anayasa’nın idarenin eylem ve işlemlerine karşı “yargı yolu”nu düzenleyen 125. maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır. …İdarî işlemin uygulanması halinde telafisi güç  veya imkânsız zararların doğması ve idarî işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe gösterilerek yürütmenin durdurulmasına karar verilebilir. Kanun, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim, seferberlik ve savaş halinde ayrıca millî güvenlik, kamu düzeni, genel sağlık nedenleri ile yürütmenin durdurulması kararı verilmesini sınırlayabilir.
 
                Anayasa’nın Anayasa Mahkemesinin “görev ve yetkileri”ni düzenleyen 148. maddesinin birinci fıkrasında; “Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler (Ek ibare: 7/5/2010-5982/18 md.) ve bireysel başvuruları karara bağlar.  Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler. Ancak, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz.” hükmüne yer verilmiştir.
 
                2.2) 25/10/1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 1. maddesinde;
                “Bu Kanunun amacı, …
                b) Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması,
                Durumlarında olağanüstü hal ilan edilmesi ve usulleriyle olağanüstü hallerde uygulanacak hükümleri belirlemektir”,
 
                2. maddesinde; “Bu Kanun; olağanüstü hal ilanına … olağanüstü hallerin her türü için ayrı ayrı geçerli olmak üzere, temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı veya nasıl durdurulacağına, halin gerektirdiği tedbirlerin nasıl ve ne suretle alınacağına, kamu hizmeti görevlilerine ne gibi yetkiler verileceğine, görevlilerin durumlarında ne gibi değişiklikler yapılacağına ve olağanüstü yönetim usullerine ilişkin hükümleri kapsar.”
 
                3. maddesinde; “Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu: …
                b) Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması hallerinde, Milli Güvenlik Kurulunun görüşünü de aldıktan sonra; Yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya              bütününde altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilan edebilir.
                                                             -10-
                Olağanüstü hal kararı Resmi Gazete’de yayımlanır ve hemen Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur. Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde ise derhal toplantıya çağrılır. Meclis, olağanüstü hal süresini değiştirebilir. Bakanlar Kurulunun istemi üzerine, her defasında dört ayı geçmemek üzere, süreyi uzatabilir veya olağanüstü hali kaldırabilir.
 
                Bakanlar Kurulu, olağanüstü halin bu maddenin birinci fıkrasının (b) bendi gereğince ilanından sonra; süreyi uzatmaya, kapsamını değiştirmeye veya olağanüstü hali kaldırmaya ilişkin hususlarda da karar almadan önce Milli Güvenlik Kurulunun görüşünü alır.
 
                Olağanüstü hal kararının hangi sebeplerle alındığı, bölgesi ve süresi, Türkiye radyo ve televizyonuyla ve Bakanlar Kurulunca gerekli görülen hallerde diğer araçlarla ilan edilir.
 
                4. maddesinde; “Olağanüstü hal süresince, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda Anayasanın 91 inci maddesindeki kısıtlamalara ve usule bağlı olmaksızın, kanun hükmünde kararnamemeler çıkarabilir. Bu kararnameler Resmi Gazete’de yayımlanır ve aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur.” hükümleri bulunmaktadır.
 
                3) 15 Temmuz Darbe Teşebbüsü Sonrasında Yapılan Düzenlemeler ve Alınan Tedbirler:
                3.1) 15 Temmuz darbe teşebbüsü, TSK içerisinde yuvalanmış FETÖ/PDY mensupları ile örgüt imamı konumundaki siviller, polis ve jandarma ile diğer kamu kurumları içerisine sızmış FETÖ/PDY mensupları, ayrıca daha önce meslekten çıkarılmış olan FETÖ/PDY üyelerince örgüt lideri Fetullah Gülen’in emir ve talimatları doğrultusunda gerçekleştirilmiştir. Darbe teşebbüsü, sadece demokratik anayasal düzen yönünden değil, bununla sıkı bağı olan “milli güvenlik” yönünden de mevcut ve ağır bir tehdit oluşturmuştur. FETÖ/PDY’nin kamu kurumlarının neredeyse tamamında örgütlendiğinin ve somut darbe teşebbüsünün de bu yapılanmadan kaynaklandığının anlaşılması üzerine, söz konusu tehdidin acilen bertaraf edilmesi amacıyla konuya ilişkin olağanüstü tedbirler alınması gerekmiştir.
 
                Devletin vatandaşlarına karşı yükümlülükleri kapsamında silahlı darbe teşebbüsünde bulunanların yargı önüne çıkarılarak hesap vermelerinin sağlanması ve ayrıca milletin iradesine bir daha saldırı yapılmasını engelleyecek tedbirlerin alınması, bu bağlamda örgütün kamu ve ulusal ve uluslararası alandaki etki ve gücünün kırılarak tehdit olmaktan çıkarılması Devletin sorumluluğunda olduğundan, devam etmekte olan darbe tehdidinin ortadan kaldırılması için çalışmalar başlatılmıştır. Bu hususta yapılan soruşturmalar kapsamında, başta Genelkurmay Başkanı olmak üzere tanık olarak ifadesine başvurulanlar ile ifadesi alınan örgüt mensuplarının önemli bir kısmı darbe teşebbüsünün Fetullah Gülen’in emir ve talimatları doğrultusunda gerçekleştirildiğini açıkça beyan etmişlerdir. Darbe teşebbüsüne ilişkin yürütülen soruşturmalarda, darbe teşebbüsüne katılan çok sayıda darbeci gözaltına alınmış ve yapılan aramalar sonucu pek çok delil elde edilmiştir. Bu kapsamda Devletin içerisine sızmış olan FETÖ/PDY üyelerinin tespit edilerek, ivedi bir şekilde haklarında gerekli işlemlerin tesis edilmesi bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır.
 
