Yücel sayman


Televizyon kanalındaki bir programa çağırmadan önce telefon edip o programda konuşulacak, tartışılacak konuda görüşümü soruyorlar. Önceleri saflıkla yanıtlıyordum. Sonra anladım ki, görüşüm soruluyor çünkü ‘programa çağrılacaklar ön elemesine’ tabi tutuluyorum. Programı yapanlar açısından önemli olanı, güncel bir olayı onların olmasını istedikleri doğrultuda olumlayan ya da olumsuzlayan ‘hukuki görüşü’ ekranda savunuyor olmam; hukukun kendisinin pek bir önemi yok.

Dün birkaç gazeteci ve televizyon kanalının ‘programa çağrılabilecekler ön elemecisi’ aradı: İçlerinde istifa eden bakanların çocuklarının da bulunduğu beş kişinin tahliyesine ilişkin yorumumu soruyorlardı.

Ben, hukuki açıdan tek bir tutukluluk nedeni kabul ederim: Sanığın tutuklanmazsa işlemeye başladığı suçu sonlandırmaya çalışacağına ya da bir başka suçu işleyeceğine dair güçlü delillerin bulunması. Ve bu tutukluğun süresinin de sanığı tutuklama gerekçesinde belirtilen eylemi işleyebilme tehlikesinin önlenmesiyle orantılı olarak, örneğin altı ayı geçmemesi gerekir. Sanığın kaçma tehlikesi varsa? Varsa var. Siz iktidarsınız, güç sizde, kaçırmayın. Kaçırmışsanız bulun, yakalayın. Sanığın delilleri karartma tehlikesi varsa? Varsa var. Bulduğunuz deliller suçu kanıtlamaya yeterli değilse zaten sanığı neden tutukluyorsunuz? Eksik, yetersiz delillerle, kalan delilleri daha sonra yargılama sürecinde elde ederiz mantığıyla iddianame düzenlemeyin, dava açmayın. Ayrıca siz iktidarsınız, güç sizde, delilleri kararttırmayın, gerekli etkin önlemleri sanığın özgürlüğünü kaldırmadan alın.

Ben tutuklamaya ilişkin böyle düşünüyorum, düşündüğümü de tutuklananın kim olduğuna, işlediği iddia edilen suçun hangi suç olduğuna bakmaksızın, aldırmaksızın savunuyorum.

Bir kişinin, kim olursa olsun ya da hangi suçu işlediği iddia edilirse edilsin, en sevmediğim, nefret ettiğim kişi de olsa, yukarıda belirttiğim nedenin varlığı dışında tutuklanmasına sevinemem. Tutuklanmasına sevinemem, tutuklanmamasına ya da tutukluluğunun kaldırılmasına üzülemem, çünkü hukukçuluğum sanıkla ilgili hukuki konularda kindar, intikamcı duyguların peşinden sürüklenmemi engeller.

Bana tutuklama kararlarının kaldırılmasıyla ilgili soruyu soran gazetecilere ve televizyon kanalı ‘programa çağrılacaklar ön elemesini’ yapanlara bunu anlattım. Anlatmakla yetinmedim, “ayrıca”, dedim, “Bu soruyu sormakla çoğu hukukçuyu taraf tutmaya itiyorsunuz; yaşadığımız kamplaşma, kutuplaşma sürecinde tahliye kararını olumlu değerlendirenler, gerekçeleri ne olursa olsun ‘iktidar yandaşı’, olumsuz değerlendirenler ‘paralel yapı, cemaat yandaşı’ olarak yaftalanacaklar. Ben herkesin tutuklanmadan yargılanmasını savunduğum için, hakkındaki tutukluluk kararı kaldırılanları sevmediğim, savunmadığım, davranışlarını ve yaşam tarzlarını benimsemediğim halde tutukluluk kararının kaldırılmasını olumlu bulduğumu söyleyeceğim. Üstelik karar veren yargıcın bunu özgürlük anlayışıyla, tutuklama konusunda ufuk açacak içtihadın heyecanıyla yaptığına inanmadığım halde söyleyeceğim. Ve böyle söylediğim için, gerekçemi hiç dinlemeden, tartışmadan beni siyaset alanında kutuplaşmış görünen kamplardan birine tıkıverecekler. Bu sadece benim için değil, sorunuzu yanıtlayan herkes için yapacaklar.”

Söylentilerin gerçek gibi yaşanmaya başladığı, söylentiyi kitlelere gerçek gibi yaşatmanın kamplaştırma siyasetinin en vurucu taktiği haline geldiği günümüzde hukukçu olmak işe yaramıyor. Hatta işleri karıştırıyor. Söylentiyle hukuk bir arada olmaz. Kamplaşma siyasetiyle hukuk bir arada anılamaz.

Günümüzde hukuk demokrasinin devlet biçimi olarak kurgulanmasına destek olabilme umudundan çıktı, despotizmin keyfilik kurgusuna eklemlendi.

Bu nedenle hukuktan istifa ediyorum.

http://www.evrensel.net