Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk; bu ülkede görüşlerine en çok güvenilen (ve güvenilmesi gereken) birikimde, konumda, deneyimde, demokrasi anlayışında bir hukuk adamıdır ve VATAN’dan Mine Şenocaklı’ya verdiği son röportajda söylediği her cümle bu özelliklerini yansıtıyor. Çok şey söylemiş, dünyadan ve Türkiye’den çok sayıda örnekle “ülkemizde hukuk-adalet konusunda yapılan yanlışları, yaşanan hukuksuzlukları, yargı müdahalelerini” kimseyi açıkça rencide etmemeye çalışarak anlatmış.

Ben en çok “İngiliz Yargıç Coke ile Kral” örneğini beğendim. “Siyasetçilerin, ülke yönetenlerin yargıya müdahalesi” konusunda öyle gerçek bir örnek ki, bugün hala İngiltere ve diğer hukuk devletlerinde durum aynıdır, asla değişmez.

KRALIN YETKİSİ YOK!

Sami Selçuk’un örneği şöyle; Dönemin Kral’ı yargıyla ilgili bir konuda kendi isteğinin yapılması yönünde inisiyatif almaya kalkınca Yargıç Coke “Hayır” diyor. “Siz ülkeyi yönetebilirsiniz ama davalara ancak yargıçlar karar verir, Kral veremez. Sizin böyle bir yetkiniz yok”. Bu olaydan sonra Yargıç görevden alınmamış, herşey “olması gerektiği gibi” devam etmiş.

Bizde ise “Kral” pozisyonundaki siyasetçilere bu şekilde cevap veren bir yargıç bulmak bugün imkansızdır ama kazayla çıksa o siyasetçilerin bir şey yapması bile gerekmiyor. “Adalet Bakanlığı tarafından ve içinden seçilmiş, başında da Bakan’ın bulunduğu” Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından derhal gereken yapılır ve o yargıç kendini başka bir yerde, başka bir görevde bulur (en iyi ihtimalle böyle..)

12 EYLÜL’DEN KALMA

Ve işe bakın ki HSYK’nın başında Adalet Bakanı ile Müsteşarın bulunması, şu anda yargıda olan “12 Eylül darbe dönemi”nden kalmış bir değişiklik olmasına rağmen “referandum”dan sonra bile aynı yapı korunmuştur. Sadece bu İngiltere örneği bile “yargıyla ilgili bitmeyen tartışmalar”ın nedenini açıkça anlatmıyor mu?

*****


Başbakan’ın ‘yargı’ şikayeti!

Yukardaki örneğin ışığında şimdi Başbakan Erdoğan’ın Konya konuşmasındaki “yargıyla ilgili şikayeti”ne bakalım. Başbakan bazı yatırımlar konusunda “kuvvetler ayrılığı”nın, “bürokratik oligarşi”nin karşılarına çıktığını, yargı tarafından engellendiğini söylüyor.

Öncelikle, “yasama-yürütme-yargı”dan, üç ayrı güçten oluşan devlet yapısına, “tek güç, tek el”i önleyen, demokrasiyi sağlayan yapıya “Yürütmenin başı” tarafından tepki gösterilmesinin ne kadar beklenmedik ve bir başka ülkede görülmeyecek durum olduğu geliyor akla.. Başbakan “bazı yatırımlar” konusunda yargıya itiraz ediyorsa “suçsuz olduğu belgelerle ortada olan ve buna rağmen 4-5 yıldır tutuklu diye cezaevinden çıkarılmayan veya 20 yıl hapis cezası almış insanlar” ne yapsın?

‘ÜÇÜNCÜ GÜÇ’Ü KİM KONTROL EDİYOR?

Bu durumda öncelikle Başbakan’ın “yargıdan şikayetçi olan ve üstelik ‘hukuka aykırı olduğu için kaldırılmış özel yetkili mahkemeler’de yargılanması israrla sürdürülen insanlar”a arka çıkması beklenmez mi?

İkincisi; 10 yıldır tüm bürokrasiyi elinde tutan, referandumdan sonra yüksek mahkemelerin, (bütün hakim ve savcılar hakkındaki kararları veren) HSYK’nın yapısını da tümüyle değiştiren bir iktidarın hala “bürokratik engel”den söz etmesi anlaşılabilir mi? Yasama ve yürütmeye hakim olan iktidar partisinin, geriye kalan “tek ayrı güç” olan “yargı”dan şikayet etmesinin, hem de “yapısına kendisi karar veriyorken” şikayet etmesinin nedeni ne olabilir?

‘BAĞIMSIZ’ MESAJI..

Acaba “öyle olmadığı” bilinirken “yargı hala bağımsız” mesajı vermek mi?

Ve üçüncüsü; Bu “halka yapılan” şikayet aynen bir vatandaşın “trafik kurallarına uymadığında kendisine müdahale eden trafik polisinden “özgürlüğümü kısıtlıyorlar” diye şikayet etmesine benziyor.. Siz söyleyin, benzemiyor mu?

*****


Romanlar’a din sorusu!

Yalova’da bir ilkokulda Roman öğrencilerin velilerine “din ve inançlarının ne olduğu” anketle sorulunca Yalova karışmış, Yalova Roman Derneği Başkanı Necdet Karabulut ve Roman vatandaşlar; “Bizim dinimiz belli İslam, mezhebimiz Hanefi, Peygamberimiz Hz. Muhammed, kitabımız Kur’an.. Bu soru bizi rencide etti, niye sadece Romanlar’a soruluyor” diye haklı tepki göstermiş.

Aslında (her dinden vatandaşın eşit ve özgür olduğu) laik bir devletin, laik Bakanlığı’nın, laik okulunda ne Romanlar’a, ne Gürcüler’e, ne Çerkesler’e, ne Aleviler’e, ne Hristiyanlar’a kimseye (ve “tez sorusu” gibi nedenlerle, hiçbir nedenle) anketle din sorusu yöneltilemez, “Allah’ı kabul ediyor musunuz” sorusu sorulamaz. Laikliğin özelliği vatandaşlara sağlanan bu haklardır zaten..

Bir yanda “insanları fişledi” iddiasıyla cezalandırılan insanlar dururken bu yapılanın “fişleme” amacı gütmediğine kim inandıracak Romanlar’ı?