                Bu çerçevede Milli Güvenlik Kurulunun 20/7/2016 tarihli ve 498 sayılı tavsiye kararı ile Anayasa’nın 120. maddesi uyarınca hükümete olağanüstü hâl ilan edilmesi tavsiyesinde bulunulduğundan, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, 20/7/2016            tarihinde, ülke genelinde 21/7/2016 Perşembe günü saat 01.00’den itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine karar vermiştir. Anılan karar 21/7/2016 tarihli ve                                                                       -11-
 
 29777 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
 
                3.2) FETÖ/PDY mensuplarının tüm kamu kurumlarına gizli bir şekilde sızarak devlete paralel bir yapılanma oluşturdukları kamuoyunda herkesçe bilinmektedir. FETÖ/PDY mensupları kamu bürokrasisi içerisinde önemli görevleri üstlenmişler, aralarında kurdukları hücresel gruplar vasıtasıyla birlikte hareket ederek terör örgütünün amaçları doğrultusunda kamu iş ve işlemlerini yönlendirmişlerdir. Bu görevliler gizli bilgileri FETÖ/PDY’ye aktarmışlar ve Devlete karşı sadakat yükümlülüklerini ihlal etmişlerdir. Bu bakımdan, FETÖ/PDY mensuplarının ve bunlarla bağlantılı kişilerin kamu kurumları bünyesinde görevlerine devam etmelerinin hukukun üstünlüğü, demokrasi, insan hakları ve Devletin güvenliği açısından büyük bir tehdit oluşturduğu anlaşılmıştır.
 
                Bilindiği üzere devlet, genel kamu hukukunda, toplumu meydana getiren bireyler üzerinde zorlayıcı yetkiye sahip en üst otoritedir. Devlet bu yetkisini hukuk kuralları çerçevesinde yürütür. Bu hukuku istihdam ettiği kamu görevlileri eliyle uygular. Bir devletin ülkesi içinde aynı anda ikinci bir üstün otorite olamaz. Bu bakımdan hiçbir hukuk devleti meşru devlet otoritesinin talimatları ve yürürlükteki yasalar yerine gayrimeşru şekilde oluşmuş ve zaman içindeki hukuk dışı faaliyetleri ve amaçlarının anlaşılmasıyla bir ulusal güvenlik tehdidi ve terör örgütü olarak kabul edilmiş bir örgüt ve liderinin gayrimeşru otoritesine tabi olmayı seçen kişileri kendi bünyesinde barındırmaz.
 
                Demokratik bir ülkede kamuda istihdam edilen görevlilerin, Devletin temeli olan Anayasa ve kanunlara sadakat ile görev, yetki ve sorumluluklarını düzenleyen kanunlar çerçevesinde hareket etme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu kapsamda devletler, kamuda gerek göreve kabul, gerekse görevin devamı sürecinde kişilerde Devlete sadakat kriterini aramaktadır. Kamu görevlilerinin bu kriteri taşımadığının değerlendirilmesi halinde, devletin kamu görevine son verme hususunda yetkisi bulunmaktadır.
 
                Nitekim gerek Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Doğu Avrupa ülkelerinde, gerekse birleşme sürecinde Almanya’da demokratikleşme sürecini başarıyla tamamlamaya, temel haklara saygılı bir ülke olmaya ve olası tehditleri ortadan kaldırabilmeye yönelik politikalar uygulanmıştır. Hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında, hem de Venedik Komisyonu görüşlerinde uygulanan politikalar bakımından devletlere tanınan takdir yetkisi, sadakat yükümlülüğüne aykırı davranan kamu görevlilerinin demokratik hukuk devletine karşı oluşturabileceği olası tehdidin bertaraf edilmesini de kapsamaktadır.
 
                Avrupa ülkelerinde yaşanan arındırma süreçlerine gerekçe oluşturan hukuk devletine yönelik potansiyel tehdidin ödesinde, ülkemizde Devletin içine sızan FETÖ/PDY mensuplarının bir kısmı 15 Temmuz 2016’da darbe teşebbüsünde bulunmuştur. Mensuplarına takiyye ve tedbir gibi ileri gizlenme tekniklerini kullandırarak bir casusluk örgütü olarak da faaliyet gösteren bu örgüte mensup, iltisaklı ve irtibatlı kişilerin demokratik hukuk devletine karşı yakın, açık ve ciddi bir tehlike oldukları aşikardır. Bu nedenle darbe teşebbüsü akabinde Devlet kurumlarının FETÖ/PDY ile iltisakı, irtibatı ve mensubiyeti değerlendirilen örgüt üyelerinden hızlı bir şekilde bertaraf edilebilmesi amacıyla Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının verdiği yetki kullanılarak, uluslararası yükümlülüklere uyumlu şekilde olağanüstü hal KHK’ları çıkarılmıştır.
 
