Esas olan; kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının korunması, yani bireyin tutuklanmaması veya bihakkın serbest bırakılması veya tutukluluğun adli kontrol tedbirine çevrilmesidir. Bu nedenle, tutuklanmama veya tutukluluğa devam edilmemesi veya tutukluluğun uzatılmaması kararlarına cumhuriyet savcısının itiraz yetkisinin olmadığı veya olmaması gerektiği söylenir.

Cumhuriyet savcısı, soruşturmada ve kovuşturmada iddia eden taraftır. Bir başka ifadeyle cumhuriyet savcısı; suç olduğu ileri sürülen bir iddianın araştırılması, yeterli delile ulaşılması halinde iddianame düzenlenip soruşturmanın davaya dönüştürülmesi ve daha sonra da kovuşturma sürecine katılmak suretiyle maddi hakikate ve adalete ulaşılması amacını kamu adına takip eden yargı mensubudur. Bunun için cumhuriyet savcısı; delillerin toplanmasına, şüphelilerin adalet önüne çıkarılmasının sağlanmasına ve adaletten kaçmasının engellenmesine yönelik koruma tedbirlerinden bazılarını gecikmesinde sakınca bulunan halin varlığı halinde kendiliğinden tatbik etme ve bazılarında sulh ceza hakimliğinden talep etme yetkisine sahiptir.

Tutuklama tedbiri de, şüpheli veya sanığın adaletten kaçmasının veya delil karartılmasının önlenmesini sağlamak amacıyla uygulanan en ağır tedbirdir. Cumhuriyet savcısı; soruşturma ve kovuşturma aşamasında tutuklama tedbirinin tatbikini isteyebileceği gibi, talebin kabul edilmediği durumda itiraz yetkisini kullanabilmektedir.

Tutuklama talebinin reddi ile tutukluluğa devam edilmemesi veya tutukluluğun uzatılmaması kararlarına karşı cumhuriyet savcısı, ancak Ceza Muhakemesi Kanunu’nda açıkça yetki tanınması ile itiraz edebilmeli ve bu yetkinin varlığına yorum veya kıyasla ulaşılmamalıdır. Bu görüşe gerekçe olarak da Anayasa m.19 ve 13 gösterilir. Anayasa m.19/3’e göre birey, ancak hakim kararı ile tutuklanabilir. “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı Anayasa m.13’e göre; “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz”. Dolayısıyla, cumhuriyet savcısının talep ve itiraz yetkilerinin de yasal dayanağı olması şarttır.

Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı; Anayasada açıkça yazılı olan sebebe bağlı olarak kanunla gösterilmedikçe, demokratik toplumda duyulan zorunluluk ve “ölçülülük” ilkesi mümkün kılmadıkça kısıtlanamaz. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının tedbiren kısıtlanabilmesi için, Anayasaya uygun çıkarılmış açık yasal dayanak gerekir.

“İtiraz olunabilecek kararlar” başlıklı CMK m.267’ye göre; “Hakim kararları ile kanunun gösterdiği hallerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir”. Görüleceği üzere, soruşturma ve kovuşturma aşamasında hakim tarafından verilen tüm kararlar ve kanunun açıkça gösterdiği hallerde mahkeme olarak verilen kararlar da itiraz kanun yoluna tabidir. Bu nedenle, sulh ceza hakimliğinin soruşturma aşamasında tutuklama ile ilgili verdiği kararlara karşı cumhuriyet savcısının CMK m.268 ila 271’de gösterilen usule göre itiraz yetkisinin olduğu ve bu konuda görüş bildirebileceği anlaşılmaktadır. Kovuşturma aşamasında mahkemece verilen kararlar için ise, kanunun itiraz hakkı ve yetkisi konusunda açık hükme yer vermesi gerektiği tartışmasızdır.

Ancak kanun koyucu kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını kısıtlayan tutuklamaya çok önem verdiğinden, hem tutukluluğa ve hem de tutuklanmamaya itirazları özel olarak düzenlemiştir. Bu özel düzenlemeler olmadığı takdirde, hakim ve hakimlik kararlarına kanunda açık hükme ihtiyaç olmaksızın ve mahkeme kararlarına da kanunda açık hüküm bulunması kaydıyla itiraz edilebilecektir.

“Yakalama emri ve nedenleri” başlıklı CMK m.98/1’in 2. cümlesine göre; Ayrıca, tutuklama isteminin reddi kararına itiraz halinde, itiraz mercii tarafından da yakalama emri düzenlenebilir”.

“Tutuklama kararı” başlıklı CMK m.101/5’e göre; “Bu madde ile 100üncü madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir”. Bu hükümde; tutuklama ve tutuklanmama kararlarına itiraz hak ve yetkisi düzenlendiğinden, hem şüpheli veya sanık ile müdafiinin itiraz hakkı ve hem de cumhuriyet savcısının itiraz yetkisi öngörülmüştür. Çünkü hükümde; sadece tutuklama kararlarına itiraz edileceği değil, CMK m.100 ve 101 gereğince verilen tüm kararlara itiraz edilebileceği ifade edilmiştir.

“Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri” başlıklı CMK m.104/2’ye göre; “Şüpheli veya sanığın tutukluluk halinin devamına veya salıverilmesine hakim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir”. Burada itiraz hakkı, tutuklunun salıverilme isteminin reddi kararına karşı şüpheli veya sanık ile müdafiine tanınmıştır.

