Avrupa Parlamentosu dün Türkiye’de hükümetin başlattığı Kürt sorununa siyasi çözüm için diyalog sürecine destek verdiği oturumu sürdürürken Meclis Genel Kurulu da Terörün Finansmanı Yasa Tasarısı’nı görüşmeye başlamıştı.

Yasa tasarısı aslında 2011 yılında Meclis komisyonlarına sevk edilmişti. Yani Genel Kurul’a inmesi bütün dış baskılara karşın iki yıl aldı ama zaten 2011’de de geciktiği için dışarıdan eleştiri alan bir hamle olmuştu. Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme Aralık 1999’da, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Ekim 1999’da aldığı 1267 sayılı kararın devamı olarak imzaya açıldı. Daha ortada El Kaide’nin 11 Eylül 2001 saldırısı yoktu ama radikal silahlı örgütlerin sınır tanımaz bir şekilde güçlenmesi başlamıştı. Aslında yasadışı PKK’nın ve daha küçük silahlı örgütlerin (uyuşturucu ticaretine de karışmış olduğu iddiasıyla) finansmanı konusunda Türkiye kendisi de şikâyetçiydi. Ama belki Abdullah Öcalan’ın Şubat 1999’da yakalanmış olması, ardından PKK’nın eylemsizlik dönemine girmiş olmasının rehavetinden, belki hemen ardından Türkiye’yi vuran mali krizin getirdiği dağınıklıktan, belki her ikisinden dolayı Ankara’nın sözleşmeyi imzalaması Mart 2002’yi buldu. Sözleşmenin getirdiği yaptırımları, varlık dondurma ve el koyma yapılarını hayata geçirecek yasayı gündemine alması ise biraz daha fazla sürdü; 2013 yılındayız.

Geçenlerde konuştuğum, Türkiye’nin önemli müttefiklerinden bir ülkenin üst düzey bir yetkilisi, “Türkiye Batı ittifakının önemli bir üyesi” diye başladı söze ve şöyle sürdürdü: “İşleyen bir ekonomiye sahip. Hükümet İstanbul’u dünyanın finans merkezlerinden biri yapmaya çalışıyor ama terörizmin finansmanı yasası çıkmadan bunun nasıl olacağını doğrusu anlayamıyoruz çünkü bu her şeyden önce şeffaflık demektir.”
Belki de bu yüzden AK Parti hükümeti içinde bu yasanın bir an önce çıkması için en çok uğraşanlardan birisi, ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan. Peki, Türkiye kendisinin de şikâyetçi olduğu terörizmin mali kaynaklarının kurutulması konusundaki yasal adımları atmakta neden bu kadar gecikti? Başka sorunlar yok değil ama cevabını büyük ölçüde Kürt sorununda aramamız gerekiyor. Evet, bu ve benzeri yasaların dünyanın her yerinde kişi hak ve özgürlükleri bakımından sorun ve eleştiri kaynağı olduğu doğru; insanlar her tür para trafiğinin ve ona bağlı haberleşmelerin kontrol altına alınması ihtimalinden doğal olarak hoşlanmıyor.

Ama Türkiye’de, özellikle Kürt kökenli yatırımcıların, işyeri sahiplerinin bir başka sıkıntısı da bulunuyor. PKK’nın bir tür koruma parası ya da yasadışı vergi olarak toplandığı para, daha şeffaf bir para akışı düzeninde, mesela bu yasa çıktığında ciddi sorun olabilir mi? Olursa sadece Doğu ve Güneydoğu’da değil, mesela İstanbul, İzmir, Antalya’da da işadamlarının malvarlıklarının dondurulması, el konulmasına yol açabilir mi? “Onlar da vermesin” demek kolay ama herhangi bir Kürt işadamı için PKK’nın talebini geri çevirmek çok kolay değil. İş dünyası bu durumun farkında.

İşte bu yüzden sadece BDP değil, AK Parti içindeki Kürt kökenli vekiller arasında da yasa taslağından dolayı hoşnutsuzluk mevcut. Öte yandan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in üstlendiği özel görev çerçevesinde BDP’nin katkısıyla ilerleyen Öcalan ile İmralı’da diyalog süreci var. Şu özetle kapatmak mümkün: Eğer bu süreç, çoğunluğun arzusu doğrultusunda Kürt sorununun siyasi çözüm rayına girmesine doğru ilerlerse bu durum Türkiye’nin terörizmin finansmanının önlenmesi üzerine daha çok uluslararası katkı sağlamasına kendiliğinden yol açacaktır.

Murat Yetkin/Radikal