                                                                        -12-
                3.3) 672 sayılı KHK Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirler:
                667 sayılı KHK’nın ihdasından sonra görülen lüzum üzerine 672 sayılı “Olağanüstü Hal Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname 01/09/2016 tarihli ve 29818 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
 
                Anılan KHK’nın genel gerekçesinde;
                “FETÖ/PDY terör örgütü kendisine bağladığı ve kontrol ettiği başta eğitim, ordu, emniyet, yargı, mülki idare mensupları olmak üzere kamu görevlileri aracılığıyla, Devlet kurumlarını ele geçirmeyi ve örgüt amaçları doğrultusunda kullanmayı temel strateji olarak benimsemiş ve uygulamıştır. Nitekim 15 Temmuz darbe teşebbüsü bu yapıya aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olan kişilerin nasıl ülke, millet ve Devlete karşı düşmanca bir eyleme kalkışabileceklerini göstermiştir. Bu nedenle milli güvenliğe dönük muhtemel tehditlerin önlenmesi ve normalleşmenin sağlanması bakımından, bu yasadışı, tehlikeli yapılanmanın Devlet içindeki mensuplarının ayıklanması hayati önemi haizdir.
 
                Bu kişiler, Anayasa ve kanunlar uyarınca kamu görevlisi sıfatıyla uymakla yükümlü oldukları sadakat, tarafsızlık ve eşitlik gibi en temel ilkeleri örgütsel ve gizli bir dayanışma ile çiğneyerek, Devlet ve millete en büyük ihaneti yapmışlardır. Zira Anayasanın 129 uncu maddesinde memurlar ve diğer kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlü olduğu belirtilmiş, 657 sayılı Kanunun 6 ncı maddesinde Devlet memurlarının Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına ve kanunlarına sadakatle bağlı kalmak ve kanunları sadakatle uygulamak zorunda oldukları hükme bağlanmıştır. Aynı maddede düzenlenen yemin belgesinde, Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını milletin hizmetinde olarak tarafsızlık ve eşitlik ilkelerine bağlı kalarak uygulamak ve Anayasaya sadakat, memurun yükümlülüğü olarak düzenlenmiştir. 657 sayılı Kanunun 7 nci maddesi de, memurların her durumda Devletin menfaatlerini koruyacağını, Anayasaya aykırı, bağımsızlık ve bütünlüğü bozucu, milli güvenliği tehlikeye atan hiçbir harekete, gruplaşmaya, teşekküle veya derneğe katılamayacaklarını ve yardım edemeyeceklerini hüküm altına almıştır.
 
                Olağanüstü hal kapsamında, şimdiye kadar Anayasanın 121 inci maddesi ile 2935 sayılı Kanunun 4 üncü maddesi uyarınca bir dizi olağanüstü hal kanun hükmünde kararnamesi çıkarılmıştır. Bu kanun hükmünde kararnamelerde, darbe girişimiyle doğrudan bağlantılı Türk Silahlı Kuvvetleri, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı personeli ile diğer bazı kamu personelinin mesleklerinden ve kamu görevinden çıkarılmalarına ve buna bağlı birtakım tedbirlere ilişkin hükümler de yer almıştır.
 
                Kamu görevlilerinin, günümüzde insanlığın karşı karşıya kaldığı en önemli tehditler arasında yer alan ve en temel insan hakkı olan yaşam hakkı başta olmak üzere, vatandaşlarımızın temel hak ve hürriyetlerden yararlanabilmesinin önünde en ciddi engellerden birini oluşturan terör örgütleri ile iltisaklı ve irtibatlı olmaları hiçbir şekilde kabul edilemez.
 
                Bu çerçevede devlet kurumlarında terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan kamu personelinin belirlenmesine yönelik titiz ve kapsamlı bir çalışma yürütülmektedir. Bu Kanun Hükmünde Kararname ile bugüne kadar yapılan çalışmaların sonucu olarak terör örgütlerine veya Milli                                                                     -13-
 Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olanların Devlet kurumlarından çıkarılması ve buna bağlı tedbirler düzenlenmektedir.” denilmektedir.
 
                Yukarıda yer verilen gerekçe kapsamında 672 sayılı KHK’nın “Kamu Personeline İlişkin Tedbirler” başlıklı 2 nci maddesinin birinci fıkrası (a) bendinde;
                “Kamu personeline ilişkin tedbirler
                MADDE 2- (1) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olan;
 
                a) Ekli (1) sayılı listede yer alan kişiler kamu görevinden,

başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın çıkarılmıştır. Bu kişilere ayrıca herhangi bir tebligat yapılmaz. Haklarında ayrıca özel kanun hükümlerine göre işlem tesis edilir.”
                hükmü getirilmek suretiyle KHK ekinde kamu görevinden çıkarılan personelin isim listesi yayımlanmıştır.
 
                3.5. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile İlgili Derogasyon Bildirimi Yapılmıştır:
                Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 15. maddesi AİHS'nin 15. maddesine benzer şekilde; idarenin bu gibi durumlarda nasıl hareket etmesi gerektiğini açıkça düzenlemiştir. Bu düzenlemeler uyarınca, darbe teşebbüsü sonrasında OHAL süresince alınacak tedbirlerde "mutlak gereklilik" ve "orantılılık" ilkelerine hassasiyetle uyulmaktadır.
 
                Bu kapsamda, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ("AİHS" veya "Sözleşme") 15. maddesi uyarınca Sözleşmeden kaynaklanan hak ve özgürlüklerin korunmasına dair yükümlülüklere ilişkin derogasyon beyanı da 21 Temmuz 2016 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreterine bildirilmiştir.
 
                Olağanüstü hal süresince alınan tedbirler gündelik hayatta herhangi bir değişikliğe neden olmamıştır. Temel hak ve hürriyetlere ilişkin gündelik hayatı etkileyecek herhangi bir sınırlandırmaya gidilmemiştir. Alınan tedbirler OHAL’in gerekli kıldığı konularla sınırlı kalmıştır. OHAL kararı, kişilerin hak ve özgürlüklerini sınırlamak için değil, FETÖ/PDY ve diğer terör örgütleri ile etkili bir şekilde mücadele kapsamında Devletin daha hızlı hareket edebilmesi amacıyla alınmıştır. Demokrasi ve halkın iradesini korumak amacıyla Devletin bu hukuki yetkisini kullanması en doğal hakkıdır.
 
