Son yazımda ‘’yargı-iktidar ilişkilerini’’ irdelemeye çalışmış,ülkemizde yargının iktidara parelel olarak muhafazakarlaştığını belirtip,örneklemeler yapmıştım :Kadroları muhafazakarlaşan yargı, kararlarıyla da hızla muhafazakarlaşıyor.
Yazıya başta yargıç ve c.savcılarının gayrıresmi internet sitesi olan adalet org’tan olmak üzere,özellikle muhafazakar kesimden çeşitli tonlarda tepkiler geldi. İki yıllık Cumhuriyet savcısı bir meslektaşım, yeni yargıyı ahlakçı ve dindar olarak tanımlarsak 'ahlaksız ve dinsiz'liğe kıymet vermiş olacağımı söylerken, Yargıtay üyesi bir arkadaşım ‘… yargı'nın bir silah olarak kullanıldığı bir süreçle evrildik/kirlendik. Bu bakımdan al birini vur ötekine konumundayiz...’ diyerek,yargının geçmişindeki toplum vicdanını yaralayan uygulamalara vurgu yapıyordu.
Asıl ilginç ve anlamsız tepki,yıllardır kendileri gibi düşünmeyen yargı mensuplarını hedef gösteren kesimden geldi. Onlar da, ’seccadeden rahatsız olduğum’ gibi bir algı üzerinden yaygara çıkardılar. Özellikle Yarsav üyesi yargıçların tasfiyesini dillendirmeye başladılar. Hatta her şeyiyle Recep İvedik izlenimi uyandıran,tartışırken düzeyi düşürme konusunda eline su dökemeyeceğim, karasakallı bir yazar beni hükümete ve HSYK’ya gammazlarken, HSYK seçimlerinde yargı mensuplarının özgür iradeleri ile oy kullandıklarına vurgu yapıyordu.
Halbuki rahatsızlığımın kaynağı odalara seccade koyulması değil, sosyal tesiste içkinin yasaklanmasıydı. Böylece kamu misafirhanesinde dindar konukların yaşamları kolaylaştırılırken, içki içmek isteyenlerin onyıllardır kullandıkları bir mekanda yaşamlarına dini hassasiyetlerle müdahale edilmesiydi. Yani ibadet özgürlüğünün kullanımı geliştirilirken, diğer insanların eğlenme özgürlüklerine dini kaygılarla engel olunuyordu.
Öncelikle belirtmeliyim ki, önceki yazımda anlatılmak istenen; yargının yürütme ile paralel biçimde kadro ve görüş değiştirmesinin adaletin sağlanması açısından sakıncalı olduğudur. Maalesef ülkemizde durum tam da budur. Uzun yıllardan beri ülkemizde yargı mensuplarını mesleğe,adalet bakanlığı bürokratları, dolayısıyla politikacılar atar. Son iktidar on yıldır işbaşında olunca, yargıç savcı alımlarında ölçü kaçtı. Hele bir de 12 Eylül 2010 referandumuyla birlikte yargının yönetim kadrosunun seçiminde bir günlük yargıç bile oy kullanınca, siyaset kendisi gibi düşünmeyen adayı mesleğe yaklaştırmadı. Mevcut on üç bini aşkın yargıç ve savcının yarısı bu iktidar döneminde mesleğe alındı. Hal böyle olunca yargı kadroları hızla iktidarın dünya görüşüne yakın kişilerle doldu. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mustafa Şentop’un geçtiğimiz günlerde Edirne Barosu’nun düzenlediği bir panelde yaptığı konuşma,bir itiraf gibiydi. Öztop ‘Hakim, savcı dediğimiz adam, aramızdan çıkıyor… Avukat olanlar 5-10 sene sonra sınava girip hakim oluyor. Bugüne kadar falan partinin merkez ilçe yönetiminde görev yapan arkadaş, istifa ediyor siyasetten, hakimlik sınavını giriyor. Sınavı kazanıyor, hakim olarak bir yere atanıyor.’ diyordu. Parti ilçe örgütünden istifa edip hakim olan ‘falan partili’ nin kimler olduğu ortada. 2006 Yılında, yasalarda yapılan değişikliklerle, bir siyasi partinin adayı olarak seçimlere katılan yargı mensuplarının, mesleğe dönüşü engellenirken, yılları parti yöneticiliğinde geçmiş 45 yaşındaki avukatlar yargıç ve savcı yapıldılar. Bu konuşmanın devamında Öztop’ Biz yargıyı gökten yere indiriyoruz" da demiş. Bu söz doğru sayılır. Yargı gökte değildi ama,bu kadar da yerlerde sürünmemişti hiçbir zaman. Bu arada bir dönem imam hatip mezunlarının,yasal bir engel bulunmamasına rağmen mesleğe kabul edilmemesinin yıllardır eleştiri konusu yapılırken, o uygulamaya rahmet okutulması da işin başka bir boyutu.