“Usul” başlıklı CMK m.105/1’e göre; “103 ve 104üncü maddeler uyarınca yapılan istem üzerine, merciince cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü alındıktan sonra, üç gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adli kontrol uygulanmasına karar verilir. 103üncü maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesi uyarınca yapılan istemler hariç olmak üzere örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından bu süre yedi gün olarak uygulanır. Duruşma dışında bu karar verilirken cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü alınmaz. Bu kararlara itiraz edilebilir”. Hükümde; cumhuriyet savcısının tutuklama kararının geri alınmasını istemesi ve şüpheli veya sanığın salıverilme talepleri hakkında hakimlik veya mahkemece verilen kararlara karşı itiraz edilebileceği belirtilmekle, hem cumhuriyet savcısına ve hem de şüpheli ve sanık ile müdafiine tutuklama ile ilgili kararlara karşı itiraz kanun yolu tanınmıştır.

Uygulamada; bu hükümden kaynaklanan itiraz yetkisinin cumhuriyet savcıları tarafından kullanıldığı, şüpheli veya sanığın aleyhine, yani tahliyenin geri alınmasına ilişkin cumhuriyet savcısının “itiraz” adı altında yetkisinin olmadığı, CMK m.105/1’in beşinci cümlesinde yer alan itiraz kanun yolunun, cumhuriyet savcısına kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı aleyhine başvuru yetkisini vermeyeceği ileri sürülmektedir. Ancak hüküm incelendiğinde; “Bu kararlara itiraz edilebilir.” cümlesine yer verildiği, buna göre de cumhuriyet savcısının soruşturma ve kovuşturma aşamasında verilen bihakkın veya adli kontrol uygulanmak suretiyle tahliye kararlarına karşı itiraz yetkisine sahip olduğu sonucu çıkabilmektedir.

Bizce; cumhuriyet savcısının bihakkın tahliye kararına itiraz yetkisi olmakla birlikte, aynı yetkinin tutuklama ile aynı şartlara sahip olan, hakim veya mahkemenin takdiri ile tutuklamanın kaldırılıp yerine adli kontrol tedbirinin uygulandığı durumda devam etmeyeceği, yani adli kontrolün tatbik edildiği durumda, cumhuriyet savcısının itiraz yetkisine sahip olmadığı düşünülmelidir. Çünkü hakim veya mahkeme, somut olayın özelliklerine göre tutuklama ile aynı şartlara sahip adli kontrolün tatbikini yeterli görebilir.

Uygulamada ise bu görüşün azınlıkta kaldığı ve CMK m.105/1’in beşinci cümlesinde yer alan hükmün, bihakkın veya adli kontrol uygulanarak verilen tahliye kararlarına karşı cumhuriyet savcısının itiraz yetkisi bulunduğu şeklinde uygulandığı söylenebilir.

“Tutukluluğun incelenmesi” başlıklı CMK m.108’in, hakimlik veya mahkemece yapılan tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararlara karşı itiraz kanun yoluna başvuru konusunda bir açıklığa sahip olmadığını görmekteyiz.

Bir görüşe göre, CMK m.108’den hareketle verilen kararlara karşı açıkça itiraz kanun yolu tanınmamıştır. Bu nedenle, tutukluluğun incelenmesi suretiyle verilen lehte veya aleyhte kararlara karşı itiraz kanun yoluna başvurulamaz.

Bir diğer düşünceye göre; CMK m.108 bağımsız bir hüküm olup, soruşturma aşamasında verilen hakimlik kararlarına karşı CMK m.267 gereğince itiraz kanun yoluna başvuru yapılabilir, fakat itiraz kanun yolunun kovuşturma aşamasında verilen mahkeme kararlarına karşı açıkça kanunda belirtilmesi gerektiğinden ve açıklık da CMK m.108’de yer almadığından, tutukluluğun incelenmesi ile ilgili mahkeme kararlarına karşı itiraz kanun yolunun kapalı olduğu söylenebilir.

Kanaatimizce, CMK m.108’den kaynaklanan ve bu maddenin ilk iki fıkrasına göre soruşturma aşamasında verilen hakim kararlarına karşı itiraz kanun yoluna başvurulabilir. Bu konuda, bırakalım kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının kısıtlanmasının ağırlığını, zaten CMK m.267’de tartışmayı sonlandıran açık hüküm bulunmaktadır.

Ancak aynı sonuca; CMK m.108/3 açısından, yani kovuşturma aşamasında verilen mahkeme kararları için varılamayacağı ileri sürülebilir. Bizce mahkemenin incelemesi re’sen olduğunda bu tespit doğrudur. Bununla birlikte, tutukluluğun sonlandırılması veya devamı veya uzatılması ile ilgili CMK m.103 ve 104’e göre bir talep varsa, bunun yukarıda açıkladığımız maddelerde yer alan itiraz kanun yolu çerçevesinde değerlendirilmesi ve tutukluluğun incelenmesi sırasında taraflarca sunulan talepleri de dikkate alarak verilen kararlara karşı itiraz kanun yoluna başvurulabileceğinin kabulü gerekir.

Bu nedenledir ki uygulamada; tutukluluğun sonlandırılması, devamı veya uzatılması ile ilgili incelemelerde tutukluluğun lehinde veya aleyhinde taraflarca talepte bulunulduğundan, meseleye CMK m.101/5, 105/1’in beşinci cümlesi ile CMK m.267 çerçevesinde bakıldığında, özellikle tutuklunun aleyhine olan kararlara karşı itiraz kanun yolunun açık olduğu, tutuklunun lehine olan kararlara karşı da yasal açıklık olması kaydıyla itiraz kanun yoluna gidilebileceği kabul edilmektedir.

http://www.haber7.com