Başbakan Erdoğan ve arkadaşları BDP’nin “iki dil” ve “demokratik özerklik” taleplerine şiddetle karşı çıktılar ama bugüne kadar her adımlarını, her politikalarını en ufak eleştiri getirmeden kabul edip destekleyen “medya dostları” bu kez onların değil, BDP’nin tarafında görünüyorlar. Hatta öyle taraflar ki “ne teklif ederlerse etsinler ‘terörün önlenmesi açısından’ mutlaka konuşulması gerektiğini, silahların ancak böyle susabileceğini” söylüyorlar topluca..

Bu noktadan hiç söz etmediklerine göre demek ki “terör tehdidi altında” yapılan dayatmalar da onlara göre meşrudur ve buna karşılık devlet “peki o zaman, madem ki bizi köşeye sıkıştırdınız buyurun bunun şartlarını konuşalım” demelidir ve terörle dayatma yapanlar hiç eleştirilmemelidir.

Onlar etnik ayrışmanın, ırkçı söylemlerin daniskasını yapmalıdır ama birileri buna itiraz ederse Başbakan Erdoğan’ın da vurguladığı gibi “Türkçülük yapılmasın” denmelidir, eşitlik bunu gerektiriyor olmalı(!)

Neden yalnız ‘özerklik’ değil?

BDP’nin yıllardır “Kürt sorunu” deyip durduğu ve nihayet ne olduğunu açıkladığı talepler konusunda mektuplar ve yorumlar yağıyor. Yazdıklarından siyaset bilimi ya da sosyoloji eğitimli olduğunu tahmin ettiğim bir okurumuz da ilginç görüşler bildirmiş: “Özerklik yerine demokratik özerklik demelerinin nedeni Batı’nın da kullandığı ve ‘toplumların tepkilerini kırmakta etkili’ bir yöntem olmasındandır. İnsanların karşısına iyi, müspet bir şeyle çıktığınız zaman itirazını, direncini kırarsınız. Geçmişten günümüze bir çok olumlu kelime bu alanda kullanılmıştır, örneğin ‘demokrasi, özgürlük, insan hakları, eşitlik, barış, açık toplum..’ gibi. Bilimsel açıdan baktığınızda sosyal psikolojide bilinen bir yöntemdir bu..

Batılılar geçmişte sömürge yaparken de ‘sizi sömüreceğiz, boyunduruk altına alacağız’ demediler. Mandater devlet, rehber, temsilci devlet olarak o devleti medenileştireceklerini söylediler” diyor.

Yani “demokratik” kelimesinin tepkileri azaltmak için düşünüldüğünü anlatmış ve bir de not eklemiş;
“BDP ile terör örgütünün ‘özerklik talebinde bulunması’ kendileri açısından akıllıca. Bu şekilde hem ayrı bir devletleri olmuş olacak, hem de İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya gibi cazibe merkezlerinden vazgeçmemiş olacaklar. Hem Türkiye’nin geneli hakkında söz sahibi olacak, hem de aşamalı bir şekilde kendi devletlerini inşa etmiş olacaklar. İstenildiğinde de bağımsızlık ilan edilebilecek.”
Ne dersiniz, akla yakın mı? (Bugüne kadar Güneydoğu’ya yapılmış barajlar, fabrikalar ve tüm yatırımları da “kuruluş hediyesi” kabul ederler o durumda herhalde.)

Adalet Bakanlığı ‘Kadın Bakanı’nı yalanlıyor!

Kadın ve Aileden Sorumlu Bakan Selma Kavaf, eski kocası tarafından vahşice öldürülen üç çocuk annesi Ayşe Paşalı olayı için nihayet konuşmuş (VATAN sormasa konuşur muydu emin değiliz) ve “Yasalarda eksik yok ama yasalar doğru uygulanmıyor, böyle münferit vakalar olabiliyor” demiş.

İstediği olayları anında takibe alan ve karar çıkarttıran, istedikleri konuda Meclis’ten keyfe göre yasa çıkarttıran Hükümet’in “yasaları uygulamayan hakimleri de cezalandıracağını” söylememiş. Oysa artık hakimlere “şikayet üzerine dava açılmasını” da önlemeye çalıştıklarına göre bunu yapmak devletin kesin görevidir.

KUL HAKKI ve TV dizileri!

Bu aynı zamanda Ayşe Paşalı ve onun gibi “devletin ihmali nedeniyle” cinayete kurban giden kadınların ve çocuklarının da “kul hakkı” dır, aksini iddia edebilirler mi? Edilemiyorsa o zaman “kul hakkı”nı, dini bakışı dilden düşürmeyenlerin bu nedenle de o cezalandırmayı sağlamaları gerekir.

Ayrıca, Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre son 7 yılda kadın cinayetleri yüzde 1400 oranında artmış, son beş yılda cinsel saldırı suçlarında yüzde 30 oranında artış görülmüş, sadece 2010 yılının ilk 7 ayında 226 kadın öldürülmüş.

Hakimlerin, savcıların; talep edildiği halde koruma sağlanmasına yanaşmadıkları için öldürülenlerin sayısı da hiç az değil.

O zaman Bakan Kavaf bu verileri ya izlemiyor veya önemsemiyor demektir. Acaba “münferit olmaması için” toplu katliam mı gerekiyor?

Devamlı olarak yerli dizilerin ve hatta bilgisayarların, Facebook ya da Twitter’ın aile yapısını zedelediğinden söz edeceklerine Bakanlık olarak (ve tabii hükümet olarak) görevleri bu konuları takip edip gerekeni yapmaktır. Bu gidişle yakında Türk edebiyatının önde gelen klasiklerini yazan ünlü yazarların da sansüre uğrayabileceği duygusu yayılmaya başladı ama kadın cinayetlerine çözüm getirileceği duygusunun zerresi yok ortada.

Kasıtlı görev ihmali yaparak Paşalı’nın ölümüne neden olan hakim ve savcı hakkında açıklama bekleniyor, aksi takdirde çıkarılmak istenen yeni yasayla da suçlu hakim ve savcıların kurtarılacağı duygusu pekişecek!

Sümüklü çocuğa para yok!

AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, İzmir için “Kenti gecekondu sarmış, bak Kayseri, Konya öyle mi?

İzmir nur topu gibi bir çocuğa benziyor ama burnu akmış, kir pas içinde” dedi, hem de İzmirlilere, hem de İzmir’de dedi ve o gün bugündür tepkiler bitmek bilmedi.

Bu durum hemen tersine çevrilebilir, elinde İzmir’i düzeltmek için bir fırsat var Hüseyin Çelik’in. Yarından tezi yok ‘Ankara ve İstanbul’a verilip İzmir’den esirgenen 2.2 milyar dolar yardım’ın İzmir’e de verilmesi için harekete geçsin. Kayseri ve Konya’yı kusursuz hale getirmek üzere yıllardır verilen desteğin benzerini İzmir’e verdirsin, bak o nur topu gibi çocuğun burnu da nasıl temizlenir o zaman.

Hem üstelik “çocukları ayırmak” gibi hükümetlere yakışmayacak bir büyük yanlış da önlenmiş olur.