                4) Olağanüstü Hal KHK’larının dava konusu edilemeyeceği:
                2577 sayılı İdarî Yargılama Usûlü Kanunu'nun 2'nci maddesinde, "İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları", idarî dava türleri arasında sayılmış; "Dilekçeler üzerine ilk inceleme" başlıklı 14'üncü maddesinin 3/d bendinde, dava dilekçesinin idarî davaya konu edilebilecek kesin ve yürütülmesi gerekli bir işlem olup olmadığı yönünden inceleneceği belirtilmiş; 15'inci maddesinin l/b bendinde ise, davaya konu edilen işlemin idarî davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gerekli bir işlem niteliğinde bulunmaması durumunda davanın reddedileceği hükme bağlanmıştır.
 
                İdarî davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi gerekli işlemler, öğreti ve içtihatta idarî makam ve mercilerin kamu gücüne dayanarak idare işlevine (İdare Hukuku alanına)                                                                -14-
 ilişkin olarak yaptıkları ve ilgililer hakkında çeşitli hak ve/veya yükümlülükler doğurmak suretiyle hukuk düzeninde değişiklik yapan, başka bir anlatımla, ilgililerin hukukunu etkileyen irade beyanları olarak tanımlanmaktadır.
 
                Başka bir ifadeyle; idari işlem, idari makamların, kamu gücü ve kudreti ile hareket ederek, idare işlevine ilişkin olarak yaptıkları ve çeşitli hak ve yükümlülükler doğuran tek yanlı irade açıklamalarıdır. (Erkut, Dr. Celal- 2015- İptal Davasının Konusunu Oluşturma Bakımından İdari İşlemin Kimliği-s. 2, 92)
 
                Diğer yandan; yasama fonksiyonu, meclislerin siyasi görevlerinin özelliklerinden kaynaklanmakta ve genellikle kanunların hazırlanması ile hükümetin denetlenmesi konusunda yapılan işlemler ile yerine getirilmektedir. Bu bağlamda, Türk Hukukunda 1982 Anayasası, Yasama fonksiyonunun T.B.M.M. tarafından yerine getirileceğini (md.7) kabul ettikten sonra T.B.M.M.’nin bu konudaki görevlerini de 87 ila 100 üncü maddelerinde belirlemiştir. …yasama fonksiyonuna ilişkin işlemler, yasama işlemi kabul edilmekte ve doğal olarak idari yargının –ve giderek iptal davasının- kapsamı dışında kalmaktadır. (Erkut, Dr. Celal- 2015- İptal Davasının Konusunu Oluşturma Bakımından İdari İşlemin Kimliği-s. 2, 92)
 
                Danıştay Beşinci Dairesinin 04/04/2016 gün ve E:2014/1845, K:2016/1931 sayılı kararında da belirtildiği üzere; kanun hükmünde kararnameler, yürütme organının bir işlemi olmakla birlikte, işlevsel anlamda kanun niteliğini taşıyan hukukî düzenlemelerdir. Dolayısıyla; idarî işlemlere karşı açılan davaların çözümüyle görevli idari yargıda, KHK hükümlerinin iptali için açılmış bir davanın incelenmesi hukuken mümkün değildir.
 
                Anılan Danıştay kararı, olağan dönemde çıkarılan KHK kapsamında yer alan bir uyuşmazlık hakkında verilmiştir. Bunlara ilişkin Anayasanın 152'nci maddesi uyarınca; mahkemelerin görmekte olduğu uyuşmazlıkta ilgili KHK hükümlerinin iptali için Anayasa Mahkemesine itiraz yolu ile başvuruda bulunabilmesi mümkündür.
 
                Buna karşın dava konusu olayda Anayasada özel olarak düzenlenmiş olağanüstü hâl döneminde çıkarılan bir KHK söz konusudur. Bu hususa ilişkin Anayasa'nın 148'inci maddesinin birinci fıkrasında aynen şu ifade geçmektedir: Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler (Ek ibare: 07/05/20)0-5982 S.K./18. md.) ve bireysel başvuruları karara bağlar. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler. Ancak, olağanüstü hâllerde, sıkıyönetim ve savaş hâllerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz."
 
                Görüldüğü gibi; herhangi bir istisnaya yer verilmeksizin olağanüstü hâllerde çıkarılan KHK'ların hem şekil hem de esas bakımından Anayasa'ya aykırılığı için Anayasa Mahkemesine başvuru yolu kapalı tutulmuştur.
 
                Kaldı ki; doğrudan olağanüstü hâllerde çıkarılan KHK'larla yapılan düzenlemelerin etkilediği kişilerin de bunların kendileri yönünden iptali amacıyla idari yargıya başvurması mümkün değildir. Zira, gerek olağan hâllerde çıkarılan KHK'Iar gerekse olağanüstü hâllerde çıkarılan KHK'ların işlevsel anlamda bir yasama faaliyeti                                                                -15-
 olduğu ve idari işlem olarak değerlendirilemeyeceği açıktır.
 
