Öğrencinin yurt sorununu bir başka sorunla birlikte düşünerek çözmek

Bizim demokrasimizin bir cilvesi olacak; İktidar şu son 16 yılını “lale Devri” havasında geçirmeye kalkınca ülkede sorunları aldı yürüdü.
Hangi birini sayalım ki?

Hatta bu işin “telafi”sinde bile başımızın daha yıllar boyunca daha çok hangisinden ağrıyacağını konuşalım desek, düşünen insanlarımız şöyle bir hamlede kim biliri neler söyler neler.

Şüphesiz çokça çözüm önerileri de gelir aynı çeşitlilikte.
Hangisi uygun, hangisi işi ucuza getirir, hangisinde bir sonuç alınır bilemeyiz ama; sorunumuz ortaksa hemen herkesin bu konuda kendine göre bir şeyler geliştirmesi ve önermesi gayet doğal.

Önerilerin sonunda hangisi mi denenir, hangisine mi karar verilir?
O bu işte “ben çözerim” diye büyük sorumluluğu üstlenenlerin meselesi.
Yani özetle “Bizden söylemesi” onlardan “karar vermesi”
*
Örneğin şu üç konuda sorunlara mümkün olduğu kadar erken çözüm getirmek gerekiyor:
-Sıkıntıdaki bankacılık
-Patladı patlayacak konut sektörü
-Tarikat yurtlarında barınan öğrencilerin kurtarılması.

Şimdi gelin bu sorunlardan her birini kısaca açalım:

Türkiye bu son dönemde müthiş bir inşaat furyası yaşadı .
Bu furyada dışarıdan aldığı büyük kredileri kullandı, normal bütçelerini kullandı ve hatta özelleştirme(!) yoluyla bir yandan geçmişin birikimini, Yap İşlet modelini hayli abartarak bir yandan da geleceğini bile kullandı.

İmar işi hem oy hem rant getiriyordu.
Siyasi arkası olup bu çarka dahil olanlar ne öz sermayelerine ne işletmecilik birikimine bakmadan inanılmaz büyük işlere giriştiler.
Dağa taşa, kentlerin olmadık yerlerine bol miktarda yüksek yüksek binalar dikildi, alabildiğine konut üretildi.

Ekonomiyi bilenler iyi bilirler; inşaat sektörü coşunca buna bağlı olarak pek çok sektör de çoşar.
Çünkü binaları yaparken şu kadar kalem malzeme, şu kadar çeşit işçilik gerektiği gibi, kurulan her yeni bina, beyaz eşyadan mefruşata kadar da pek çok mala ihtiyaç gösterir.
Bu arada işin her safhasında taşımacılık sektörüne iş verilmesi de cabası.

Ancak bütün bunlar bir yere kadar…
Sonuçta nüfus da, konut ihtiyacı da belli.
Piyasa doyup satışlar durunca sıkıntı başladı. Çünkü bu tür inşaatların genelinde büyük banka kredileri kullanılıyor ve bankalar da bu kaynağı dışarıdan sağlıyordu.
Yani karşılığında dövizle borçlanarak ve öyle pek çok da uzun olmayan vadelerle.

İşte satışlar durup döviz kuru hızla yükselmeye başlayınca sektörden feryatlar yükselmeye başladı.
Yine sektördekilerin verdiği bilgilere göre ülkede şu anda 1,5-2milyonluk bir konut stoku var. Yani yapılmış ama satılamamış konut.
“Olsun, satılmasa da konut konuttur” diyenler de olabilir ama, bunlar büyük ölçüde dövize endeksli kredilerle finanse edildiği için “elde tutma maliyetleri” o inşaat firmalarını batırabilecek kadar yükseliyordu.

Bu borç yükü ne olabilir derseniz, kaba bir hesapla 500 milyar lira ya da 100 milyar dolar falan…
İşte Türkiye ekonomisini ciddi biçimde sarsacak sorunlardan biri ve belki de birincisi bu.
Çünkü İnşaat sektöründeki kriz, ekonomiyi canlandırmada ne kadar etkiliyse, durduğu zaman kriz yaratmada da o kadar etkili.
*
Buna bağlı olarak bankalar sıkıntıda.
Çünkü herkes tanığıdır ki, geçmiş dönemde bankalar “bir biçimde” konut sektörüne yönlendirildi, her şeye rağmen sektöre desteklerinin sürdürülmesi istendi, pek hesaba uymasa da “faizleri düşürün vadeleri uzatın” dendi.
Ve o bankacılık sektörü dışarıdan dövizle ve sınırlı vadelerle borçlanıp iç piyasada 10 yıla varan vadelerle para kullandırmak zorunda kaldı.
Sektörde işler durunca da beklenen oldu, “deniz bitti”

Piyasa bir ölçüden sonra doydu, Türk lirasındaki hızlı düşüş insanları konut almaktan uzaklaştırdı.
Çünkü para daha fazla para kazandırıyor, konut fiyatları giderek düşüyordu.
Peki bu durumda bankalar ne yapacak?

