Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Türkiye’yi yüzlerce kez mahkum etmesine neden olan DGM’ler kaldırılırken Milliyet’in manşetinde, “Sadece levha değişti” ifadesi vardı.
Bu bakış açısının doğruluğu süreç içerisinde anlaşıldı.
Yerine kurulan özel yetkili mahkemeler (ÖYM) kaldırılırken de iki yönlü bir eleştiri yapıldı.
Terörle Mücadele Kanunu (TMK) ile yetkili mahkemelerin aynı yetkileri taşıması ve ÖYM’lerin baktıkları davalar bitene kadar görev yapmayı sürdürmesi.
Bugünlerde bir yandan TMK ile kurulan mahkemeler kaldırılırken, diğer yandan ÖYM’lerin karara bağladığı Balyoz, Şike gibi davalar için yeniden yargılama yolunun açılması için çaba gösterilmesi bu eleştirilerin de doğruluğunu ortaya koydu.
Artık bir şeyin değişmeyeceği duygusu hücrelerimize yerleşmişti ki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, sadece ÖYM’lerin değil DGM ve ÖYM’lere ruh veren TMK’nın bütününün kaldırılacağını açıkladı.
İşte o zaman yıllardır hasret kaldığımız gerçek bir yargı reformunun yapılacağı umudu doğdu.
Ancak yasanın bütününün kaldırılmayacağı önceki gün TBMM’ye sevk edilen 22 maddelik paketle ortaya çıktı.
Teklife göre hükümet, elindeki davalara bakan ÖYM’leri ve kaldırılan ÖYM’lerin yerine TMK’nın 10. maddesiyle kurulan mahkemeleri kapatıyor, buralardaki dosyaları ağır ceza mahkemelerine devrediyor.
Peki, yetkileri ne olacak bu mahkemelerin?
TMK kalkmadığına göre, DGM ve ÖYM’lerdeki yetkiler aynen devam mı edecek?
Teklifte yer alan, “TMK’daki atıfların ağır ceza mahkemeleri için yapılmış sayılacağına” yönelik düzenleme çok kafa karıştırıyor.
Yani iki kez değişen tabela kaldırılarak ya yenisi asılacak ya da tabelasız ama benzer yetkilerle yola devam edilecek.
Heyetler ve savcılar değişecek daha önce olduğu gibi.
Paket, elbette özgürlükler yolunda alkışlanacak düzenlemeler içeriyor.  
Dinlemeler için ağır ceza heyetinin oybirliğiyle karar vermesi şartı, tutuklama için somut olguların ortaya konulması zorunluluğu, tedbir kararlarının ancak raporlar doğrultusunda verilebilmesi, örgütlü suçlarda azami tutukluluk süresinin 5 yıla çekilmesi gibi.
Bu düzenlemeler özgürlüklerin alanını genişletecektir kuşkusuz, ancak bundan emin olmak için de uygulamalara bakmamız gerekecek. Çünkü Türkiye’deki dinleme ve tutuklama mevzuatı esasen sanıldığı kadar kötü değildi. Mesele dönüp dolaşıp uygulayıcıda bitiyordu.
Bugüne kadar asıl sorun kitabına uydurulan uygulamaların yaptırımsız bırakılmasıydı.
Pakete göre, devam eden soruşturmalarda dinleme kararlarının yeni kurallara göre yeniden alınması da gerekiyor. Bu durum da pakete bir yanıyla, “örtü” gözüyle bakılmasına neden oluyor.
Bu bakış açısını ortadan kaldırmak hükümetin elinde.
Süreç, bu eleştirilerin doğruluğunu ya da yanlışlığını da ortaya koyacak.
Velhasıl, gerçek bir yargı reformunun, patlayan boruyu tamir etmek yerine duvarın sadece su akan taraflarını onarmakla gerçekleşmeyeceği ortada.
Özel hükümlerle yargılama, protesto ve ifade özgürlüğüne yönelik eylemlerin terör sepetine konulmasına yol açan düzenlemelerin varlığı her an suistimal edilebilecek bir ortamı hazır tutuyor her zaman.
Bu nedenle Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in, HSYK teklifi sırasında anayasa değişikliği ve uzlaşmayla sorunun çözülmesi önerisi çok önemliydi.
Oradan açılacak bir kapı, başta terör düzenlemeleri ve dinleme uygulamaları olmak üzere birçok problemin de masaya yatırılmasını sağlayabilirdi.
Bugüne kadar bu kapı açılamadı.
Paketin özgürlük ve demokrasi yolunda hangi kapıları zorlayabileceğini hep birlikte göreceğiz.