                Bu kapsamda, dava dilekçesine bakıldığında, ortada idari bir işlem olmadığı, dava konusu edilen hususun bir yasama faaliyeti olduğu, bu nedenle davacının kamu görevinden çıkarılmasının idari davaya konu edilmesinin hukuken mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. 672 sayılı KHK eki liste ile kamu görevinden çıkarılanlar bakımından idareye herhangi bir değerlendirme yapma ya da başka yönde işlem tesis etme imkânı tanınmamıştır. Zaten; KHK hükmünde açıkça, başka hiçbir işlemin varlığına gerek kalmaksızın kamu görevinden çıkarıldıkları belirtilmektedir. Bu nedenle, kanun niteliğini taşıyan hukukî bir düzenleme ile kamu görevine son verilenler hakkında, davalı idarelerce kurulmuş, idarî davaya konu olabilecek bir işlemin varlığından söz edilmesine imkân bulunmamaktadır.
 
                Dolayısıyla bu dava esası incelenmeksizin reddedilmelidir. Nitekim, yukarıda açıkladığımız hususlar başta Isparta.  İdare Mahkemesinin 01/11/2016 tarihli ve E:2016/1286, K:2016/1050 sayılı kararı ile aynı konuda farklı idare mahkemelerinde açılmış yüzlerce davada verilen emsal kararlarda açıkça ifade edilmiş ve davalar esası incelenmeksizin reddedilmiştir.
 
                Diğer bir husus olarak; KHK’lara ekli olarak yapılan ihraç işlemleri teknik olarak yasama faaliyeti niteliğinde olduğundan, bu işlemlere karşı dava yolu kapalıdır. AİHM Büyük Dairesi tarafından verilen Eskelinen/Finlandiya  kararında da ifade edildiği üzere, kamu görevlilerine ilişkin işlemlere karşı yargı yolunu kapatma hususunda Devletin takdir hakkı bulunmaktadır. Sonuç itibarıyla Devlete karşı sadakat yükümlülüklerini ihlal eden kamu görevlilerinin meslekten çıkarma işlemlerine karşı yargı yolunun kapatılmasının AİHS ve AİHM içtihatları uyarınca Devletin takdir yetkisi kapsamında kaldığı açıktır.
 
                5) Davanın AİHS ve AİHM Kararları Çerçevesinde Değerlendirilmesi:
                Yukarıda da belirtilmiş olduğu gibi AİHS’in 15. maddesi uyarınca ülkemiz tarafından, Sözleşmeden kaynaklanan hak ve özgürlüklerin korunmasına dair yükümlülüklere ilişkin derogasyon bildirimi 21 Temmuz 2016 tarihinde Genel Sekretere bildirilmiştir.
 
                Bilindiği gibi AİHS’nin ilk 14 maddesinde Sözleşmeci Devletlerin temel hak ve özgürlüklere ilişkin yükümlülüklerine yer verilmiş olup, 15. maddesinde ise genel istisnai hüküm getirilerek olağanüstü hallerde sözkonusu hak ve özgürlüklerden kaynaklanan yükümlülüklerden derogasyona gidilmesi düzenlenmiştir
.
                Söz konusu maddede;
                “Savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike halinde her Yüksek Sözleşmeci Taraf, ancak durumun gerektirdiği ölçüde ve uluslararası hukuktan doğan başka yükümlülüklere ters düşmemek koşuluyla bu Sözleşmede öngörülen yükümlülüklere aykırı tedbirler alabilir.
 
                Yukarıdaki hüküm, meşru savaş fiilleri sonucunda meydana gelen ölüm hali dışında, 2. madde ile 3. ve 4. maddeler (fıkra 1) ve 7. maddeyi hiçbir suretle ihlale mezun kılmaz.
 
                Bu maddeye göre aykırı tedbirler alma hakkını kullanan her Yüksek Sözleşmeci Taraf, alınan tedbirler ve bunları gerektiren nedenler hakkında Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'ne tam bilgi verir. Bu Yüksek Sözleşmeci Taraf, sözü geçen tedbirlerin yürürlükten kalktığı tarihi de Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'ne bildirir.” denilmiştir.
                                                                      -16-
                Madde metninden de anlaşılacağı üzere, Devletlerin bireyleri muhtemel terör saldırılarına karşı korumak şeklinde pozitif bir yükümlülüğü bulunmakta olup bu hükümle Sözleşmeci devletlere savaş veya uluslarının varlığını tehdit eden genel bir tehlike halinde, bu Sözleşmede öngörülen yükümlülüklere aykırı tedbirler alma hakkı tanınmış olup bu tedbirleri Avrupa Konseyi Genel Sekreterine bildireceği düzenlenmiştir.
 
                Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM), AİHS’nin 15 inci maddesi kapsamında verdiği kararlarında da belirtildiği gibi; söz konusu maddenin uygulanmasının esasa ilişkin bazı temel şartları bulunmaktadır. Bunlar;
 
                Savaş ya da ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlike:
                AİHM, verdiği kararlarla bir genel tehlikenin ne olduğunun belirlenmesi konusunda Devletlerin rolünü tespit etmiştir. AİHM içtihadına göre, ulusal merciler, mevcut acil ihtiyaçları birinci elden ve anında tespit edebilmeleri nedeniyle hem böyle bir tehlikenin varlığı, hem de bunu devre dışı bırakmak için gerek duyulan istisnaların özellik ve kapsamı hakkında karar verme konusunda uluslararası yargıçtan daha iyi bir konumdadırlar, dolayısıyla bu meselede ulusal makamlara geniş bir takdir hakkı bırakılmalıdır.
 
