Ruhat Mengi - [email protected]


YARSAV’ın içinden çıkıp ona rakip olarak faaliyete başladığı günden bu yana “iktidar partisinin yargıyla ilgili tüm politikalarına ‘özellikle Anayasa Mahkemesi eski raportörü ve derneğin de eşbaşkanı Osman Can’ın söylemleriyle destek veren” Demokrat Yargı Derneği referandum öncesinde de yoğun bir “EVET” kampanyası yürütmüştü. Oysa her tür baskıya karşılık bağımsız yazabilme mücadelesi veren gazeteci ve hukukçular “yüksek mahkeme üyelerinin yürütme ile Cumhurbaşkanı tarafından seçilmesini sağlayacak” değişikliklerin yargı bağımsızlığını tümüyle ortadan kaldıracağını, bunun da antidemokratik baskılara yol açacağını ellerinden geldiğince anlatmaya çalıştılar o süreçte... Ama Meclis’te uzlaşma olmadan, tartışılmadan, tek parti tarafından hazırlanıp emrivaki halinde ortaya çıkan, bu nedenle de meşru sayılamayacak değişiklikler sonuçta yine popülist söylemlerle, asıl tehlikeyi yaratacak değişikliklerin arasına sıkıştırılan olumlu ama aslında Anayasa’da olması bile gerekmeyen maddelerle yanıltarak kabul ettirildi ve “halkoyuna sunularak” bir de üstüne meşrulaştırıldı.



UYARANLAR “BEYAZ TÜRK” DEĞİLDİ!



Şimdi, o günlerde “neden HAYIR” sorusunun gerçek cevaplarıyla anlatılan mahzurlar açık şekilde görülmeye başlandı tabii... Böylece ülke için hayati konuların siyasete alet edilmemesinin, yüksek mahkemelere seçilecek üyeler için yapılan bir oylamanın seçime ya da güven oyuna asla dönüştürülmemesinin önemi de anlaşıldı. Demokrat Yargı Eşbaşkanı Orhangazi Ertekin’in şu andaki durumu açıkça anlatması Demokrat Yargı Derneği’nin “olumsuz durumlarda tepki de verebileceğini” ilk kez göstermesi açısından önemli bir gelişme ama artık neye yarar ki? Ertekin; Adalet Bakanlığı’nın “kendi bürokratlarının da içinde olduğu listeyi seçtirmek için 2 bin kişiyle sahada çalışma yürüttüğünü, hakim ve savcılar üzerinde baskı kurduğunu, Bakanlığın bazı adayları ‘çekilmeleri için tehdit ettiğini, bazı hakim ve savcılara ise çeşitli vaatlerde bulunulduğunu” açıklamış. “Cemaatler ve hükümet yanlısı avukatların hakim ve savcıları etkilemeye çalıştığını” ileri sürmüş. Bunları dikkatle okumak lazım, çünkü iktidar partisinin referandum öncesinde “HAYIR” diyen herkesi darbeci ilan etmesi unutulmamıştır, artık Türkiye’de karşı yönde görüş bildirenlerin hepsine “rakip bir parti” ya da “Beyaz Türkler” muamelesi çekilmektedir, oysa bu açıklamaları yapan yargı derneği, bugüne kadar hep iktidar politikalarını onaylamış bir dernektir.



SIRADAN BİR ZEKA YETERLİYDİ



HSYK ile Anayasa Mahkemesi’ne seçilecek üyeler Türkiye’de yakın gelecekteki gelişmeler ve hatta seçim süreci öncesinde ve sürecindeki eylem ve söylemlerle öylesine yakından ilgili olacak ki o üyeler için “tehdit”ten “cemaat” faaliyetine, “Adalet Bakanlığı’nın sahada çalışma yürütmesi”ne kadar her şeyin denendiği görülüyor. Ama aslında zaten adayların halihazırda kürsü hakimi olmaları gerektiği için Adalet Bakanlığı bürokratlarının aday bile olamaması lazım, bir de üstüne Orhangazi Ertekin’in dediği gibi “yargı bağımsızlığı” açısından da olamaması lazım. Ama “her şey göze alınınca” olmayacak yoktur bu ülkede, oldurulur... Bütün bu tablo, yüksek yargının yıllardır talep ettiği, Avrupa ülkelerinin bu nedenle değiştirdiği ama bizde bunun da aksi şekilde halka anlatıldığı; “HSYK’nın başında Adalet Bakanı ile müsteşarının bulunması”nın, hakimler için soruşturma iznini Bakan’ın vermesinin, yetkileri azaltılıyor gibi gösterilirken aslında arttırılmasının ne kadar yanlış olduğunu da iyice ortaya koydu. Böyle bir antidemokratik, baskıcı ortam orada dururken ve mahkeme üyelerini siyasetçiler belirlediğinde bu ortamın daha da kötüye gideceğini anlamak için sıradan bir zeka ve bilgi bile yeterliyken “yapılan değişikliklerin demokratikleşme olduğunu” millete yutturmak için göbeğini çatlatan yazar ve akademisyenler daha şimdiden ortaya çıkan baskıları duyunca acaba bu çabalarına pişman olacaklar mı bilemem, işin içine siyaset girince, bu şekilde liberal ve demokrat görünülebilir yanılgısı eklenince pişmanlık filan da olmuyor.



Ama zaten artık olsa neye yarar, daha önce söylediğim gibi; bundan sonra Marko Paşa’ya anlatmak gerekir ancak... Ertekin’in anlattıkları ile ilgili olarak “İstanbul Üniversitesi’nde kendisine YÖK tarafından özel kadro açtırılan” Osman Can ne düşünüyor acaba ben en çok onu merak ediyorum!


- - - -