DR. BORA BAYRAKTAR*
Türkiye bir kez daha Kürt meselesinde yeni bir müzakere sürecinde. Bu kez müzakereler Oslo’dan ve geçmiştekilerden farklı olarak kamuoyunun gözü önünde yürütülüyor. Tarafların kim olduğu daha net biliniyor. Ancak ne konuşulduğu üzerinde yine belirsizlikler var. Müzakerelerin bu kez sonuç verip vermeyeceğine dair sorular eskisinden az değil.

Görüşmenin gizliliği
Çatışma çözümleri perspektifinden bakıldığında barış süreçlerinde aleniyet aslında müzakerenin başarısı açısından ölümcül kabul edilir. Bu nedenle dünyadaki, özellikle de taraflardan birinin devlet olmadığı, terörizmle suçlandığı çatışmaların çözümünde gizlilik esastır. Ancak bu yöntem Türkiye ile PKK arasında yürütülen müzakereler için çok doğru olmasa gerek. Gizlilik, taraflardan biri bunu bozduğunda, PKK ile konuşan devlet yetkililerini ‘vatana ihanet’ suçlamasıyla karşı karşıya bırakıyor. Bu nedenle sürecin bu kez alenen yürütülmesi, Türk kamuoyundaki güvensizlik ve şüphe sorununu aşmak için doğru bir adım gibi görünüyor.
Genel kabul şu ki bir barış sürecinin başarısında temsil, sorunun doğru tarifi ve buna bağlı olarak nihai çözüm konusunda ortak anlayış ve irade bulunması en önemli faktörler. Yeni sürece bakıldığında temsil konusunda Kürt tarafında çok ciddi sorunlar göze çarpıyor.
Her şeyden önce başta Abdullah Öcalan olmak üzere kimin Kürt siyasi hareketini ne kadar temsil ettiği, asıl güvenlik sorununa neden olan silahlı unsurların (PKK) masada ne kadar yer bulduğu, örgütün Avrupa kanadının nerede durduğu, sivil Kürt siyasetçilerin silahlı güçler üzerinde ne kadar etki sahibi olduğu gibi sorunlar ortada. Kürt tarafının temsilinde bir bütünlük olmaması görüşmeler açısından ciddi bir zafiyet olarak öne çıkıyor. Ayrıca Türk kamuoyu açısından, yıllarca demonize edilmiş, ‘eli kanlı bir katil’ olan Öcalan’ın yer aldığı müzakere ‘zehirli bir süreç’ olarak görülüyor. Öte yandan Öcalan’sız bir sürecin de Kürt tarafı açısından meşruiyet sorunu olduğu anlaşılıyor. Öcalan konusu müzakerenin en önemli açmazı gibi görünüyor. Türkiye’nin masaya MİT Müsteşarı düzeyindeki katılımı ise karşı tarafa çok önemli bir mesaj. Karar vericilerin doğrudan işin içinde olduğunu açıkça ortaya koyuyor.


Anlaşmazlığın kökeni
Görüşmelere dair ikinci büyük sorun, anlaşmazlığın ne olduğunun net ortaya konamaması. Türkiye, son dönemde Kürtçe yayın, eğitim gibi alanlarda attığı adımlardan sonra meseleye daha çok ‘bir güvenlik sorunu’ olarak bakıyor. Çözümü üniter devlet içinde bireysel demokratik hakların geliştirilmesi ve yeni anayasa yazımı çerçevesinde halledilebilecek bir mesele olarak değerlendiriyor. Kürt tarafında ise sorunun tarifi konusunda ciddi bir belirsizlik mevcut. Yola bağımsızlık amacıyla çıkan milliyetçi çevrelerde alttan alta bu hedefi hâlâ kovalayanlar olduğu gibi, özerklik vurgusu yapanlar da var. Bireysel değil toplumsal haklar perspektifi öne çıkıyor. Kürt kanadındaki bu belirsiz tavır, tarafların birbirlerine olan güvensizliğiyle birleşince ilerlemenin önü tıkanıyor.
Sürecin önündeki en önemli meselelerden biri de ‘barışı bozucu’ grupların kontrol altına alınıp alınmaması olacak. Her barış sürecinde olduğu gibi burada da sürecin düşmanları, müzakereleri şiddet yoluyla baltalamak için hazır bekliyor olacak. Bu 1990’lı yıllarda İsrail-Filistin görüşmelerinde de, İngiltere-IRA görüşmelerinde de, Latin Amerika’daki süreçlerde de böyle olmuştu. Bazı siyasi liderler, sahadaki silahlı gruplar, üçüncü taraflar gibi memnuniyetsizler, Habur örneğindeki gibi görüşmelerin önünü kesmek için hiçbir fırsatı kaçırmayacaktır. Herkesin bu gibi durumlara hazırlıklı olmak gerektiği açık.

Çözümün formülü
Sürecin başarıya ulaşabilmesi için bu sorunların dikkate alınması, her şeyden önce birkaç kelimelik nihai bir çözüm formülü üzerinde uzlaşılması gerekiyor. Filistin’de ‘iki devletli çözüm’, Kıbrıs’ta ‘iki toplumlu, iki bölgeli federasyon’ örneklerindeki gibi çözüm açık bir şekilde ortaya konulmak zorunda. Ayrıca taraflar masaya güçlerinin bilincinde oturmalı; PKK ve Kürt hareketi masaya ‘kazanan taraf’ gibi maksimalist hedeflerle gelmemeli, Türkiye de aynı şekilde güçlü taraf olarak kendi çözümünü dayatmamalı. Tarafların meseleye, güven arttırıcı küçük adımları merkeze almadan, bunlara takılmadan, daha sistematik, bütüncül bir perspektiften yaklaşması da önemli görünüyor.
Sonuçta taraflar ön müzakere safhasında bir formül üzerinde anlaşabilirse daha detaylı bir al-ver sürecine geçilmesi mümkün olacak. Tarafların gerçeklerle yüzleşecekleri bu aşamada daha zorlu bir pazarlık aşaması yaşanacak. Bunun uzun ve zorlu bir yol olacağı bilinciyle acele etmemek ve ivmeyi korumak da müzakerenin sonuç getirmesi açısından dikkate alınması gereken diğer konular.
*Dr. Bora Bayraktar
İstanbul Kültür Üniversitesi Öğretim Görevlisi / Euronews İstanbul Temsilcisi

Radikal