                AİHM, Lawless-İrlanda Davası kararında Sözleşmenin 15. maddesi bağlamındaki değerlendirmesinde (1 Temmuz 1961 Seri A, No:3) “savaş veya ulusun varlığını tehdit eden haller” ifadesinin doğal ve alışılmış anlamının yeterince açık olduğunu belirttikten sonra,
                “Bu ifade, halkın tamamını etkileyen ve devletin de bir parçası olduğu toplumun örgütlü yaşamına karşı bir tehdit oluşturan olağanüstü bir tehlike ya da kriz durumuna işaret etmektedir. Bu kavramın doğal ve alışılmış anlamını tespit eden mahkeme İrlanda Hükümetinin 5 Temmuz 1957’de (idari gözaltıyla ilgili özel bir kanuna ilişkin) bir tebliğ yayımlamasına yol açan olay ve koşulların bu kavrama dahil edilip edilmeyeceğini belirlemelidir. Mahkeme yaptığı inceleme sonucunda bu olay ve koşulların söz konusu kavrama dahil olduğunu ve İrlanda Hükümetinin “ulusun varlığını tehdit eden olağanüstü bir durum”un varlığı şeklindeki bir sonuca çeşitli etkenlerin bir arada bulunması neticesinde makul olarak ulaştığını tespit etmiştir. Bu etkenlerin ilki, İrlanda Cumhuriyeti toprakları üzerinde Anayasaya aykırı faaliyetlerde bulunan ve şiddet kullanarak amaçlarına ulaşmak isteyen gizli bir ordunun bulunması; ikincisi bu ordunun devletin toprakları dışında da faaliyet göstermesi nedeniyle İrlanda Cumhuriyetinin komşusuyla olan ilişkisini ciddi biçimde tehlikeye sokması; üçüncüsü de 1956 sonbaharından itibaren 1957 yılının ortalarına kadar terör eylemlerinde sürekli ve korku verici bir artış gözlenmiş olmasıdır.”
                diyerek savaş veya ulusun varlığını tehdit eden hallerden ne anlaşılması gerektiğini ortaya koymuştur.
 
                Ayrıca, AİHM yine verdiği kararlarla, “genel bir tehlike”nin mevcut kabul edilmesi için aşağıdaki ön koşulların varlığını aramıştır:
 
                a) Tehlike, fiili ya da yakın olmalıdır.
 
                b) Ulusun tamamına yönelik olmalıdır.
 
                c) Toplumun örgütlü yaşamının sürdürülmesi tehdit altında olmalıdır
 
                d) Kriz ya da tehlike, kamu güvenliği, halk sağlığı ve asayişini sağlanması için                                                                      -17-
 
 Sözleşmede izin verilen normal tedbir ya da kısıtlamaların yetersiz kalacağı derecede istisnai olmalıdır. (Yunanistan davası, Yearbook of the European Convention on Human Rights, 1969, s.72)
 
                Tedbirlerin durumun gerektirdiği ölçüde olması şartı:
                Sözü edilen bu şarta ilişkin olarak ise; AİHM kararlarında, ulusun varlığının olağanüstü bir tehlike altında olup olmadığının, bu tür bir tehdit varsa bunu gidermek için hangi tedbirleri almak gerektiğinin tespitinin Sözleşmeci Devletlerin sorumluluk alanında olduğu, Sözleşmenin 15/1 maddesiyle bu konuda ulusal makamlara geniş bir takdir yetkisi bırakıldığı ifade edilmektedir.
 
                FETÖ/PDY örgütü tarafından 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü sonrası ülke genelinde ilan edilen olağanüstü halle ilgili olarak çıkarılan KHK’ları yukarıda kısaca yer verilen AİHM kararları çerçevesinde incelediğimizde; KHK’larla getirilen tedbirlerin AİHS’nin 15. maddesine uygun olarak alındığı ve keza sözkonusu KHK’larda öngörülen şekilde yapılan uygulamaların da AİHM kararlarına aykırılık taşımadığı açıkça anlaşılmaktadır.
 
                Nitekim doktrinde de kabul edildiği üzere, olağanüstü hal dönemlerinde, olağanüstü halin ilanına neden olan hukuk dışı maddi olayların derecesi ile idarenin takdir yetkisinin genişlemesi doğru orantılıdır. Böyle dönemlerde, hukuk dışı olayların derecesi arttıkça, idarenin takdir yetkisi de ona bağlı olarak artmaktadır.
 
                Zira, yukarıda ayrıntılı olarak açıkladığımız gibi; gerçek amacının devleti ele geçirmek olduğu tereddütsüz olan, MGK ve bazı mahkeme kararlarıyla da terör örgütü olarak belirlenmiş bulunan FETÖ/PDY yapılanması, bu amaçla yıllar içerisinde tüm kamu kurum ve kuruluşlarında; özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri, mülki idare birimleri, yargı teşkilatı, kolluk birimleri, eğitim kurumları gibi yerlerde kadrolaşmış ve faaliyetlerini eğitim ve sivil toplum başta olmak üzere zamanla birçok alanda genişleterek yüzü aşkın ülkede örgütlenmiştir. Nihai olarak 15 Temmuz 2016 tarihinde FETÖ/PDY’nin Türk Silahlı Kuvvetleri içine sızmış mensupları ile sivil ve kamu görevlisi olan unsurları birleşerek Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine, anayasal düzeni değiştirmeye yönelik darbeye teşebbüs etmek suretiyle tüm ülke genelinde yaygın bir terör ve şiddet faaliyeti gerçekleştirmiş ve yüzlerce vatandaşımızın hayatını kaybetmesine ve binlercesinin yaralanmasına neden olmuştur. Ayrıca, komşu ülkelerle yaşadığımız bir takım sorunlarda ve ülkemizde gerçekleştirilen bazı terör olaylarında sözü edilen FETÖ/PDY yapılanmasının ilgisi bulunduğu da kamuoyunda tartışılmaktadır.
 
