Eli kanlı celladı görmesinler diye gözleri bağlanır… Bıçak seslerini duymasınlar diye, yüksek sesle söylevler, ilahiler ve şarkılar söylenir… Ve olacakların ayrımına varmasınlar diye, sırtları sıvazlanır…
Kimi dinsel, kimi geleneksel olan kuralları, iklimden iklime, ülkeden ülkeye ve yöreden yöreye farklılıklar göstermekle birlikte, insanlığın en eski ritüellerinden biri olan kurbanın, en belirgin niteliği; kurbanı hoş tutup, ölüme mutlu gitmesini sağlayarak, tanrıları memnun edebilmektir.
Kurban ritüeli, dilekler, dualar ve söylevlerle gerçekleştirilir. Dua ve taleplerin tanrı (kral) katında kabul görmesi için de görece en değerli kurbanı sunmaya özen gösterilir. Ama ritüelin en acımasız yönü, kurbanı ölüme mutlu gönderme çabasıdır. Bunu sağlamak için, kurbana iyi davranılır, en güzel şekilde süslenir ve kendini değerli hissetmesi için gereken yapılır.
Kurban sunan, sunduğu kurbanın da buna gönüllü olmasını bekler nedense. Başkalarının mutluluk, esenlik, zenginlik ve egemenliği için yaşamlarından gönüllü olarak vazgeçmeleri istenir kurbanlardan. Akla ziyan bir sürü yalan dolanla, kurbanın boynunu mutlulukla ve memnuniyetle cellada uzatması sağlanmaya çalışılır. Bu eylem, kendisine kurban sunulanın (Tanrı/Kral) bunu istediği şeklinde bir kabulü de içerir aynı zamanda. Yani gönülsüz ve mutsuz kurban, yüksek katlarda kabul görmez…
***
İnsanın bu sosyal bencilliği, yalnızca dinsel ve geleneksel kurban eylemi için geçerli değil elbette. Yaşamın birçok alanında, insan tarafından aynı bencillikle, kurbandan, celladını sevmesi ve gönüllü olması istenir. Dahası, kurban olarak seçildiği için mutlu olması…
“Bir oğlum daha olsa, onu da vatan için feda ederim.”
“Büyüklerimizi Allah başımızdan eksik etmesin.”
“Sizden dört çocuk yapmanızı istiyorum, biri İngiltere için…”
“Enerji uygarlıktır. Daha çok uygarlık için biraz radyasyon…”
“Ortadoğu’ya Demokrasi geliyor. O kadar olsun…”
Daha da çoğaltılabilecek bu söylemlerle günlük yaşamda sıklıkla karşılaştığımız gibi, daha da karşılaşacağız, yaşadıkça...
Bir beklentiye karşılık olarak, var olandan vazgeçmek…
Üstelik gönüllü olarak…
En temel insan hakkı olan, yaşama hakkından vazgeçmek, vazgeçen için bir hak olarak kabul edilebilir belki. Çocuğunu yaşatmak için gönüllü olarak yaşamını feda eden annenin, ya da insanlık için bir aşıyı kendi bedeninde deneyen hekimin, bu yazıda sözünü ettiğim kurbanla bir ilgisinin olmadığını söylemeliyim.
Ancak, Sırrı Süreyya Önder’in şehitlikle ilgili sözlerinin, bu anlamda doğru bir tespit olduğunu kabul etmek gerek. Kendi özgür (her türlü etkiden uzak, mutlak) iradesiyle, kendisini adayana ancak saygı duyulabilir, eyleminin amacına göre…
Ama, öbür oğlunu da vatan için feda edebileceğini söyleyen babalara değil, feda edilen oğullara sormak gerek, ölmeyi isteyip istemedikleri...
Ve sağ kalan deprem mağdurlarının değil, olasıysa, ölenlerin büyükler hakkındaki düşünceleri öğrenilmeli…
Başbakan Churchill’e değil, dördüncü sıradaki İngiliz köylüsüne…
Enerji tekellerine değil, Akkuyu halkına…
Uluslararası sermayenin borazanlarına değil, Ortadoğu halklarına…
Yani, kurbanlara sormalı, olasıysa, neyi istedikleri.
Oysa, ilahlar kurban istiyor ha bire.
Nutuklar atılıyor, vaadler sıralanıyor, coşku pompalanıyor damarlara ve Haşişi fedaileri gibi afyonlanan kurbana da gülümsemek düşüyor celladına…
Kurbanlar gülümsedikçe, yıkılmak üzere olan binalara insanları doluşturup, 5.6’lik artçı depremle onları öldürenler, utanmadan nutuk atmaya devam ediyor.
Kurbanlar gülümsedikçe, feribotla ölmeye gönderilenlerin kanları övünçle alınlara sürülüyor.
Kurbanlar gülümsedikçe, cellatlar böbürleniyor, sıraları gelince kurban olacaklarını bile bile.
Kurbanlar gülümsedikçe, ilahlar iştahla geviş getiriyor.
Ve kurbanlar gülümsedikçe, kurbanlar sırada bekleşiyor.
***
Tarlada, fabrikada, okulda, barikatta, dağda, ovada, havada, karada, denizde, denizaltında, yazda, kışta, ayazda, karaltında…
Kısaca, insanın olduğu her yerde, ilk insandan bu yana, perde hiç kapanmıyor. Bu oyun hep oynanıyor.
Kurbanlar, Cellatlar ve İlahlar…
Ya da;
Cellatlar, Kurbanlar ve İlahlar…
 

Dostlara;
Dün annemi kaybettim. Arayan ve arayamayan tüm dostlarıma teşekkür ediyorum. Sağ olsunlar.
Ozanın dediği gibi “ölmek ne garip şey anne…”
Örneğin, Türkçenin en güzel sözcüklerinden birini kullanma hakkımı da kaybettim, annemle birlikte…


Yeni Yaklaşımlar/ Av.Abdurrahman Bayramoğlu