29 Ekim gününe getirilen yasağın, hem Ulus’taki kitleyi hem de aynı gece değişik illerdeki gösteri ve yürüyüşleri özellikle motive ve Cumhuriyetçi kesimi konsolide ettiği açık.

Hükümet Ulus’ta ılımlı bir tavır sergileseydi, gece düzenlenen fener alayları muhtemelen o denli kalabalık olmazdı. Hükümetin tutumuna rağmen ortaya çıkan tepkideki kitleselliğin, Ulus’ta toplananların sergilediği radikal tutumun ve neredeyse aynı havanın 10 Kasım günü Anıtkabir önüne yansımış olmasının, siyasal anlamda dikkat vermeyi hak eden bir gelişmeye işaret ettiği söylenebilir mi?

* * *

AKP’nin kendisine muhalif iki esas yapıyı herhangi bir biçimde ehlileştiremediği ortaya çıkmış bulunuyor.

Kürt hareketi için kırılma noktası “açılım” ve 2010 referandumu dönemeçleriydi. “Açılım” sonrasında AKP keskin bir dönüş yaptı. Buna rağmen Kürt hareketinin AKP’den beklentileri 2010 referandumuna kadar devam etti, sonrasında ise gerçek anlaşılmış oldu.

Cumhuriyetçi cephe açısından durum biraz daha farklı: Bu kesim hiçbir zaman radikal bir tutum sergilemedi. Ancak en başından itibaren AKP’ye yönelik herhangi bir beklenti içine de girmedi. Karşı çıkma refleksi zayıftı, ama siyasal açıdan daha net ve tutarlıydı.

* * *

Son 29 Ekim’e kadar Cumhuriyetçi cephenin en radikal ve kitlesel çıkışı Cumhuriyet mitingleri ile gerçekleşmişti. Hatırlanacağı gibi, 1. Cumhuriyet kitlesi 14 Nisan 2007’de Ankara’da, 29 Nisan’da İstanbul’da, 13 Mayıs’ta ise İzmir’de yapılan mitinglerde milyonlara ulaşmıştı. Arada Manisa, Çanakkale gibi küçük ölçekli Batı illeri de var.

Daha sonradan Büyükanıt tarafından bizzat yazıldığı ortaya çıkan e-muhtıra ise bu sürecin tam ortasına (27 Nisan) denk geliyor. Cumhuriyetçi kesim bu hareketliliğin 22 Temmuz tarihinde yapılacak olan genel seçimlerde siyaset alanına tahvil olacağı beklentisi içindeyken, büyük bir hayal kırıklığı yaşadı. AKP seçimden oylarını, sosyalistlerin beklediği gibi, artırarak çıktı.

Bu sonuç Cumhuriyetçiler için tam bir hayal kırıklığı ve çöküş yarattı. Sonrasında adalet sistemine ve orduya yönelik operasyonlarla bu algı en üst noktasına ulaştı: Memleket elden gitmişti ve artık yapacak bir şey yoktu.

2007 yılındaki Cumhuriyetçi tepki orduyla neredeyse organik ilişki içindeydi. Orduya yönelik beklentiler diriydi ve ordu halen Cumhuriyeti koruyan esas güçtü. Ordunun AKP’nin gidişatına bir yerde dur diyeceği beklentisi hakimdi.

E-muhtıranın tam bu döneme denk gelmesi bu beklentilerin “haklılığını” kanıtlıyor ve milyonlara, mitinglere katılım konusunda cesaret veriyordu.

Oysa o zamanki değerlendirmelerimizde hep dile getirdiğimiz gibi orduya yönelik bu tür beklentilerin hiçbir rasyonalitesi bulunmuyordu ve TC Ordusu’nun ABD’nin onayı olmadan yönetime el koymuşluğu ve koyabilirliği yoktu.

Cumhuriyetçi kitleler bu acı gerçeği, sonradan, AKP’nin ordunun komuta kademesini ne kadar kolay tasfiye ettiğini ve yeni belirlenen komuta kademesinin ise siyasi mekanizmayla ne denli uyumlu bir tutum sergilediğini görerek anladılar.

* * *

29 Ekim 2012 ise tanımladığımız bu ilişkiler yumağı açısından 2007’ye göre önemli derecede farklı bir karakter taşıyor.

Artık ordu AKP’nin istediği gibi kendi işiyle meşguldür. En az bunun kadar önemli bir gerçek ise, 29 Ekim’de hareketlenen yüz binlerin de bu gerçeğin farkında oluşlarıdır.

Bu anlamda 29 Ekim “sivil” bir hareket olarak ortaya çıkmıştır. İktidar bloğunun bütün siyasi yönelimlerine ve kurumlarına karşıdır. Bu nedenle Ulus’taki barikatların yıkılmasında Türkiye açısından özel bir öneminin bulunduğunu kabul etmek gerekir. Türkiye’de Cumhuriyetçiler, Cumhuriyet tarihi boyunca ilk kez yalnızca kendilerine güvenerek ve yürüyüş güzergahının sonuna ulaşma kararlılığıyla sokağa çıktılar ve başardılar.