                Yaşanan bütün bu süreç ve devletin en hassas birimlerine sızan örgüt elemanlarının siyasi ve askeri casusluk fiillerini de içeren faaliyetleri dikkate alındığında, milli güvenliği ve devletin devamlılığını sağlamak için KHK’larla alınan tedbirlerin gerekliliği açıkça anlaşılmaktadır. Milli güvenliğe yönelik muhtemel tehditlerin önlenmesi ve normalleşmenin sağlanması bakımından bu yasa dışı tehlikeli yapılanmanın devlet içerisindeki mensuplarının ayıklanmasının hayati öneme haiz olduğu tartışmasızdır. Bu nedenle, KHK’larla alınan tedbirlerin AİHM’nin emsal kararlarına aykırılığı bulunmamaktadır.
 
                KHK’larda geçen iltisak, irtibat ve mensupluk kavramları, idari sorumluluk açısından getirilmiş olup, cezai sorumluluğa ilişkin yeni bir unsur ihtiva etmemektedir. Bu anlamda, cezai sorumluluk açısından FETÖ/PDY üyeliğinin tespitinde Türk Ceza Kanunu’nun (TCK)                                                                  -18-
 314. maddesinde belirtilen unsurların gerçekleşip gerçekleşmediği ceza mahkemeleri tarafından değerlendirilecek olup KHK’lar ile bu alanda bir düzenleme yapılmamıştır. Yani TCK kapsamında aranan deliller bakımından 15 Temmuz öncesinden farklı bir durum söz konusu değildir.
 
                6) Davacı, Bir Kamu Görevlisi Olarak Devlete Karşı Sadakat Borcunu Yerine Getirmemiştir:
                Anayasanın 129. maddesiyle, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.
 
                657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 6. maddesinde de, Devlet memurlarının, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına ve kanunlarına sadakatla bağlı kalmak ve milletin hizmetinde Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını sadakatla uygulamak zorunda oldukları, Devlet memurlarının bu hususu "Asli Devlet Memurluğuna" atandıktan sonra en geç bir ay içinde kurumlarınca düzenlenecek merasimle yetkili amirlerin huzurunda yapacakları yeminle belirtecekleri ve özlük dosyalarına konulacak "Yemin Belgesi" ni imzalayarak göreve başlayacakları ifade olunmuştur.
 
                657 sayılı Kanunun “Tarafsızlık ve devlete bağlılık” başlıklı 7. maddesinde de, “Devlet memurları siyasi partiye üye olamazlar, herhangi bir siyasi parti, kişi veya zümrenin yararını veya zararını hedef tutan bir davranışta bulunamazlar; görevlerini yerine getirirlerken dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi ayırım yapamazlar; hiçbir şekilde siyasi ve ideolojik amaçlı beyanda ve eylemde bulunamazlar ve bu eylemlere katılamazlar.
 
                Devlet memurları her durumda Devletin menfaatlerini korumak mecburiyetindedirler. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına ve kanunlarına aykırı olan, memleketin bağımsızlığını ve bütünlüğünü bozan Türkiye Cumhuriyetinin güvenliğini tehlikeye düşüren herhangi bir faaliyette bulunamazlar. Aynı nitelikte faaliyet gösteren herhangi bir harekete, gruplaşmaya, teşekküle veya derneğe katılamazlar, bunlara yardım edemezler” hükmü bulunmaktadır.
 
                OHAL KHK’larıyla FETÖ/PDY örgütünün Devlet içerisindeki mensuplarının ayıklanmasının hayati önemi haiz bulunduğu yukarıda ayrıntılı olarak açıklanmıştı. Burada kısaca belirtmek gerekirse; bu kişiler, Anayasa ve kanunlar uyarınca kamu görevlisi sıfatıyla uymak zorunda oldukları sadakat, tarafsızlık ve eşitlik gibi en temel ilkeleri örgütsel ve gizli bir dayanışma ile çiğneyerek kamuda görevlerini sürdürme imkânını kendi fiilleriyle ortadan kaldırmışlardır.
 
                Devletin içine kamu görevlisi olarak sızan örgüt üyeleri, örgütle iltisaklı veya irtibatlı kişiler, devlet hiyerarşisi içerisindeki amirinden değil, terör örgütünün görevlendirdiği paralel yapı elemanlarından aldığı emirlerle hareket etmiş, devletin gizli bilgi ve belgelerini terör örgütünün kendi amaçları doğrultusunda kullanmış, devlet sırrı niteliğindeki görüşme, toplantı, bilgi ve belgeleri ifşa ederek milli güvenliğimizi zafiyete uğratmışlardır. 15 Temmuz darbe girişimiyle, kamu kurum ve kuruluşlarında bu örgüte mensup, iltisaklı veya irtibatlı olanların alacakları talimata göre aynı eylemleri tereddütsüz işleyecekleri kuşku bırakmayacak şekilde ortaya çıkmıştır.
 
                Devlette görev yapan kamu görevlilerinin, günümüzde insanlığın karşı karşıya kaldığı en önemli tehditler arasında yer alan ve en temel insan hakkı olan yaşam hakkı başta olmak                                                               -19-
 üzere, vatandaşlarımızın temel hak ve hürriyetlerden yararlanabilmesinin önünde en ciddi engellerden birini oluşturan terör örgütleri ile iltisaklı ve irtibatlı olmalarının hiçbir şekilde kabul edilemeyeceği izahtan varestedir.
 