Sonuç olarak; yargıç ve savcılık sınavları,siyasetin doğrudan etkisi altındaki adalet bakanlığı tarafından değil, Avrupa ülkelerinin çoğunluğunda olduğu gibi bağımsız kurullara yaptırılmalıdır. Bu kurullarda genel kültür, psikoloji ve hukuk alanlarında uzman seçiciler bulunmalı; iktidar partisinin ilçe yöneticileri değil, muhakeme yeteneği ve genel kültürü yüksek,donanımlı hukukçular mesleğe kabul edilmelidir.Diğer türlü,yargı yerlerde gezmeye mahkum olur.
Siyasallaşmış,iktidarların boyunduruğu altına girmiş yargı,asla bağımsız ve tarafsız değildir.Tarafsız olmayan yargı, adalet dağıtamaz. Toplumların cesur değil, tarafsız ve bağımsız yargıçlara ihtiyacı var.

Başörtülü Avukatlar
Son günlerde duruşmalara başörtüsü ile katılmak isteyen avukatlara ilişkin tartışmalar yükseldi. Bu konuda,avukatları salondan çıkartmak isteyen meslektaşlarım gibi düşünmüyorum. Zira;yargıç, avukatın amiri ve denetleyicisi değildir. Bu nedenle yargıç, duruşmaya gelen avukatın kıyafetini gerekçe göstererek duruşmayı yarıda kesmemelidir. Duruşmanın inzibatı ile avukatın kıyafetinin yönetmeliğe aykırı olması kavramı birbiriyle karıştırılmamalı. Elbette çıplak gelen taraf, salona alınmayacaktır, yada duruşma sırasında suç işleyen kişi salondan çıkartılacaktır. Ancak yargıç, baro yönetmeliklerinin denetleyicisi olmadığından, kıyafeti Barolar Birliği Yönetmeliğine uymadığını düşündüğü avukat ile ilgili tasarrufta bulunmamalıdır. Bu yetki, baro yönetimlerine aittir.
Avukatların davranışlarının mesleki etik kurallarına uygunluğunun denetimini yapmakla barolar görevli kılınmıştır. İstanbul Barosu’nun avukatlık ruhsatını başörtülü olarak verdiği avukatın,başörtülü olduğu gerekçesiyle duruşma salonuna alınmaması yanlış olacaktır. AİHM kararı da bu konuda yargıca yetki vermiyor. AİHM kararı üniversitelere başörtülü girişlerin yasaklanması ile ilgilidir. Bu konuda bile, meclisten çıkacak yasalar tersi bir kural getirse,yani başörtüsü üniversitede serbesttir dense, bu kurala karşı AİHM'e yapılacak karşı bir başvuru bile taraf sıfatı bulunulmaması nedeniyle esasa girilmeksizin reddedilir. Çünkü Avrupa Mahkemesi’ne başvuru, ancak haklar ihlal edildiğinde mümkündür. Başı örtülüye verilen hak, başı örtüsüzün hakkının ihlali niteliğinde değildir. Öte yandan,duruşmalara başörtüsü ile alınmadıklarından, avukatlık bürolarında bin lira ücretle, sekreter fiyatına çalıştırılan avukat kızlarımızın haklarının bir şekilde korunmasının daha da önemli olduğunu düşünüyorum. Bir özgürlüğü savunurken, yeni yasaklar getirmek yanlış olur.