İnşaat sektörünün üzerine giderek, öyle ya da böyle paralarının bir kısmını kurtarmaya çalışmaktan başka çareleri var mı?
Üzerine gittiğinde, “zincirleme” başka iflaslar olup ortalık adeta yangın yerine dönmeyecek mi?
Böyle bir durumda siyasetle arasındaki ilişkiler bozulmayacak mı?
İkinci büyük sorunumuz da bu ve cevabı henüz belli değil.
*
Türkiye’de bir büyük sorun da eğitimde tarikatların ağırlığı.
Öğrenim çağındaki neslin önemli bir kısmı tarikat evlerinde ya da yurtlarında barınıyor ve buralarda biat kültürü ile yetiştiriliyor.
Bu konuda hemen herkesin bir duyumu ve endişesi olmalı.

“Öğrencilerimizin sağlıklı yurtlarda barındırılması gerekli”
Buna şu anda “sadece propaganda için söyleniyor” dense de, muhalefet bu sıkıntıyı artık sık sık dile getiriyor ve yurt meselesini en kısa zamanda çözmek istiyor..
Aslında çözülmeli de; çünkü sorun, yarının yöneticilerinin hangi kafa yapısıyla yetiştirileceği meselesi.
Bu iş ne kadar erken çözülürse, ülke kendisine gereken çağdaş, eğitimli kadrolara o kadar erken kavuşacak.

“Peki ne kadar yurt gerekli?” diye düşünecek olursak, hareket noktamız; sadece üniversitelere devam etmekte olan öğrenci sayımızın 2016-2017 döneminde 7,2 milyon kişi olduğu.
Buna lise ve daha önceki sınıfların öğrencilerine de eklerseniz karşınıza muazzam bir öğrenci sayısı ve dolayısıyla o ölçüde de yurt yatağı ihtiyacı çıkıyor.
Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu'nda (KYK) halen mevcut olan yurt sayısını 727, yatak kapasitesini ise 600 bini geçti diye veriyor.
Bunun yanı sıra ayrıca 2 bin 160 özel yurt ve 112 bin kişilik yatak kapasitesi bulunuyor.

Ancak hala daha 1,5 milyon dolayında yatağa ihtiyaç var. Bu kadar yatak için de her bir binada 400 yatak hesabıyla (1.500.000/400=) 3.750 dolayında yeni yurt binasına. Bu da kabaca 45-50 milyar liralık bir maliyet.
Peki şu anda ciddi ekonomik sıkıntılar ve bütçe açıkları içinde olan bu ülke, bir iki sene gibi kısa bir vadede, bu ölçülerde bir yurt kapasitesi yaratmak ve bu sorunu çözebilmek için gerekli kaynağı nereden bulabilecek?
Kaynak bulunamazsa vaz mı geçilecek?
*
Her biri ayrı kurumlar ve sıkıntılarını gidermede tercih edecekleri çözümler farklı olabilecek olsa bile, bize göre bu üçünü bir protokolle bir araya getirebilecek bir otorite her üç kesimi de rahatlatacak bir formül yaratabilir.

Şöyle ki:
-Konut sektörü ellerindeki stokun 1,5 milyon öğrenciyi barındırabilecek yaklaşık (1.500.000/5 kişi=) 300.000 konutu makul bir fiyatla Kredi Yurtlar Kurumuna devrederek öğrencilerin acil yurt ihtiyacını karşılar, toplam stoktan bu kadar konutun eritilmesi ile sektör bir ölçüde rahatlar. Konut piyasası normalleşmeye doğru adım atar.
-Devlet, 300.000 konut karşılığı (300.000x150.000=) 45 milyar liralık müteahhit borcunu üstlenerek müteahhitlik sektörünün üzerindeki banka baskısını azaltır
-Bankalar, kolay kolay tasfiye edemeyecekleri 45 milyar dolayındaki krediyi bu sefer aynı kampanyalarındaki uzun vadelerle devlete açarak riskini tasfiye etmiş, bu sıkıntılı alacaklar devlet güvencesine kavuşmuş olurlar.
-Türkiye'de 1,5 milyon üniversite öğrencisi, başarı dereceleri de göz önüne alınarak çok kısa zamanda devlet denetimindeki yurtlarına kavuşurlar.

Ne dersiniz?
Dileyen hesapları kendi rakamlarıyla yapabilir ve üç aşağı beş yukarı değişik rakamlara ulaşabilirler tabii. Çünkü işin içinde taraflar arasındaki ince pazarlık da var.
Ama bize göre işin mantığı bu
Aksi takdirde müteahhit borcu ödeyemeyip batacak, onun batışı bankaları zora sokacak, bilançolarını bozacak; bu arada öğrenciler bir gün gelip yeni yurtlar yapılacak, devlet kendilerine rahat barınma-çalışma imkanı sağlayacak diye beklerken hep bildiğimiz ve şikayet ettiğimiz koşullarda gençlikleri geçip “mezun” olacaklar.

Oysa böyle bir çözümle o kadar çok kesim ve o kesimlerden de o kadar çok kişiyi çok kısa zamanda mutlu etmek mümkün ki…