                7) Davacının Kazanılmış Hak İddiasının Hukuki Dayanağı Bulunmamaktadır:
                OHAL döneminde çıkarılan KHK’lar kapsamında kamu görevinde bulunan terör örgütü mensupları için alınan ihraç tedbirleri zorunlu olup, terör örgütü mensubu, iltisaklı ve irtibatlı kamu görevlilerinin devlete olan sadakatsizlikleri, örgüt içinde ve örgüt amaçları doğrultusunda gerçekleştirdikleri faaliyetlerinin mahiyetleri, bağlılıklarının devlete değil terör örgütüne olması ve bu örgüt tarafından gerçekleştirilen terör eylemi ve darbe teşebbüsü dikkate alındığında, davacıların kazanılmış hak ilkesine dayanmaları hukuken mümkün görülmemektedir.
 
                Kaldı ki memuriyet statüleri sona eren kişilerin, memuriyet statüsünden kaynaklanan haklarla ilgili kazanılmış hak iddiasının da hiçbir hukuki temeli bulunmamaktadır. Şöyle ki;
 
                Anayasa Mahkemesinin 26.06.2014 tarihli ve 2012/931 Başvuru numaralı kararında da yer aldığı üzere; kazanılmış haklara saygı ilkesi, hukukun genel ilkelerinden birisi olup, hukuk güvenliği ilkesinin bir sonucudur. Kazanılmış bir haktan söz edilebilmesi için bu hakkın, yeni kanundan önce yürürlükte olan kurallara göre bütün sonuçlarıyla fiilen elde edilmiş olması gerekir. Kazanılmış hak, kişinin bulunduğu statüden doğan, kendisi yönünden kesinleşmiş ve kişisel niteliğe dönüşmüş haktır. Bir statüye bağlı olarak ileriye dönük, beklenen haklar ise bu nitelikte değildir.
 
                Bu durumda kamu görevinden çıkarılmakla birlikte memuriyet statüleri sona eren kişiler bakımından memuriyet statüsüne bağlı hakların kazanılmış hak olarak değerlendirilemeyeceği açıktır. Nitekim bir “statü” olan memuriyete ilişkin hakların, ancak ve sadece bu statüye mensup kişiler açısından kazanılmış hak teşkil etmesi mümkündür. Bu nedenle yukarıda açıklanan şekilde kamu görevinden çıkarılan kişilerin kazanılmış haklarının zedelendiği iddiasının hukuki dayanağı bulunmamaktadır.
 
                8) Davacının savunma hakkının kullandırılmadığı iddialarına ilişkin olarak:
                Bilindiği gibi, idare hukukunda kamu görevlisinin “ihraç” edilmesi müessesesinin usul ve esasları, ilgili mevzuatlarında düzenlenmiştir. Ancak, OHAL döneminde çıkarılan KHK’larda, FETÖ/PDY Terör Örgütü tarafından gerçekleştirilen darbe girişiminin niteliği ve tehlikenin halen devam ediyor olması nedeniyle, somut olaya münhasır ve yeni bir müessese olarak kamu görevinden çıkarma öngörülmüştür.
 
                Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın yukarıda yer verilen kararlarında da belirtildiği gibi; KHK’nın 3. ve 4. maddelerinde öngörülen meslekten veya kamu görevinden çıkarma; adli suç veya disiplin suçu işlenmesi karşılığında uygulanan yaptırımlardan farklı olarak terör örgütleri ile milli güvenliğe karşı faaliyette bulunduğu kabul edilen diğer yapıların kamu kurum ve kuruluşlarındaki varlığını ortadan kaldırmayı amaçlayan, geçici olmayan ve nihai sonuç doğuran “olağanüstü tedbir” niteliğindedir.
 
                Kamu görevinden çıkarmanın farklı ve münhasır bir müessese olması karşısında, “ihraç” ve “disiplin” müesseselerine ilişkin bulunan savunma alınması gibi kural ve usullerin somut olay bakımından öngörülmediği, niteliğiyle dahi bağdaşmadığı tartışmasızdır. Bu tedbirin olağanüstü hal kapsamında öngörüldüğü dikkate alındığında, “savunma hakkının                                                                          -20-
 kullandırılmaması veya engellenmesi” şeklinde bir iddia ileri sürülmesi mümkün değildir.
 
                Bununla beraber, uygulamada, görevine son verilen veya meslekten çıkarılan diğer kamu görevlilerinin yeniden inceleme talepleri kabul edilmekte ve taleplerin haklı bulunması halinde görevlerine iade işlemi gerçekleştirilmesi konusunda Hükümet tarafından başlatılan süreç devam etmektedir.
 
                Yukarıda açıklanan tüm hususlardan görüldüğü üzere yapılan ihraçlar, devletin görevi ve vatandaşlarına karşı yükümlülüklerinin gereği, terör örgütleriyle mücadele ve yeni bir darbe kalkışmasını önlemeye yönelik, zorunlu, acil ve orantılı tedbir niteliğinde olup haklı ve hukuka uygundur. Bu nedenle, haksız ve hukuki dayanaktan yoksun davanın reddi gerekmektedir.
 
  Bahse konu mahkeme kararının bozulması için istinaf yoluna gidilmiştir ancak, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dahi dava açılamaz. Bu sebeple de  söz konusu istinaf talebinin reddini   talep ediyoruz.
 
                SONUÇ VE İSTEM            : Yukarıda arz ve izah edilen mahkemenizce de resen göz önüne alınacak sebeplerden dolayı davacının istinaf  talebinin reddi ile davanın reddi yönünde karar verilmesine, yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına karar verilmesini arz ve talep ederim.
 
Sevgi KARA
                                                                                                                Hukuk Müşaviri
 Rahmi Ofluoğlu
Avukat