Bu önemlidir.

Önemli olduğunu, AKP Cumhuriyetinin 1. Cumhuriyetin ürünü olduğunu düşünüyor olsak bile kabul etmeliyiz. AKP’nin Ulus’taki kararlılığı öngörememiş olması, olaylar karşısında sergilediği tutarsız tavır da bunun göstergeleridir. Ancak her şeyden önemlisi, Cumhuriyetçi kararlılık AKP’nin kapsama alanının sınırlarına ulaşmış bulunduğunu gösterdiği için ve Cumhuriyet paradigması bu kararlılığı tatmin edemeyeceği için önemlidir.

* * *

Bu diklenişin önemi biraz da içeriğinden kaynaklanıyor: 2007 mitinglerindeki hava daha çok yaşam tarzına yönelik tehdit riskinin algılanmasıyla ilişkiliydi. Hakim olan laisist bir söylemdi.

Bugün ise durum biraz daha farklı. Bunda şüphesiz AKP’nin ustalık döneminin tescillenmesiyle birlikte yöneldiği diktatoryal yönetim biçiminin, bu stratejiyle ilişkili siyasi davaların-operasyonların, vb etkisi var: Şimdi artık tepki yaşam tarzındaki AKP’ci zorlamaların yanı sıra, AKP’nin akıl dışı dış politikasına, bu politikanın ayan beyan ABD’nin yönlendirmesiyle ortaya çıkmış olmasına, toplumun bütün alanlarındaki dincileştirmeye, AKP’nin yarattığı rant mekanizmalarına da yöneliyor.

Kısaca, şimdi Cumhuriyetçi kesimin davranışında antiemperyalist, demokratik, kamucu duyarlılıklar daha fazla. Babası içeride olan komutan kızlarının KCK davasının hukuk dışı niteliklerine işaret etmeleri ve bu dolayım üzerinden Kürt hareketi ile kurdukları empati önemsenmesi gereken bir gelişme.

* * *

Ancak bütün bunlar Cumhuriyet hareketinin çırılçıplak zafiyetini gideremiyor:

Bir kere yürüyen yüz binlerin bir hedefi bulunmuyor. AKP’ye karşı çıkmak giderek önem kazanan siyasal bir duruş olsa bile, bir noktadan sonra apolitik bir tarz halini alıyor. Eğer böyle giderse, 10 Kasım sonrasında bu hareketin günsüz, gündemsiz kalması kaçınılmaz olacaktır. Yüz binlerce yürüyenin endorfin düzeylerinin yükselmesiyle rahatlamaları ise Türkiye açısından yeni bir felaket olur.

Öte yandan, bana kalırsa daha önemlisi, bu kesimin Kürt hareketiyle empati sergilemek konusundaki niyetsizliğidir. En son olarak Kılıçdaroğlu’nun ana dili Türkiye için erken olarak değerlendirmiş olması ve CHP’nin Anayasa yazım sürecinde Türklük konusundaki ısrarı bu niyetsizliğin göstergesidir.

Kürtler yok sayılarak, görmezden gelinerek yok olmuyorlar, Kürt sorunu da çözülmüş olmuyor.

Eğer Cumhuriyetçi hareket açısından Türkiye’nin bütünlüğü en esaslı meselelerden birisi ise, Kürtler’in eksikliğinde bunun kesinlikle sağlanamayacağının artık anlaşılması gerekir.

Dedik ya, bu hareketin ne istediği belli değil: İç barış nasıl sağlanacak, Suriye’de Esad karşıtı mı Esad yanlısı bir politika mı izlenecek, AKP’nin yandaş sermaye yaratan politikalarına karşı sermaye sınıfı için ne düşünülüyor, özelleştirilen kurumlar ne olacak, stratejik sektörler kimin mülkiyetinde bulunacak? Sorular çoğaltılabilir.

* * *

Acaba, bu soruların Cumhuriyetçi tabandaki albenisinde bir artış var mı? Böyle olma olasılığı mevcut. Kılıçdaroğlu’nun farklı konularda ayrı tellerden çalan tutumu da buna yardımcı oluyor.

Yukarıda andığımız türden sorular artık can alıcı önemdedir ve burası aynı zamanda sosyalist cumhuriyet önerenlerin de, arkasında ordu ve devlet desteği olmaksızın karşı çıkma iradesini ortaya koyan kitlelerle temas noktasıdır.

Cumhuriyetçi kitle ve geliştirdiği yeni refleksler dikkate alınmayı hak ediyor. Bu dikkati içlerine katılarak ve içlerinde eriyerek değil, dışarıdan farklı bir program ve tarzla vermek gerekiyor