Halkın bir kesiminin endişeleri, inançları anlamazlıktan gelinmekte; kuşkulara hak verdirecek girişimler sürdürülmektedir.

Başbakan’ın Konya’daki bir ödül töreni toplantısı konuşmasının geniş bölümünü ayırdığı, kuvvetler ayrılığından yakınmasını, aşağıdaki cümleler özetlemektedir:

“Maalesef yaşadığımız sıkıntıların ardında, sistemin içindeki yanlışlar var. Sistem düzgün kurulmamış, sistemde yaşadığımız sıkıntılar var. Düzgün kurulmadığı içindir ki umulmadık yerde, umulmadık şekilde bakıyorsunuz bürokrasi karşınıza dikiliyor, bürokratik oligarşi karşınıza dikiliyor, umulmadık yerde yargıyla karşı karşıya kalıyorsunuz. ... Bu kuvvetler ayrılığı denilen olay var ya, o geliyor sizin önünüze bir engel olarak dikiliyor.”

Sayın Erdoğan, yargı erkinin yürütmeden bağımsız olmasından yakınmaktaydı; çare aradığı belliydi.

Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, “Kuvvetler ayrımından rahatsızlığı yok, kuvvetler ayrımına uyulmamasından rahatsızlığı var. Bunu anlatmak istedi aslında” diyerek Genel Başkanını tevile çalıştı.

Adalet Bakanı Sadettin Ergin de Başbakan’ın sözünün anlamını yumuşatmaya çalıştı: “İdari yargı zaman zaman yerindelik denetimi yapıyor; Sayın Başbakan’ın beyanlarının da bu kapsamda olduğunu düşünüyorum; ... söz konusu açıklamalar idari yargının işleyişine dönüktür.”

Sayın Kuzu da Sayın Ergin de kusura bakmasınlar, Sayın Erdoğan’ın sözlerinin anlamı değiştirilemeyecek kadar açıktır; konuşma sisteme dönüktür; ‘sistemin yanlış kurulduğu’, ‘yargıyla karşı karşıya kalındığı’ söylenmiştir.

Meclis Başkanı daha açık konuştu, Sayın Cemil Çiçek, “Erkler birbirinin hasmı değil. Kuvvetleri yeni baştan bir dengeye oturtmak gerekiyor. 367 kararı buna örnektir” diyerek Başbakan’ın yanında yer aldı.

İşin aslına devam etmeden, 367 kararıyla ilgili görüşümü yazmak istiyorum: Karar denilen o metin, Genelkurmay Başkanı emrinin Anayasa Mahkemesi’nce yerine getirildiğinin belgesidir; o muhtıra yargının yürütmeye müdahalesinin çok ötesinde bir anlam taşır.

Kuvvetler ayrılığı sistemi, ülkemizde tam ve doğru olarak kurulamamış ve uygulanamamıştır. Örgütlenme ve ifade özgürlüğü tam olmadığı için partilerin içindeki ve dışındaki ilişkiler demokratik değildir; sonuçta, ‘yasama’ ile ‘yürütme’ birbirinden bağımsız olamamaktadır!

Yargıya gelince, yasaların kalitesi ve yargıçlarımızın donanımına yakından bakarsak, yargı kurumunun bağımsız bir erk oluşturmaya yeterli olgunlukta olmadığını görürüz. Yargıçlarımızın, bağımsız bir yargı erkinin unsuru olmalarını sağlayan; teknik olanakları, okul ve meslek içi eğitimleri, uzun yıllarda edindikleri düşünce kalıplarıdır.

Bu nedenle yargının yürütmeden bağımsızlığından bahsedilemez; kişilere ve konulara göre değişen kısmi bağımsızlık görülebilir!

Kaldı ki Başbakan’ın ve Adalet Bakanı’nın yakındıkları yasal sınırlamalar yok değildir. Anayasamız değiştirilmiş ve yargı yetkisi şöyle tanımlanmıştır:

“Yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz. Yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilemez.” (Anayasanın 5982 sayılı kanunla değiştirilmiş 125’inci maddesinin 4’üncü fıkrası)

Bu ilkeye uyarlanmamış yasaların bu ilkeye uygun duruma getirilmesi 326 milletvekiliyle mümkündür. Gerçekte Başbakan, kuvvetler ayrılığı ilkesinden yakınmakla haksız bir hedef seçmiştir. Başbakan’ın bahsettiği kararlar, yargı kurumunun etiketini taşımaktadır ama asıl gövde halkındır.

Yasal olanaklara karşın niçin sorunlarla, engellerle karşılaşılmaktadır? Sorunun cevabı kuvvetler ayrılığı veya yargı bağımsızlığı değil, halkın büyük bir kesimidir.

Siyasal iktidar, halkın bir kesiminin endişelerini, inançlarını anlamazlıktan gelmekte; o insanların kuşkularına hak verecek girişimlerini inatla sürdürmektedir.

Tabii başa gelen de çekilmektedir!