Bugün Türkiye, buna benzer bir ortamda, “durmak yok, yola devam” nidalarıyla ilerliyor.
Halkımızın böylesi durumlar için kullandığı tekerleme şudur:
Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete!
İktidar, ülkemizin komşularından mahallemizin komşularına kadar herkesi birbirine soktu.
İzlenen politikaların hiçbiri vaat edilen sonuçları doğurmadı.
Eskiden iftar sofraları vardı, şimdi Başbakan’ın iftar konuşmaları var.
Artık iftiharla sunulacak bir şey kalmayınca, iftarda açılmayacak konulara sığınmaya çalışıyorlar.

***

İzmir’den Zonguldak’a, Ankara’dan Adana’ya, Denizli’den Eskişehir’e Türkiye’nin pek çok yerinden gelen haberler, 5 Ağustos’ta milyonlarca insanın kalbinin Silivri’de ve Silivri’yle atacağını gösteriyor. Bu haberlerin de verdiği heyecanla Başbakan’ın savcılığını yaptığı Ergenekon davasını bir başka açıdan irdelemek isterim.
Durumun özeti şu:
Hükümetin iç-dış politikaya ilişkin sergilediği tutum ne ise Ergenekon davası da o.
Hükümet Türkiye’nin sorunlarını çözmüyor, kullanıyor.
İşte bu bağlamda yargı da adalet üretmiyor, hükümetçe kullanılıyor.
Hükümet Türkiye’nin en elzem sorunu olan iç barışın inşası umudunu hep seçimlere endeksli olarak kullandı. Öyle ki, terör örgütü seçimlerden önce ateşi kesti, seçimlerden sonra yol kesti. İçinden geçtiğimiz dönemde de nereye doğru açıldığımız belli değil.
Adalet sistemsizliği de böyle işliyor. Bir torba yasa çıkıyor, onun ne anlama geldiği günler sonraki bir uygulamada ortaya çıkıyor.
Hükümet Suriye konusunda öyle bir havadaydı ki, adeta, büyük devletleri ben yönettim, küçük devletleri de ben kurdum diyordu.
Esad’ın ömrü haftalarla hesap edilmeliydi, kendiliğinden gitmezse, “Şam-ar” oğlanına dönecekti. Şimdi bizim neye döndüğümüz ortada.
Dışişleri Bakanımız alıngan olduğu için ağır eleştiriye de gelmiyor. O yüzden ufak bir dokundurma yapmakla yetinelim.
Senden sonra kıyamet,
Komşuları istediğin gibi kıy
Ahmet!
İşin kara mizahı bir yana, Suriye sorunu adım adım bizim güvenlik sorunumuz haline geliyor.
İşte başta Ergenekon olmak üzere hükümetin gücünü arttırmak için açılmasını sağladığı davalar da Türkiye’nin sosyal olarak güvenlik sorunu haline geldi.

***

Avrupa ile ilişkilerimizin de yukarıda aktardığımız AKP politikalarından farkı yok.
İktidarın ilk yıllarında, bugün unuttuğumuz şöyle bir siyasi terim vardı:
AB yasaları.
Hükümet, hangi alanda salt kendisinin güçlenmesini yarayacak ne tür bir değişiklik istiyorsa, onun başına
“AB yasası” yaftasını yapıştırıyordu. Eleştiren olursa, yanıt hazırdı:
“AB böyle istiyor, yoksa sen AB’ye karşı mısın?”
Artık AB kılıfına gereksinim kalmadı, tüm denetleme kurumları ve mekanizmaları ortadan kaldırıldı, arada bir torba açılıyor, istenen yasa değişikliği içine konuyor, olup bitiyor. Köşk onayı da garanti.
Geçmişteki AB kılıfları ne ise bugünkü Silivri yargılamaları da o.
Her alanda cilası dökülen iktidar en büyük zararı yargı sistemine verdi. Siyasi hırsın kontrolüne giren yargı, şimdi o dehlizlerde iktidar koalisyonu içindeki çatlamalardan payını alıyor.
Yargıyı bu siyasi dehlizden kurtaracak olan yine halkın gücüdür.
5 Ağustos’a güçlü bir halk katılımı sadece yurtseverleri değil, hukuku da özgürleştirebilir.