Can SOYER

Türkiye sosyalist solunda garip bir devrimcilik anlayışı yerleşti. Bu anlayışın garipliği, ne kendisini herkesten daha devrimci sanmasında ne de siyasal alanın dışında konumlanma yönündeki ısrarlı çabasında.

Gariplik tamı tamına sözüyle eylemi arasındaki çelişkide, daha doğrusu bu çelişkinin farkında olmayışında.

Gariplik, en radikal ve köktenci sözlerin tümüyle eylemsiz bir tutumu gerekçelendirmek için kullanıldığı bir tür radikal pasifizm yaklaşımında.

***

HAZİRAN Hareketi’nin yola çıktığı ilk günlerde yaptığımız bir meclis toplantısında bir arkadaşımız HAZİRAN meclislerini güçlendirmeye ve yaygınlaştırmaya yönelik çabalarımızın hem vakit hem de dikkat kaybı sayılacağını, onun yerine tıpkı 2013 Haziran’ında olduğu gibi sokaklara çıkmamız gerektiğini söylüyordu.

Herhalde Türkiye’nin o andaki durumunu hiç bilmeyen birisi toplantıyı izlemiş olsaydı şu sonuca varırdı: 2013 Haziran’ındaki kitle dinamiği aktif olarak eylemliliğini devam ettiriyor ve birileri bu dinamikle buluşmak için sokaklara çıkmayı önerirken, başkaları da sokağa çıkmak yerine meclis kurmayı öneriyor.

Oysa Haziran eylemliliğinin geri çekildiği bir dönemdeydik, dalganın yeniden yükseleceği ana kadar yapılması gereken hazırlıkları konuşuyorduk ve HAZİRAN meclislerinin kurulması, genişletilmesi ve yaygınlaştırılması tam da bu hazırlığın ifadesi olarak anlam kazanıyordu.

Gerçeklik böyleyken, “boş verin bunları, hadi sokağa, Haziran’daki direnişi yeniden yaratmaya” sözleri, eğer aşırı iyi niyetli bir saflığı anlatmıyorsa, hiçbir anlamı ve içeriği olmayan kof hamasetten öteye gidemezdi.

Nihayetinde, toplantının sonunda meclislerin kurulmasını ve güçlendirilmesini öneren biz “ılımlılar” ya da “tatlı su solcuları” evimize giderken, sokağı zapt etmeyi öneren “devrimci” ve “radikal” arkadaşımız da kendi evine doğru yol alıyordu. Çok geçmeden HAZİRAN’la ilişkisini kesti arkadaşımız, ama sanırım hala her akşam evine gidiyor.

***

Bu garipliğin bir yeni versiyonu önce 7 Haziran, şimdi de 1 Kasım seçiminde HDP’nin desteklenmesi vesilesiyle yeniden tedavülde.

1 Kasım’da kurulacak sandıkla ilgili olarak, öyle ya da böyle bir oy tercihinde bulunanlara yönelik eleştirilerin neredeyse tümü sözünü ettiğimiz garipliğe dayıyor sırtını.

Ağzını açan “meclis burjuvazinin ahırıdır”la başlıyor, “Saray’ı yıkmak varken sandık da neymiş”le bitiriyor.

Hatta, belki de yerini bilmediğimiz için gitmiyor olabiliriz diye düşünüp Saray’ın açık adresini bile veriyor birileri.

Başkaları ise şanlı geleneğimizin Kışlık Saray’ı nasıl da bombaladığını anlatırken coşuyor.

Coşulsun, buna itirazım yok. İtiraz ettiğim ve garip olduğunu düşündüğüm şey, bu lafları günde yaklaşık on yedi kez terennüm edenlerin hala Saray’ın basılmasına yönelik bir somut plan ve hazırlık yapmaya başlamamış olmaları.

Merak ettiğim şey, meclisi ahır olarak görenlerin sokaklarda barikat kurmaya ne zaman başlayacakları.

Aksi takdirde, yani sözü sarf eden o söze uygun eylemi de icra etmiyorsa, tüm o lafların, süslü nutukların boş hamasetten, göz boyamadan, demagojiden ibaret olmadığına neden inanalım ki?

Hadi biz parlamentarist ya da reformist, revizyonist ve belki de oportünist olduğumuz için Saray’ı yıkmaya değil, sandığa oy vermeye gidiyoruz. İyi de sizin elinizi tutan nedir acaba?

Sonuçta her ikimiz de verili koşullarda Saray’ı yıkmaya gitmiyor/gidemiyorsak, senin benden daha devrimci sayılmanın gerekçesi nedir güzel kardeşim? Dilinden düşürmediğin, ama gereğini yerine getirmediğin sözler mi? Yani devrimcilik sadece ne söylendiğiyle mi ilgili? Sence de devrimciliğin ölçüsünün söze, lafa, konuşmaya indirgenmesi garip değil mi?

***

İşin gülünçlüğünü bir kenara bırakalım, gariplik olarak adlandırdığımız tutum başka gerçeklerle birleşince hiç de garip gelmiyor zaten.

Yani bir seçimde oy vermemek için kırk tane neden bulunabilecekken, durup durup Saray’ı basma/yıkma meditasyonları yapmak, bir konuşma değil, bir susma biçimini ifade ediyor aslında.

Çünkü seçimde oy vermemek için bazı gerekçeler sıralanmaya başlandığında, yani gerçekten konuşmaya başlandığında başka bazı gerekçelerin üzerindeki yaldızların kazınması gerekiyor.

Mesela, “biz yıllarca CHP’ye oy vermiş bir tabana sahibiz, şimdi HDP’ye oy vermeye kalkarsak tabanımız bize tepki gösterir” demek çok daha dürüst bir tutum tabi ki. Ama bunu dediğinizde, başkalarını “düzen partilerine oy vermek”le suçlama imkanınızı ellerinizle çöpe atmış olursunuz.

Mesela, “biz NATO’cu, AB’ci, ABD’ci, Soros’cu bir parti olan HDP’ye oy vermeyiz, onunla mücadele ederiz” demek de dürüst bir tutumdur. Ama bunu dediğinizde, kongrenizde NATO’cu, AB’ci, ABD’ci, Soros’cu CHP’ye oy verme kararı aldığınız günleri de hatırlamak zorunda kalırsınız.

O yüzden, hamaset silahını elde tutmak ya da unutulması gereken şeyleri unutturmak için Saray’a abanmak en akılcı şey.

Nasıl olsa kimse kimseye sözüyle eylemi arasındaki çelişkiden bahsetmiyor.

Nasıl olsa kimse kimseden sarf ettiği sözün gereğini yerine getirmediği için hesap sormuyor.

Hem bir şeyi kırk kere söylersen olurmuş derler.

Hadi bir daha: “Geçen yine arkadaşlarla Saray’ı yıkıyoruz...”


http://ilerihaber.org/yazarlar/can-soyer/gecen-yine-arkadaslarla-saray-i-yikiyoruz/1584/